Bu sohbetleri yazarken bir yandan da eski Ramazanlara dair okumalar yapıyorum. Kitaplığımda bu konuyla ilgili o kadar kitap var ki, beni kütüphaneye yahut sahafa gitmeye mecbur bırakmıyor. Oturduğu yerden ahkâm kesenlere inat oturduğum yerden yazıyorum! Meğer senelerdir biriktirmişim. Aslında tiyatro tarihi merakım yüzünden edinmişim hepsini fakat işte bu günler için de lazım oluyor… Hani eskiden bazı ev hanımları yoğurdu alırlar, yerler; kabını yıkayıp çiçek saksısı yaparlardı ya o hesap!
Gene geçen gün böyle okumalarımdan birini yaparken elime küçük, yeşil bir kitapçık geçti. İsmi geçen haftaki sohbetimin başlığı: Ramazan geldi hoş geldi! Yazan şarkiyat sahasının meşhur âlimlerinden Abdülbâki Gölpınarlı… Bilhassa girişi pek esprili ve güzel… Bu pazarki sohbetimin başlığını da gene aynı kitaptan aldım, giriş kısmında Abdülbâki Bey’in bir anlatımından… Eskiden Ramazanın ilk yarısına yokuş derlermiş. Son yarısı da bitime doğru iniş… Ne dersiniz, beraberce çıkalım mı?
***
Ramazan ve mizah denince akılda beliren bir tip vardır: Bektaşi… Nam-ı diğer Baba Erenler… Eskiden İstanbul’da iki tarikat yaygındı, biri Mevlevilik, diğeri de Bektaşilik… Baba Erenler de bu ikincisine tâbi, rindmeşrep bir tipti. Fıkrası da çoktu… İlerleyen haftalardaki sohbetlerimde Ramazanla alakalı fıkralarından gene örnek vereceğim…
Bu haftaki sohbette Bektaşi tipinin vücut bulduğu “eski meşhurlarımızdan” birinden bahsedeyim diyorum. Rıza Tevfik Bölükbaşı’nda… Yaşadığı devirde bilinen adıyla Feylesof Rıza… Çünkü muhterem, kendisini her şeyden öte filozof olarak görürmüş, iyi mi! Ortaoyununda Arnavut taklidine de çıkan Rıza Tevfik Bey’in kendisini feylesof unvanıyla tanıttığını Tevfik Fikret’e söylerler. Tevfik Fikret de pek hazzetmediği Rıza Tevfik hakkında diline gelen hiçbir fırsatı tepmediğini gösteren şu cevabı verir, “Bir zamanlar Ortaoyununda Arnavut taklidi yapmakla anılırdı, desenize şimdi de filozof taklidiyle nam saldı bîçare!”.
Aslında iyi şairdi Rıza Tevfik… Özellikle hece vezninde, hece vezninin de 6+5’lik, yani on birli türünde oldukça muvaffaktı. Kendinden başka kimsenin şairliğini beğenmeyen Yahya Kemal Beyatlı dahi bir şiirinde Rıza Tevfik Beyin şairliğine lafı getirmiştir. Şiirin adı da İthaf’tır. Ama yanlış anlaşılmasın, Rıza Tevfik Bölükbaşı’na ithaf değil, Şair Samih Rifat Bey’e ithaftır:
“Tecellîgâh iken binlerce rinde,
Melâmet söndü Şark’ın her yerinde,
Bu devrin gerçi son sohbetlerinde
Nefes’ler dinledik sâz-ı Rızâ’dan.”
Şiirin dili biraz ağdalı olduğundan izah cilası çekelim müsaadenizle… Sâz-ı Rızâ dediği Rıza Tevfik Bey… Çünkü Bektaşi dergâhında dinlerlermiş şiirlerini… Nefes denilen türse, Bektaşi tavrını hissettiren şiirlerdir.
Lemi Atlı’nın Hicaz makamında bestelediği “Humma-yı Aşk” şiirini özellikle severim. Hani şu, “Hastayım yalnızım seni yanımda / Sanıp da bahtiyar ölmek isterim…” diye başlayan şiiri.. Özellikle de şu son dörtlüğünü:
“Tâliin kahrı var her hevesimde,
Boğulmuş figanlar titrer sesimde,
O nazlı ismini son nefesimde
Anıp da bahtiyar ölmek isterim!”
Dinlemek isterseniz Mualla Gökçay’ı sitayişle tavsiye ederim!
***
Şairliği ne kadar iyiyse politikacılığı o kadar kötüydü Rıza Tevfik Bey’in… Malumunuz, tarihimizin yüz karası Sevr Anlaşmasını imzalayanlardan biri de Rıza Tevfik’tir. Hatta o günlerde haklı olarak bayağı, eleştirilmiş, kızılmış ve lanetlenmiştir de… Çünkü güya Rıza Tevfik Bey milliyetçidir. Evet, Sevr’i imzalayan bir milliyetçi! Rıza Tevfik Beyin şairliğini dolaylı olarak metheden Yahya Kemal Bey, Sevr’i imzaladığı için de hicvetmekten geri kalmaz:
“Kimse kızmasın Rıza Tevfik’e,
Sevr’i imzalamaya gitti diye.
Çünkü idam olunan mahkûmun
Çektirirler ipini çingeneye!”
Her ne kadar kendine feylesof dese de diğer filozoflardan farklı ve dik kafalı biri olduğunu da bir şiirinin ilk dörtlüğünde beyan etme olgunluğunu göstermiştir:
“Dostum Kant’a konta benzetme beni,
Ben sivri kafalı heriflerdenim.
Kimse sevmez damdan düşüp geleni,
Tut ki yabancıyım, başka yerdenim!
***
Ramazan ve Rıza Tevfik deyince hoş bir fıkra vardır. Rıza Tevfik taklitte çok muvaffaktı demiştik. Arnavut taklidinin yanı sıra Yahudi taklidini de çok iyi yapardı. Çünkü küçükken Alyanz İsrailit mektebinde okumuştu.
Osmanlı devrinde Müslümanların, Ramazanda oruç bozması yasaktı. Bir Ramazan günü zabıtalar, Rıza Tevfik’i lokantada yemek yerken yakalarlar ve tutuklamak isterler. Rıza Tevfik, “Ben Yahudi’yim!” diyerek kurtulmak ister. Zabıtalar inanmazlar. Bir Yahudi bulup getirirler ve Rıza Tevfik’le konuşmasını isterler. Yahudi ile Rıza Tevfik konuşurlar. Konuştuktan sonra zabıtalar Yahudi’ye sorarlar: “Nasıl, yalancı çıktı değil mi?”. Yahudi hemen cevap verir, “Olur mu efendi… Adam halis Yahudi’dir, hem de hahamdir!”.
***
Bu Ramazan her yerde beliren tebliğcileri konuşurken bir de, “Falanca oruç tutsa kabul olmaz, filanca tutsa olur.”, diyen hocalarla mı uğraşacağız? Onlara Rıza Tevfik’in şu şiirini hediye edelim mi? Hem başlığı bile onlara hitaben:
Sorma Hocam
Bana sual sorma cevap müşküldür,
Her sırrı ben sana açamam hocam.
Hakkın hazinesi darı değildir,
Cami avlusunda saçamam hocam!
Kayd-ı ahretle düşmem mihnete,
Ben burada memurum şimdi hizmete,
Hayvan otlatırken gidip cennete
Sana hülle donu biçemem hocam!
Miraç’ı anlatma eşek değilim,
Bildiğin kadar da melek değilim,
Günahkâr insanım ördek değilim
Bu ağır gövdeyle uçamam hocam!
Halka korku verme velvele salıp,
Dünya ve ahret bu köhne kalıp.
Ben softa değilim cübbemi alıp
İmâret imâret göçemem hocam!
Ölümden ürker mi tez ölen kimse?
Çoktan mazhar oldum ben hak nefese,
Bu demi sürerken ecel gelirse
İşimi bırakıp kaçamam hocam!
Şarabı menetme o değil hüner,
Âşığım bâdesiz pek başım döner,
Gönlümde muhabbet ateşi söner,
Özrüm var sade su içemem hocam!
Nâr-ı cehennemi önüme serme,
Günahımı döküp kaygılar verme,
Kitapta yerini bana gösterme
Ben pek o yazıyı seçemem hocam!
Feylesof Rıza’yım dinsiz anlama,
Dini öğrettim ben kendi babama,
Her ipte oynadım, cambazım ama
Sırat köprüsünü geçemem hocam!
“Bir daha ne zaman buluşuruz?” diye sormayınız hocam. Cevap bellidir: haftaya Pazar! O zamana kadar kalınız sağlıcakla!
Yorum Yazın