Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Malazgirt zaferinin 953. yıldönümü dolayısıyla Ahlat’ta yaptığı konuşma, AKP’li ideolog ve danışmanların işinin ne kadar zor olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Müslüman Kardeşler retoriğinden hala tam olarak kurtulamamış siyasal İslamcı bir parti ile, o anlayışın şiddetle reddettiği ve günah saydığı milliyetçi – ırkçı ideolojiye bağlı başka bir partinin söylemini aynı konuşma içinde birleştireceksiniz ve Ahlat gibi etnik duyarlıkların hissedildiği bir coğrafyada ikna edici olacaksınız.
Eyvah eyvah!
Mecburen ideolojik cambazlık yapacaksınız.
SAHİP- EMANETÇİ?
Bir örnek:
Erdoğan “Biz bu toprakların emanetçisi değil asıl sahibiyiz!”
Siyasal olarak kimlere mesaj vermeye çalıştığını anlamak mümkün. Peki, ideolojik olarak doğru mu?
Medyada bol bol yayınlandı ama, dinci ve siyasal İslamcı basın bu cümleye tepki verdi mi bilmiyorum. Aslında, inançsal açıdan kızmış olsalar gerekir. Çünkü sık sık dile getirdikleri ve minibüs camlarına bile yazdıkları üzere “Mülk Allah’ındır, asıl sahip odur, hepimiz emanetçiyiz” ilkesine ters düşüyor.
Siyasal iktidarın ideolojik şubesi haline gelmiş olan Diyanet İşleri Başkanlığı sık sık “Malikül mülk” ilkesini hatırlatıyor:
“Her şeyin gerçek maliki, sahibi, idare edeni Allah’tır. Bizler canlılar olarak sınırlı ve sonlu bir hayata sahibiz. Edindiğin dünya eşyaları ve yetkileri de geçicidir, sınırlıdır, bitecektir.”
Kuşkusuz buna iktidarlar, egemenlikler, devletler dahildir. Zaten tarih, her şeyin geçici olduğunun, kimsenin hiçbir şeye ilelebet sahip olmadığının hikayesidir.
Öyleyse, önemli olan emaneti iyi kullanmaktır, ona hıyanet etmemektir.
Yok saymamak, öğrenmek, korumak ve geliştirmektir.
EMANET ÇOCUK
“Emanet” sözcüğünün benim için özel bir anlamı vardır. Ağrı’nın bir köyünde görevli olan subay babam ve öğretmen annem, İkinci Dünya Savaşının sıkıntıları nedeniyle bu sıska çocuğu Yeşil Bursa’da annemlere “emanet” bırakmışlar. Onlar da bu emanete gözleri gibi bakmışlar. Başka çocukların yaptığı bazı şeylere bile izin vermemişler — “emanet çocuk” olduğu için.
Yani kendi yaşamımdan biliyorum ki, emanete bakmak, sahip ya da malik olmaktan geri bir konum değildir. Önemli olan niyet ve özendir.
Bu ülke yalnızca Malazgirt sonrası için değil, ondan öncesi ile de bize emanettir.
Yalnızca tarihi ile değil, bugünü ve yarını ile de emanettir. Kuşu kurdu, börtü böceği, deresi gölü ile emanettir.
Kaz Dağlarında madencilik adına yapılanlara bakıp bu emanete hıyanet edilmediğini söyleyebilir miyiz?
Ormanlarımız ihmalcilikten cayır cayır yanarken, kaynaklar gösteriş için çarçur edilirken, göller kurur, denizlerde balık biterken iyi emanetçiler olduğumuzu düşünebilir miyiz?
Vatan, geçmişi olduğu kadar bugünü ve yarınıyla da bir bütündür. Bu ülkeyi sahiden sevmek onun geçmişini de ayrım yapmadan sevebilmek demektir.
PENTİMENOYU SİLEMEZSİNİZ
Anadolu, Trakya, Ege katman katman bize emanettir. Bizim sahip olmadığımız zamanlarıyla da bize emanettir.
Burası bir pentimentodur. Yani üzerine zaman içinde pek çok resmin yapıldığı, sonra son resmin astar atılıp kapatıldığı ve yeniden başka resimlerin yapıldığı bir tuvaldir.
Herkes onun en son resimden ibaret olduğunu sanır, oysa havaya kaldırıp ışıkta baktığınızda eski resimlerin de orada olduğunu keşfedersiniz. Hepsi birbirine karışmıştır. Ama bir bakıma hepsi tektir. Bu “asıl” resim ülkenin tarihsel olduğu kadar kültürel mirasıdır.
Geçmiş bitmiş değildir. Biz farkına varmasak da bitmiş değildir.
Yorum Yazın