Merhaba,
Öncelikle www.muhalif.com.tr'ye yayın hayatında başarılar dilerim.
Bu ekibin bir parçası olmaktan çok mutluyum.
Haftada bir gün yazacağım. Kültür sanat konularına ağırlık vereceğim.
Pandemide en çok yara alan kültür sanat sektörü neredeyse bitme noktasına geldi.
Ne sinema ne tiyatro ne konser var… Her şey çevrimiçi devam ediyor, evlerden…
Umarım yaza doğru işler iyileşir.
Kendimi tanıtayım.
Ankara'da doğdum. Annem ve babamın görevleri nedeniyle uzun yıllar yurt dışında yaşadım.
Üniversiteyi Fransa'nın Strazburg kentinde okudum. Sosyoloji fakültesinden mezun oldum (lütfen Avusturya'nın Salzburg'uyla karıştırılmasın, o konuda herkes çok hassas. Avusturyalılar da Fransızlar da ben de).
Ben okurken 80 darbesi oldu. Ailem Ankara'dan İstanbul'a göç etti. Mecburen…
Dolayısıyla okul bittiğinde doğduğum, büyüdüğüm Ankara'ya değil, İstanbul'a ailemin yanına geldim.
İstanbul'a sadece yazları gelirdik. Hiçbir yerini bilmem, kimseyi tanımam… İstanbul’a, bir nevi paraşütle iner gibi geldim.
Hemen işe girdim.
Nerede çalıştığımı soranlara Cenajans diyorum. Yerini soranlara yol tarifim şöyle; geniş bir bulvardan iniyorsun, sonra kocaman bir meydan var. Meydanda yüksek bir otel var, o otelin yanından inen dar bir sokak, orda... gibi.
Tarif ettiğim yer Taksim, Kazancı yokuşu.
Tabi gülüşmeler!
Cenajans'ta kısa ama çok faydalı bir reklamcılık deneyiminden sonra Günaydın Gazetesi’ne girdim. Ekonomi muhabiri olarak.
O zamana kadar ekonomiye tam sayfa ayıran, ekonomi departmanı olan gazete yok. Bu bakımdan ekonomi gazeteciliğinin gelişmesinde Günaydın Gazetesi’nin katkısı büyük.
Yer Cağaloğlu… Yine büyük bir yokuş var ama artık İstanbul'u kısmen çözmüşüm, nasıl gidildiğini öğrenmişim… Soranlara ayrıntılı açıklama gereği kalmamış. Zaten bütün gazeteler de Cağaloğlu'nda.
Maaşta anlaştık, daha doğrusu cüzi bir para önerdiler, ben de kabul ettim. Ne de olsa işe yeni başlıyorum.
Birkaç gün geçmeden, şef geldi “sana bir fotoğraf makinesi ayarlayalım” dedi. Ben de pek sevindim. Fotoğraf çekmeyi biliyorum, babam öğretmiş. Sandım ki gazete bana fotoğraf makinesi verecek. Meğer öyle değilmiş. Makinemi kendim alacakmışım, maaşımdan kesilecekmiş. Zaten alacağım para malum, bir de kesinti olacak.
Çalışma şartları reklam ajansına göre çok farklı.
Gazete iyi satıyor, çok beğeniliyor. Ama şartlar zorlayıcı.
Herkesin bir masası varmış gibi duruyor ama aslında yok. Üç masa var. Bu üç masa bir şekilde birleştirilmiş, 6 kişilik yer çıkıyor. Ama 8 kişiyiz. Kısacası erken gelen oturuyor.
Bazen herkes aynı anda orada oluyor, ki bu sanıldığından daha sık oluyor. Zaten insan sayısı kadar daktilo da yok.
Özetle senden atik olman da bekleniyor.
Binaya "bobin" gelir, bir gümbürtü kopar, bina sallanır, deprem oldu sanırsın. Uzun süredir çalışanlar bunu artık fark etmez olmuş. Ama yeni başlayanlar için her seferinde bir sınav. Üstüne üstlük bina hafiften Pisa kulesini andırıyor, yani bir tarafa doğru yatık.
Atiklik şart, sağlam sinirli ve iyimser olmak ise hayrınıza…
Gazetecilik hayatına bu şekilde başlamış oldum.
Aradan neredeyse 40 yıl geçti…
Yeniden yazmaya başlıyorum. Çok heyecanlı.
Bundan sonrasını kısa tutacağım.
Özel televizyonların hayatımıza girmesiyle televizyon sektörüne geçiş yaptım. Son 30 yıldır televizyon sektöründe çalışıyorum. Neredeyse kesintisiz.
Her kademesinde, her alanında çalıştım. Mesleğimi soranlara “televizyoncu” diyorum.
12 yıl CNN Türk’te programlar koordinatörü olarak görev yaptım. Kanal satıldı. İşten çıkarıldım.
Bir yıl Woman TV’de haftada 4 gün bir kültür sanat programı hazırlayıp sundum.
Şimdi Halk TV’de pazar günleri yine kültür sanat alanında program hazırlayıp sunuyorum.
“Sanat Yaşam İnsan” dedim.
Sanat; yaşamı daha güzel ve daha anlamlı kıldığı için, insanı daha hoşgörülü ve daha iyi bir insan yaptığı için...
Haftaya görüşmek üzere.
Aslı öymenin samimi içten şeffaf yazısı ile tanıştım. muhalif.com.tr ile herkese hayırlı olsun başarılar :)