Güneş, Tiber nehrinin kıyılarında batıyor ve imparatorluk sarayının mermerlerini, camlarını, muhafızların tulgalarını altın rengine boyuyordu. İmparator Claudius, resmi adıyla Marcus Aurellus Claudius Augustus, erguvan renkli pelerinini savurarak volta atıyor ve haberciyi bekliyordu. Birazdan kan ter içindeki haberci kapıda belirdi ve Claudius'un endişeyle beklemekte olduğu bilgiyi getirdi. Kuzeydeki 'barbar' kabilelere karşı açılan savaşta Roma Lejyonları yine yenilmiş ve tabana kuvvet kaçmaya başlamışlardı. Claudius, inandığı çok sayıda tanrı adına lanetler okudu...
Konusu "Sevgililer Günü" olan bir yazıda böyle lejyon, savaş, silah gibi sözcüklerin ne işi var demeyin lütfen. Savaştan, yani sevgisizlikten bahsedilmeli ki, o bir türlü hakkını veremediğimiz, aslında düpedüz bir mucize olan sevginin, aşkın kıymeti ortaya çıksın.
"Zalim" diye adlandırılan Claudius, savaşa ve askerliğe meftundu. Yetişkin her Romalı erkeğin asker olarak orduya girmesini istiyordu. Ordunun ikide bir uğradığı yenilgilerin Claudius'a göre tek bir sebebi vardı. Orduda yeterince asker yoktu. Çünkü Romalı gençler gidip dağda bayırda Asterix'le falan dövüşmek yerine, kentte karılarının, nişanlılarının, sevdiklerinin yanında kalmayı tercih ediyorlardı. Claudius kestirip attı: "Evlenmek bugünden itibaren yasaklanmıştır". Roma'da sevgiler zorunlu olarak yarınlara bırakılmıştı...
Sıkı bir pagan olan Claudius, hıristiyanlık faaliyetlerini de yasakladı. Romalıların sayıları yirmileri bulan tanrılara tapması emrini verdi, ama tabii ki bu emre karşı çıkanlar da vardı. Bunların arasında hıristiyanlarca Aziz olarak kabul edilen filozof Valentinus da bulunuyordu. Gezerek hem hıristiyanlığı yayıyor, hem de - daha tehlikelisi - birbirini seven gençleri, İmparator'un yasağına rağmen evlendiriyordu.
Valentinus’u yakaladılar. Zindana atıldı. Efsaneler de hemen yayılmaya başladı. Günümüze kadar gelen ve üç aşağı beş yukarı tüm sevgililer günü yazılarına dayanak teşkil eden bu efsanelerden birine göre de Valantinus zindan muhafızlarından birinin kız kardeşi olan Julia'nın doğuştan kör olan gözlerini dua ederek açtı. Hakkında verilen ölüm cezasının uygulanmasından bir gün önce Julia'ya bir veda mektubu yazdı. 14 Şubat 270 tarihinde Valentinus sopayla dövülmek suretiyle idam edildi. Aynı gün Julia'ya ulaşan son mektubunda, sevgiden, daha çok tanrısal sevgiden bahsediyor ve yazdıklarını "Senin Valentine'in" diye bitiriyordu.
Sevgiden yana olan ve daha sonra 'Aziz' ilan edilen Valentinus'un yandaşları onun öldüğü gün olan 14 Şubat'ı 'Valentin Günü' ilan ettiler. Zaten Romalıların 15 Şubat'ta kutladıkları bir Lupercalia festivali vardı. Baharın yeniden doğuşunun kutlandığı bir şenlikti bu. (Ne kadar da benziyor değil mi? Nevruz şenlikleri, Hıdırellez şenlikleri, Kakava şenlikleri. Hepsi de ilkbaharı karşılamak için. Aslında yeniden doğuşu kutlamak için. Sevgilerin yarattığı yeni doğumları, yani bereketi alkışlamak için. Bizim Hıdırellez'le Kuzey Amerika'daki bazı yerli kabilelerin bahar bayramı tarihlerinin az bir farkla aynı olması da işte bu yüzden). Lupercalia'da genç kız ve erkeklerin isimleri bir kavanoza konur, daha sonra da bunlar kuraya tutularak kimin kimle bir çift olacağı belirlenirdi.
Daha sonra kilise ileri gelenleri bu pagan kökenli şenliği, 14 Şubat'a çekip birleştirdiler. Aziz Valentine Hıristiyanlığın simgesi olan sevgi ve evlilik kuramı ile kişiselleştirildi, onun Lupercalia Festivali'nin arifesinde öldürülmüş olması iyi bir rastlantıydı, böylece Roma'nın bereket ve döllenme kutsamalarıyla, Hıristiyanlığın evlilik ve çoğalma ilkesi bütünleştirildi. İşin en trajikomik yanı da yüzlerce yıl önce aşkı yasaklamış bir zorbanın adının, aşk günü, sevgi günü olan "Valentine's Day"le anılması oldu. Aşkı yasaklamanın acısı binlerce yıl sonra da olsa böyle çıkıyordu işte.
Kutlanmasına gerek var mı?
Aşk gibi en güzel duyguları bile paraya çevirmenin büyük ustası olan Amerikalılar, Sevgililer Günü'ne de el atmakta gecikmediler. Leslie Howard adlı bir aşık genç kız, bütün aşıklar gibi sevdiceğine 14 Şubat'ta bir kart attı ve sevgililer gününü kutladı. Sonra da o dönemin Amerika’sının en uzak eyaletleri, Idaho'dan Nebraska'ya, Arkansas'tan Batı Virginia'ya "Sevgililer Günü" kartları havalarda uçuştu 14 Şubatlarda. Şimdi de telefon ve elektronik postalar vızır vızır işliyor "Saint Valentine"de.
Gerek var mı?
Eğer yüreğiniz zaten domur domursa, durduk yerde ağlamaklı olup, aslında adını bile duymadığınız Özdolaybağıspor'un beşinci kümede şampiyon olduğunu kazara okuduğunuzda sevinçten havalara fırlıyorsanız...
O tarih dersi sözlüsüne kaldırıldığında, soruları bilemeyeceğinden korkup, kurtarmak için "Hocam beni kaldırsanız, iyi çalıştım" diye ortaya atlıyorsanız...
Akşam yemeğinden sonra kahve içerken, bembeyaz olmuş saçlarına, damarları fırlamış ellerine bakıp, "Ya önce o giderse, ne yaparım ben onsuz" diye gizlice endişeleniyorsanız 50 yıllık sevgiliniz için...
Gözleri gözlerinize değdiğinde felaketiniz oluyor ve ağlıyorsanız, üstelik sizi sevmediğini de biliyor olmanıza rağmen, ağaçlar size kuş gibi gülüyorsa, bir rüzgâr aklınızı alıyorsa...
Kent çığlık çığlığa ter dökerken, günler ve geceler boyu onu düşünüp, upuzun sigaraları fukara Bafra sigarası gibi iki nefeste tüketiyorsanız...
Bir eski zaman aşığıysanız, yani sevmek kadar katlanmak da geliyorsa elinizden...
Yani insan gibi aşıksanız, adam gibi, kadın gibi, genç gibi, yaşlı gibi gümbür gümbür seviyorsanız, ayrıca telefonla, kartpostalla, elektronik postayla, duvar afişiyle, gazete ilanıyla, havai fişekle, koskoca meydan ateşleriyle, tayyareden kent üstünde kağıt atmakla, deniz üstüne Rum ateşinden sönmez yazı ile "seni seviyorum" diye yazmakla, Boğaz köprülerinin bir ucundan bir ucuna mahya çekip, "Seni her gördüğümde yüreğim güvercin takla oynuyor" diye ışık yakarak durumu ayrıca bildirmeye gerek var mı?
Var... Vallahi de billahi de gerek var. Nasıl olsa biliyor, kaç kere söyledim, ispat ettim, gösterdim falan demeyin. Bir daha söyleyin sevginizi. Bırakın başkaları da duysun omuzdaşlığınızı, yoldaşlığınızı.
Ona duyduğunuz sevgiyi, arkadaşlığı, hayranlığı, güveni, kıskançlığı, sevişme isteğini, fırsat bu fırsat bir kez daha dillendirin... Erişebiliyorsanız bir öpün yahu... "Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da ve hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil".
Sevgileri yarınlara bırakmayın. Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi, bitmeyen işler yüzünden kalbinizi dolduran duygular, kalbinizde kalmasın. Ayrılık sevdaya dahil ve sevgiyi söylemek için beklediğiniz geniş zamanlar, inanın pek yok. Ertelemeyin, ertelemeyelim...
kaç kişide sevdigini söyleyecek césaret varki veyaı öpücüğü göderecek.