Sevmenin zamanı mı olur?
Elbette olmaz. Üstelik ne yaşı, ne de zamanı olur. Bakmayın siz beylik tabancası olmadan atıp tutanlara. Sevmek ve yaratılmış her varlığı sevmek, insan, olabilmenin en büyük erdemidir, özünde.
İnsan sevmese, nereden yakılırdı türküler, bakmayın siz türkü yerine otel ve insan yakanlara.
İnsan sevmese, nasıl yazılırdı, şiirler ve çekilirdi filmler ve de yazılırdı hikâyeler…
METİN ERKSAN ATİLLA DORSAY VE BEYOĞLU SİNEMASI
Bilhassa Pandemi dönemi ama ondan öncesi makinist Mehmet Navroz Bey ile başlayan sohbetler, röportajlar ve çekimler. Salgın dönemi bizi kolonya ile kapıda karşılaması. Kısa bir mola veren sinemanın, hayatta kalması için tüm zorluklara rağmen çabam. 1969 yılının Oscar ödüllü filmi ve diğer afişlerin yer alarak yeniden tanzim edildiği zaman. Sonra da kapısında ağlayarak çekim yaptığım ve elde var sıfır mı diyeceğiz, EMEK, gözbebeğimizden sonra gençlik hatıralarımızın başkentleri, İstiklal Caddesinin, güzide sinema salonlarından Beyoğlu Sineması’na derken, İBB’nin katkıları ile hayata geçecek olduğuna tanıklık ettik. Netice de haftanın neredeyse üç, dört günü tüm sinemasever ve yazar dostlarla buradaydık. Acılarımız, sevinçlerimiz, yeni yılda kart alıp, birbirimize hediye vermelerimiz. Kayıplarımız, velhasıl pek çok şey paylaşılan mekân, dediğim gibi en çok da gençlik zamanımızın hatırası.
Bu kadar emek verdiğim, yazdığım, çabaladığım mekân açılıyor ama davetli değiliz! Sevgili Atilla Dorsay ve söyleşiyi yapacak olan dostumuz, Burak Göral olmasa, sanki hiç var olmamışsız! Salgın boyunca, hiç kimse sokağa çıkmaz iken o alanlarda tek başına boy gösteren, adeta bu gelişmelere sebep olacak haberleri yazan, değilmişim gibi! Şimdilerde böyle bir şey türedi. Bazı kendilerine çalışan gruplar, belledikleri kişileri listelerine alıyor, gerisi Allah kerim! Bunların içinde bakmayın bizim gibi Atilla Dorsay’ın öğrencilerine. Ona da aynısını yapabiliyorlar. Cehaletin zirve yaptığı çağda kim, neyi hangi çapına göre değerlendiriyorsa. Kimin nerede, ne yazdığı, saatlerce ne şekilde emek ve efor harcadığının önemi yok! Zaten bizim içinde yok! Bize saygı duymayana, biz niye saygı duyalım? Bu konular gibi bazı konuları konuştuğumda, geçmişte de Hocamız Atilla Dorsay’ın ne kadar da haklı olduğunu, zaman en iyi şekilde gösteriyor. Netice de bizi tanıyan tanıyor! Daha doğrusu bilen biliyor, bunu da yine sevgili Atilla Dorsay hocamız, T24’de ki 14 Ağustos 2023 tarihli, “Pembe pembe gönlüm sende” başlıklı, Barbie filmi yorumunda yazdığı gibi:
“Oyunculara gelince Margot Robbie ekrana parlak bir dönüş yapıyor. 33 yaşındaki Avustralya kökenli oyuncunun Oscar ve Altın Küre adaylıkları var. Bu filmde o enfes yeşil gözleriyle bize Grace Kelly, Melina Mercouri, Lauren Bacall, Anita Ekberg gibi cazibeli yıldızları düşündürdü. Bana biraz da yakın dost Emel Seçen'i... (Onu tanıyan tanır!)... Ken'de Ryan , Tuhaf Barbie'de Kate McKinnon, Mattel şirketinin başındaki eksantrik patronda özlediğimiz komedyen Will Ferrell de çok iyiler. America Ferrera, Dua Lipa, Michael Cera gibi oyuncular da harika. Finaldeki bizi Barbie efsanesinin başlarına götüren 'yaşlı kadın' sahnesine de dikkat lütfen. Tüm masalın yola çıkışı orada yatıyor.”
Genç kızlığımda, bir filmden diğer filme koşarken ve festival kuyruklarında beklerken, acaba Atilla Dorsay’ı görürde, bir soru sorabilme imkânımız olursa diye, elimizde gazete kupürü ve dergilerle, dolaştığımız zamanlar… Hiç yüksünmeden taşıdık, çünkü bizi biz yapan unsurlardı. Zorla bulaşmadık, ün kazanmak, kendimizi göstermek içinde değil. Sadece sevdik, saflık dolu hayallerimiz, faydalı olabilmek ama önce kendimizi de sanatla beslemekti. Gün geldi, o soruları, güzel ve sevgi dolu, Dorsay çiftinin, hem de yakın dostum, saygı duyduğum değerli büyüğüm, Leman Dorsay’ın, kendi elleri ile pişirdiği yemekleri yerken sordum. Bazı değerler; ne yazılır, ne de yazılsa da anlatılabilir. Çünkü o sadece size aittir. Gözlerim yeşil değil ama o geniş evrensel dünyasında beni dünya güzelleri ile aynı kategoride tutması son derece onur verici. Belki de çocukuğumuzda “Yalnızca benim için bak, yeşil yeşil “ şarkısı ile büyüdüğümden ve yeşile tutkumu bildiği içindir. Ama hepsinden önemlisi, kendi ayakları üzerinde durabilmeyi becermiş, kendisi gibi mücadeleci, güzellikten de öte insanı değerlere Barbie filminden esin aldığı için olmalı. Zaten beni haber vermek için aradığında, “ Sevgili öğrencim, nasılsın? Ben bir şey yaptım. Ya bana kızacak ya da teşekkür yazısı yazacaksın.” dedi.
Sevgili Hocam, ne desem, ne söylesem az kalır. Beyoğlu Sinemasının açılış yazısına denk getirdim, bende ki yerinizin ailecek ne kadar kutsal olduğunu yeninden yineleyerek.
“Yürekten teşekkür ediyorum. Sağ olun. Var olun!”
Değerli Hocam, Etiler’de, EtilerFest Şükran ve Emek ödülü, şahsınıza takdim edildiği günde açık havada da yanınızdaydım, hatta yine Beyoğlu Sinemasının açılış gününde olduğu gibi Türkân Şoray’da oradaydı. Sonra ki ilk söyleşi, Sevmek Zamanı’nda. Ve içimizden biri sevgili Korkut Ağabey (Korkut Akın) geçmişte, bu konu ile ilgili yazısında, “Hepimiz Gogel gibi Atilla Dorsay’ın paltosundan çıktık”, demişti. Sinema yazanların hocası, SİYAD’ın kurucusu, ilklerin insanı, Atilla Bey’i, anlatırken yine benim gibi yıllardır dostlarından, Burak Göral’da bu sözü kullanmıştı ve açılış sonrası birlikte gerçekleşen ilk söyleşide yeniden kullandı.
Bizim gibi sinema tutkunları için İstiklal Caddesindeki sinema salonları, bazı özel filmler ki içlerinde, Metin Erksan-Sevmek Zamanı (1965) başka bir yer teşkil eder. O gece Burak Göral’da bunu çok iyi ifade etti. Baktık ki salonun dolu salonunun neredeyse tamamı henüz filmi hiç izleme imkânı bulmamış. Şanslılar, Atilla Dorsay’ın anılarından başlayarak bu yolculuğa geçtiler üstelik de bizim gibi yıllarca beklemediler. Mikrofonun azizliğine rağmen, kaç yaşında adam ayağa kalktı ve dakikalarca sesinin duyulmasını sağlayarak, sinemayı anlattı.
İşte bu sevmektir. İşini sevmek, inandığı işi yapmak, yapılan işe özen göstermek hepsi bu derinlikte gizlidir.
Fatih’de sur içinden geçtik, büyüdük,Türkan Şoray ile ve rahmetli babası, rahmetli babamı tanırdı ve çocukken bir gün Fatih, Akdeniz Caddesinde yolda karşılaştık. O muhteşem kirpiklerin nereden geldiğini, ilk orada gördüm.
Tüm hayallerimin, sevda türkülerimin, belki de çocukluk düşlerimin kanatlı yazlık sinemalarının düşünün toplamıdır, gördüğüm yüzler, sevgiler, dostluklar… Gerçek bir dost, en sıkıntılı anınızda yanı başınızda olan değilse nedir? Hastane de, düştüğünde, güzel günlerde; fuarda, kitap günlerinde, söyleşilerde, Dorsay Ailesi..
Onun için Atilla Bey, beni istisnasız her basın film ön gösteriminde, ne kadar şanslıyım ki hep o eşsiz tango ile karşılar. Yanı başında, hiç ayrılmayan ve gerçek bir örnek çift olan Leman ve Atilla Dorsay’ın, Leman Hanımın içten ve tatlı gülümseyişi ile başlar, Atilla Bey’in bana şarkısı daha doğrusu tangosu :
“Her Emel’im, her arzum yine sensin. Bu emele bu gönül nasıl ersin.” Yine Fatih, Şehzadebaşı doğumlu, bu eşsiz eserin sahibi rahmetli Fehmi Ege’nin kendisini ve Şecaattin Tanyerli, Esin Engin’i de rahmet ve saygıyla anıyorum, bu vesile ile.
Tabii tüm bunlar, Atilla Dorsay’ın aynı zamanda bir müzikolog kadar ciddi müzik tutkunu ve arşivi olduğunu hatırlatmak isterim.
Büyüğüm, hocam, değerli nevi-i şahsına münhasır, İstanbul Beyefendisi, Atilla Dorsay’ı tanımak, yaşamak, dostluğunu kazanmak, aynı değerde hanımefendi, tam bir aydın Leman Dorsay’la sadece sohbet etmek bile ayrı bir keyiftir.
İyi ki varlar ve yeniden Beyoğlu Sinemasına onlarla beraber girmek, yeni yılda umutlarımız kadar coşku hissettirmekte.
Sait Faik’in dediği gibi “Sevmek, bir insanı sevmekle başlayacak her şey!”
EMEL SEÇEN
Yorum Yazın