Değerli okurlarım, hepinizin Şeker Bayramını gönülden kutlarım. Bayram denilince aklıma hemen Yahya Kemal Beyatlı’nın “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiri gelir. Ölümünden sonra toplanan şiir kitabına verilen “Kendi Gök Kubbemiz” ismi de bu şiirin ikinci beytinin başındaki bir tamlamadır. Tanrı için, güzel şiirdir. Bir ulusun tarihini, o ulusun en güzel mimarî eserlerinden birinin içindeyken hatırından geçirir Yahya Kemal Bey: “Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede, / Bir mehâbetli sabah oldu Süleymaniye’de. / Kendi gök kubbemiz altında bu bayrama saati, / Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi…” diye başlar ve devam eder…
Beşiktaş’ta, Barbaros Hayrettin Paşa türbesinin önüne dikilen bir heykel vardır. Bu heykelin üzerinde şu üç beyit yazılıdır:
“Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros belki donanmayla seferden geliyor.
Adalardan mı, Tunus’tan mı, Cezayir’den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi.
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor,
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?”
İşte bu üç beyit de Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiirindendir. Nasıl bir hayal gücüyse, bir bayram namazında halı üzerinde kurduğu hülya, Yahya Kemal Bey’i Barbaros’un Akdeniz’den dönen gemilerini gören bir iklime götürebilmiştir! Büyüleyici gelmiştir nazarımda…
Hani zevkler ve renkler tartışılmaz derler a, Neyzen Tevfik bu şiiri okumuş, beğenmemiş ve şöyle bir kıta yazmıştır:
“Edebî bilgini Hayrettin Kaptan,
Beş asır önceden biliyor gibi.
Ikına ıkına yazdığın şi’re,
Barbaros kıçını siliyor gibi!”
***
Her şey gelir, her şey geçer diye bir acı doğa kaidesi var ya; o şiirler, o hayal güçleri, o atışmalar hep geçti. Bir yavan yaşayış, bir lezzetsiz dünya kaldı sanki. Sadece hayat koşuşturmasında çıkış alan atletler gibiyiz. Gene Yahya Kemal Bey’e kulak kabartsak mı ne dersiniz:
“Çok saatler geçince hicranda,
Düşülür bir hayâle, zevk alınır:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmiyen bir ummanda.”
Kim bilir, belki de… Yalnız yaşadığım ömür, iki sene beni eve hapsetti… Ne gemiler geçmeyen ummanı gördüm, ne de o çalınan şarkıları duydum!
Bir Covid-19 virüsü girdi hayatımıza, İki sene doğru dürüst bayram yapamıyorduk. Hatta bu bayramlardan birinde şöyle de bir taşlama yazmıştım:
“Kahpe Covid vermiyor ilham bile!
Yaptı kaçarken biz, o ortam bile!
Oldu Covid pandemi artık ona,
Suçlama boş, az kalır itham bile!
Anlatılan tek konu, gündem Covid;
Hep o; kanallarda program bile!
Doğsa güneş gündüzümüz gün değil;
Şimdi karanlık daha akşam bile!
Geçti garip bir Ramazan Erdemî;
Bir sıradan gün gibi bayram bile!”
***
Bu taşlamamı bir sene sonra okurkenki haletiruhiyemi tahmin ediniz! Hatrıma o günler gelince bile bir ürperme duydum. Neyse ki bu yıl, aşılar sayesinde geçen seneki kadar izole bir bayram geçmeyecek lâkin gene bir soğukluk var havada! Baharın bu en tatlı günlerinin hafifliğinde uçamıyor; türlü çiçek rayihalarının kokularıyla serili yeni yollara dalamıyoruz nedense… Nedenler çok aslında:
Bir kere pahalılık tahammül sınırını aşmış vaziyette… Her yağmur yağışında aç çocukların gözyaşlarını düşünüyorum, içim parçalanarak! Her bakkala gidişte, aynı mala ödediğimiz paranın üstü azalıyor…
Tahammül sınırı siyâsî ve sosyal ilişkilerde de geçildi çoktan… Ezile ezile geçildi hem de yazık ki! Üslupsuzluk, pişkinlik ve samimiyetsizlik!
Öte tarafta sanat üretimlerinde bir adilik, ‘ben yaptım oldu’culuk, adam kayırmacılık ve dahi envai olumsuzluk!
Erozyon hayatın her sahasında bizi çölleştiriyor… Bu çölde bir elma ağacı istiyorum çok mu? Ne Hz. Havva gibi elmasını yemek için, ne de sör Newton gibi yerçekimini bulmak adına… Kemikleri bile kalmamıştır ya, o güzel şair Orhon Murat Arıburnu gibi şiirini yazmak için:
“Bizim dünyamız
Bir elma ağacıdır.
Dost bölüşür,
Düşman bölüşür,
Kuşlar bölüşür
Çıkarcılar,
Bir dağ olur aramızda
Dağlar delinir,
Gökler delinir,
Elbet delinir!”
Bu şiiri okuduktan sonra çocukluğumuzda bizi huzurlu uykulara daldıran masallardan, üç ayrı kişinin başına, üç elma düşmesini bekledim. Düşmedi. Çünkü göğe uzayan o ağacı çoktan kesmiştik!
Eskiden bu geçirdiğimiz bayrama “Şeker Bayramı” derlerdi. Büyüklerden böyle duyardım. Artık bir Ramazan Bayramı ismidir gidiyor… Haksız da sayılmazlar… Bir tadı mı kaldı ki “şeker” diyecekler! Bayram mı? O da artık senelerin dile yerleştirdiği bir alışkanlık; yaşamasak da söylüyoruz…
Yorum Yazın