Sanat insan için ama bir kuş gök semalarında salınırken eser ortaya koymaz mı? Bütünün hizmetine, üstelik ne gala, ne masraf, ne şımarıklık, ne sansasyon olmadan. Öylece süzülür hayatın içinden, gelir geçer.
Onun için değil midir ki İstanbul’a hasret giden Nazım Hikmet Ran, bir vapur çığlığı ardında köpük tılsımlarında, martının kırmızı nokta gözbebeklerini düşlemiştir. O kadar hemhal olduğu halk, yeterince bilmiş midir? Mesela, kanka gibi “Nazım” deyip geçiveriyoruz ama yeterince, her vapur ardında onu yüreğimizde, yeri geldiğinde, fırsat verildiğinde söyleyebiliyor muyuz?
Her fırsatta, soluksuz kalksak dahi…
“Motorları maviliklere süreceğiz” diyebiliyor muyuz? Bedeller ödeye ödeye…
Geçtiğimiz hafta 7.düzenlenen Balkan Panorama Film Festivali kapsamında güzel İzmir’imizin Buca’sını, ilk kez kısa sürelide olsa görme imkânım oldu. Bu arada güzelde dostluklar sığdırabildim zamana. Her akşam gittiğimiz Buca Belediyesinin kültür evi olarak kullanılan, Buca’nın güzel tarihi köşklerinden Pembe Köşk’de rüzgâra rağmen sanat kokladık. 1903 yılında inşa edilen Hacı Davut Fargoh Köşkü, Uğur Mumcu Caddesi üzerinde görkemli duruyor, pembe pembe hayalini ve gücünü içinde her daim tutarak. Üç cepheli yapısı ile İstanbul mimarisinin özelliklerini sunan görkemli yapı; içinde bahçe, hamam, müşetemilat ile kültüre hizmet etmeye devam ediyor. Buca ‘da Rees Malikanesi, Forbes Köşkü, Aliotti Malikanesi, Baltacı Malikanesi, Barff Köşkü, De Jong Malikanesi, Gavrili Malikanesi ve Russo Köşkü gibi tarihi yapılar mevcut. Hepsinde, çok kültürlülüğün temel izleri ama bunların dışında mesela benimde ilk kez duyduğum, yine Levanten Hacı Antoniyadis’e ait ve bir çeşit ev olarak kullanılan, konik olarak inşa edilmiş, hafta sonları gençlerin ve turistlerin uğrak yeri olan Kız Kulesi.
Gezme imkânım olmadı, ileri ki zamanda diyelim. Şunu ifade etmek istedim, güzel memleketimizin her karış toprağında farklı bir mucize, keşfetmeye hazır bir zenginlik mevcut. Sadece bir festival olarak bir kenti yaşamak değil öğrenmek gerekir. Festival komitesinin de bunu bilerek çalışması. Saat kulesi, Dario Moreno, Kemeraltı’na, bırakmak ile değil sadece, herkes bizim kadar İzmir’i de bilemeyebilir. Bakın, kuleyi merakımdan öğrendim. Sanata, doğaya, tarihe ve bunlara köprü olan her şeye karşı olan sevgim ve ilgim sayesinde. Festivalde dostluk kurduğum, yılların tiyatro emekçisi, son zamanlarda herkes kendisini şu an popüler olan, Camdaki Kız, dizisindeki rolü ile tanırken, biz biliyoruz değerli Tamer Levent’i. Ülkemizde ve yurt dışında yaptığı yönetmenlikler, gönüllülük esasına dayalı “Sanat için Evet” çalışmaları ile ortaya koyduklarını. Kendisi ile röportaj gerçekleştirirken benzeş bakış açısını fark ettim ve dedi ki:
“Sanat, insanın beynidir.
Aslında beynini kullanabilen, sanatın, kültürün beslenmesi ve insanlığın evrilmesi için doğru anlamda kullanılması için gerekli olması. İşte o zaman atomun insanlığın hayrına kullanılması, cerrahın doğru iş üretebilmesi, hatta siyasetçinin yaklaşımı bile doğru şekilde olur.
Atatürk diyor ki: Beyler, her şey olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız. Sanatçı olamazsınız sözü; bir işi ince ince düşünüp, toplumun menfaatleri doğrultusunda, ideallerin uygulanmasında, yine ince ince olunmasını ifade ediyor. Leonarda Da Vinci’nin, Mona Lisa tablosunu taklit eden ressam, bir iki günde yapabiliyormuş, bunu Louvre Müze müdüründen duydum.
Ama yüzündeki ifadeyi verebilen, ilk ve tek kişi Vinci. İnsanın bileği yapabilir ama yaptırabilen beyin olmalıdır. Sanatı anlarken o düşüncedeki oluşumları ürüne dönüştürebilmektir”
Sanat hayatı beyninle güzel yapmak, belki de…
O yüzden baktığınız yere, yüreğinizin sesini bırakabilmek sanırım. O yüzden geçtiğim yerlerde, her ne olursa olsun bir şey öğrenmeye çalışmak, fotoğraflamak ve anlatabilmek.
Biraz da derdi olan yani güzel bir dünya düşü olan ve bundan hiçbir şekilde usanmayan insanların işi.
Tamer Levent yine çok güzel şeyler söyledi. Bunu yazımın sonunda bahsedeceğim çünkü yarın Ses Tiyatrosunda, yani nice zorluklarla ayakta tutmaya çalışan Ferhan Şensoy’un, içinde yatıp, yaşadığı sadece bir yönetmen, bir oyuncu olmadığı alandan. O tarihi bitmiş binadan neler yarattı. İşte orada Beyoğlu, İstiklal Caddesinde işçi semt evi TKP, açılış konuşması yapılacak ve semt evi açılışı gerçekleşecek.
Zor ve para kazanmadığı zamanlarda bile, sahnesini ücretsiz açan bir aydındı, Ferhan Şensoy. En son yine sanatçılar için açtığında, yanımda sanat eleştirmeni, ustam Hayati Asılyazıcı, Ferhan Şensoy ve Timur Selçuk vardı.
Giderek yalnızlaşan dünyamızda, yarın yumruk yiyen bir diğer emekçi Orhan Aydın konuşma yapacak, biliyorsunuz salgın dönemi, çevrimiçi, 1Mayıs İşçi ve Emekçi bayramında ki anmada konuşmasından dolayı, sözde genç ve özel tiyatrolarda boy gösteren kişiler tarafından dalga geçilerek hakarete uğramıştı. Sadece emekçiler ile de dalga geçilmemişti, bu aziz toprağın her karışında kanı olan değerlerimiz ile de. Kuşaklar böyle yetişirken, sözlerimi yine sevgili Ferhan Şensoy’un o ilk kitabı Kazancı Yokuşu’nu hatırlatıp, Tamer Levent’e geçmek istiyorum.
Bilim ve Sanat, diyerek; çünkü benim olmazsa olmazlarım…
Kendisinin birçok ödüllerine rağmen Ankara Sanat ve Galileo Galilei performansı ile ödülü var. Onu sormuştum ve beklediğim cevabı verdi.
“Galileo Galilei çok önemli prodüksiyon çalışmasıydı, Ankara Sanat Kurumu, çok farklı uluslararası alanda da sayısız ödüle aldım, pek çok başarı, ödül elde ettim ama üç saat süren ve konservatuvarda tanımaya başladığım, Bertolt Brecht’de tıpkı Ferhan Şensoy gibi o da tiyatronun, hem sahne arkası ve önü olarak var olmuştur. Şiirleri ile olmuştur. Dünyada örnek kişilerdendir, Rönesans ve artık berraklaşan düşüncelerimde, yaşamı ve sanata evet diyerek, hala öğreneceğim çok şey olacağını düşünüyorum. Oyunlara kattıklarımda, yine öğrendiklerim ile gerçekleşiyor. Sanatçı, diye bir meslek olmadığını düşünüyorum. Maalesef durup durup sanatçılarımız, diyoruz. Sanat, düşüncesinin dürtüsünü duyup, bunları gerçekleştirebilecek meslek sahipleri demek istiyorum. Oyuncu, yönetmen, müzisyen, obuacılar, kemancılar, kolistler, solistler, konser sanatçıları, hikâye, roman yazarı vs. olan herkesin meslek adları ile anılması gerektiğini düşünüyorum. Bu meslekleri yapan insanların kendi mesleklerinin değerine inanıp, misyon edinerek yapabilecekleri çok şey var.
Oyuncunun her şeyden anlaması gerekir. Bakınız, Ferhan Şensoy’a, hem gişecilik yaptı, hem oyun yazıp, hem yönetti. Tüm bunların yanında, SES Tiyatrosunu ayakta tutmaya çalıştı.
İşte “oyunculuk” böyle çok yönlü bir iştir”
İşte o Ferhan Şensoy ki hala var olmaya devam ediyor.
Bu satırları eğer erken okuma fırsatınız olursa, bugün saat 16.00’ da SES TİYATROSU’ dayız, emekçiler ve sanatı anlamaya, öğrenmeye çalışanlar olarak.
Oradan da Suavi’nin başrolü üstlendiği, yine salgına rağmen gerek Beyoğlu’nda kalan iki halk sinemasından biri olarak sahiplerine (Şahin Dilbaz) ve Emek Sineması makinistliği olmak üzere, İstanbul’un sayılı sinema salonlarında makinistlik yapan (Ali Koçoğlu) emekçilere desteğimizi çekmediğimiz, Cinemajestic Sinemasında, yine değerli sanatçımız Suavi’nin başrol oynadığı, Şeyh Bedrettin’in anlatıldığı, daha önce ilk olarak Cumhuriyet Gazetesinde haberini yaptığım “Hakikat” filmini izleyeceğim.
Buradan yıllarca başta Yalınayak Sokrates, Sokrates’in savunması, Kuvay-i Milliye, Şeyh Bedrettin ile sahnelerde performans sergileyen Genco Erkal’a da sonsuz selam, sevgi ile…
“Eski zamanlarda hakikat âlimleri vardı, hakka yakın, riyadan kaçan,
GÖNÜLLER AŞK DOLA…”
Yorum Yazın