Son yazımda Türkiye’nin iç ve dış politikasında tam anlamıyla sarmala dolandığını yazmıştım. Bir dost da beni uyararak, Ankara’nın özellikle dış politikasında nasıl sarmala dolandığını sordu. Son bir hafta içinde New York’ta yaşanan gelişmeleri sırasıyla anlatırsam belki ne demek istediğim daha net anlaşılabilir.
Baştan başlayalım. AKP’nin de Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu yıllık açılış toplantısında yaptığı 37 dakikalık konuşmasının neredeyse 20 dakikasını İsrail’in Gazze’ye ve Lübnan merkezli terör örgütü Hizbullah’a saldırılarına ayırdı. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’yu Nazi Lideri Hitler’e benzetti. Bu konuşma doğal olarak insanları biraz şaşırttı. Bir yandan Gazze’deki Filistin halkının acılarından söz et, İsrail’i dünya aleme şikayet edip soykırım yapma suçlamasında bulun, öte yandan (ya da el altından mı demeliyim) İsrail’le tam gaz ticaretini sürdür. Olmuyor kardeşim.
New York’a gitmeden önce ABD’deki Yahudi lobileriyle bir araya gelip onların desteğini almak için türlü çabalar harcandığı ama sürekli olumsuz yanıtlar alındığı haberlere yansımıştı. Erdoğan’ın BM’deki konuşmasından sonra Washington merkezli, etkili Yahudi kuruluşu American Jewish Committe (AJC) X hesabından çok sert bir tepki verdi. Birlikte okuyalım:
“Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan BM Genel Kurulu’nda utanç verici ama ne yazık ki karakteristik konuşmasında Hamas’ın reklamını yaptı.
“7 Ekim günü Güney İsrail’de, İran destekli terorist örgüt tarafından 1,200 kişinin katledilmesini, 250’den fazla erkek, kadın ve çocuğun kaçırılarak işkenceden geçirilmesini, hatta bunlara cinsel tecavüz edilmesini “meşru bir direniş hakkı” olarak savundu. Burnunun dibindeki terör rejimine son vermek ve Hamas’ın elindeki rehineleri kurtarmak için çaba harcayan İsrail’e yüklendi.
“Erdoğan’ın utanmadan , teröre karşı mücadele veren İsrail’i Hitler’e benzetmesi soykırımcı anti-Semitiklerin klasik yalanlarının tekrarıdır.
“Bir devlet yetkilisinin, hatta bir NATO ülkesinin liderinin böylesine bir konuşma yapması hem hakaretamizdir hem zırvalamadır hem de hiç bir şekilde kabul edilemez.”
Erdoğan, New York’ta kaldığı bir kaç gün içinde Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) Baş Savcısı Kerim Han’la bir araya geldi. Erdoğan’ın Kerim Han’a, ICC’nin İsrail hakkında savaş suçlusu suçlamasıyla dava açması telkininde bulunduğu bildirildi. The Times of Israel’in haberine göre Erdoğan ayrıca Kerim Han’a İsrail’in savaş suçlarının kanıtı olduğunu söylediği fotoğraflarla dolu bir de albüm gösterdi.
Habere göre Erdoğan, Erdoğan Kerim Han’a, “İsrail Gazze’de soykırım yapmıştır,” dedi. Haber şöyle devam ediyor:”ICC Savcısı geçtiğimiz Mayıs ayında, Gazze’de olanlar nedeniyle Netanyahu, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ve trorist Hamas grubunun liderleri hakkında tutuklama müzekkeresi kesilmesini talep etmişti. Kerim Han’ın ofisi, Erdoğan’la görüşmesi hakkında bir yorumda bulunmadı.”
Burada ben de şunu sormak isterim: Kerim Han bu kadar Hamas yanlısı davranan Erdoğan’la görüşmeyi neden kabul etti? Bir mahkeme savcısı, hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi Baş Savcısı böylesine tek yanlı davranabilir mi?
Geçelim... Erdoğan New York’a gitmeden önce ABD Başkanı Joe Biden ve Başkan Yardımcısı Kamala Harris’le görüşmek için haberler göndermiş; ancak her defasında ret cevabı almış.
BM genel Kurul toplantıları sona erince geleneksel olarak her ABD Başkanı gibi Joe Biden da Beyaz Saray’da bir resepsiyon düzenledi. Resepsiyona, BM Genel Kurul’unda katılan bütün liderler eşleriyle davetliydi. Ancak Erdoğan son anda davete katılmaktan vaz geçerek özel uçağına atladığı gibi Türkiye’ye döndü. Erdoğan’ın apar topar Türkiye’ye dönmesi bir çok soru işaretine sebep oldu. Erdoğan acaba Biden ve Harris’ten randevu alamadığı için çok mu öfkelenmişti de resepsiyonu boykot etmişti? Erdoğan, resepsiyona bakanlar ve danışmanlar ordusuyla değil sadece eşiyle katılmak zorunda kalacağı ve o kadar insan arasında yalnızlaşacağı endişesiyle mi daveti iptal etmişti? Bir de son soru var.
ERIC ADAMS DURUŞMASI
New York Belediye Başkanı Eric Adams hakkında başta Türk Hava Yolları olmak üzere Türken Vakfı ve bir çok Türk şirketinden yüklü miktarda rüşvet aldığı suçlamasıyla dava açılmıştı. Dava Erdoğan’ın yola çıkmaya karar verdiği gün başlıyordu. Adams’a yöneltilen suçlamalar arasında tam BM binasının karşısında First Avenue’da bulunan Türk Evi’nin yeniden inşa edilmesi sırasında bir takım usulsüzlüklere para karşılığı göz yumduğu da bulunuyor. Örneğin binanın elektrik tesisatının New York İtfaiyesi’nin kurallarına uygun olmadığı, her an bir yangın tehlikesiyle karşı karşıya olunabileceği belirtiliyor. Acaba Erdoğan Adams davası başladığı sırada tatsız soruların hedefi olmamak için mi aceleyle seyahatini yarıda kesip New York’tan ayrılmıştı?
Bu arada, Sosyalist Enternasyonal toplantısı için New York’ta bulunan ana muhalefet CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel önceki gün Türk Evi’ne gitti. Çıkışta gazetecilerin Eric Adams’a AKP yandaşları tarafından rüşvet verildiği suçlamaları sorulduğunda Özel şöyle dedi:”Türkiye rüşvet vermeye ihtiyaç duyacak bir ülke değil. Binanın kazandırılması sürecinde jest gördüysek fazlasını ABD’nin Büyükelçiliği’ne tahsis edilen o muhteşem alan için yapmışızdır.”
Bak sen! AKP’nin marifetlerini savunmak CHP’ye ve onun Genel Başkanı’na mı kaldı? Ne yazık ! Ana muhalefetsen muhalifliğini bil kardeşim. AKP’nin mikrofonu gibi konuşmak size mi kaldı? Eric Adams hakkında FBI (Federal Soruşturma bürosu) rüşvet aldığı iddialarıyla bir yıl önce soruşturma açmış, cep telefonları, bilgisayarları ve tabletlerine el koymuştu. New York’ta daha dün Üçüncü Cadde’de (Third Avenue) binlerce kişi sokaklara dökülüp “Rüşvetçi Adams istifa” diye bağırdı. Bunu da mı görmediniz? Muhalefeti de, iktidarı da aynı.
Dönelim Erdoğan eliyle yürütülen dış politikanın ya da olmayan dış politikanın geldiği noktaya... Demin anlattıklarım dış politikanın sadece küçük bir kesiti. İsterseniz başka örnekler de vereyim. Üye ülkelerin bile, “Burası bir talk shop’tan (Bol bol konuşulup hiç bir somut projenin hayata geçirilmediği oluşum) öteye gidecek bir grup değil,” diye pek de ciddiye almadıkları BRICS’e katılmak istemek... NATO müttefikiyken Şanghay Grubu’na tam üye olmaya çalışmak, üstelik buna mazeret olarak da, “Ne yapalım? AB bizi oyalıyor. Biz de Şanghay Grubu’na gireriz,” demek... Ne anlama geliyorsa... Bir kere Şanghay Grubu bir savunma ittifakı. AB’yle nasıl karşılaştırılabilir? Bitmedi. NATO üyesi olduğunuz halde Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri almak... Bunu yaptığınız için 2.5 milyar dolar ödediğiniz F-35 savaş uçağı programından atılmak...Yunan gazetesi Kathimeri’ne göre ABD tarafından ,”Siz S-400’leri topraklarınızda tutun. Ama kontrolünü Adana İncirlik Üssü’nde bizim denetimiz altındaki bölüme bırakın. Bunu yaparsanız sizi yeniden F35 savaş uçağı programına geri alırız,” sözlerini işitmek... Bütün bu yapılanları da “Çok taraflı dış politika izliyoruz,” diye savunmaya çalışmak..
Dış siyaseti çok iyi yetişmiş, kariyer diplomatlar yerine İngilizce’yi dahi doğru dürüst konuşmayı beceremeyen, zır cehaleti nedeniyle hiç bir dosyaya hakim olamayan, kulaktan dolma bir takım laflarla diplomasi yaptığını sanan bir takım liyakatsız, benim adamım, dediklerinize bırakırsanız olacağı budur. Buna sarmala dolanmak değilse ne denir?
Yorum Yazın