Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu


Sığınmacı karşıtı tepkilerin ilginç bir değerlendirmesi

Sığınmacı karşıtı tepkilerin ilginç bir değerlendirmesi

Geçtiğimiz hafta(12 Eylül 2024) “The Economist” dergisinde yer alan “Türkiye Suriyeli sığınmacıları savaş bölgesine geri göndermeye çalışıyor” (Turkey is trying to deport Syrian refugees back to a war zone) başlıklı haber bir değişimin dışarıya yansıması nedeni ile ilginçti. Yasal ve yasal olmayan sayılarından hiç kimsenin emin olamadığı Suriyeliler Türkiye’nin başındaki tek sığınmacı veya göçmen derdi değil. Ancak başından beri kampların dışına çıkmalarına, şehirlerin kenar mahallelerine yerleşip dilenmelerine göz yumulan Suriyeliler, kısa zamanda göze çöp oldu. Kimilerine göre sayıları 10 milyona varan sığınmacılara devlet kesesinden verilen desteklerin de Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Ofisinin( UNHCR) öngördüğü sınırları aştığı izlenimi, ekonomik sıkıntılarla boğuşan halkın giderek daha da sığınmacı karşıtı haline gelmesini sonuçlandırdı. Zaten adı geçen yazının özü kısmen dayanağını bundan alıyordu. Suriye iç savaşının ilk yıllarından itibaren ve özellikle Özgür Suriye Ordusuna(ÖSO) destek vermek için TSK nin Suriye’ye girdiği 2015 den sonra güney sınırımızda başlayan Suriyeli akını hızlanarak ve denetlenmeden arttı. Gelenler, sadece Türkiye’de de kalmadı. Her yöne, her yere gitmeye çalıştılar. Hatta o tarihlerde aralarında 6000 km yol kat ederek önce Rusya’ya kapağı atan sonra Norveç’in Kirkenes sınır kasabasından Avrupa Ekonomik alanına geçen yüzlerce Suriyeli tespit edildiği açıklanmıştı. Nice Suriyeli ise Ege ve Akdeniz’de çoluk, çocuk telef oldu. Sonra artık hepsi her yerdeydi. Midilli’de, Girit’te, Macaristan’da veya Danimarka’da.

Ne İsa’ya, Ne Musa’ya Yaranabilen Türkiye

Yeni kavimler göçünün vahametine gecikerek ayan Batı Avrupa ve AB, bir taraftan Esat güçlerine karşı muhalifleri desteklemeye devam ederken, diğer taraftan Türkiye ile 2013 sonunda göstermelik bir vize serbestisi ve geri dönüş anlaşması imzaladı. Buna karşılık hem AB den, hem de BM den sembolik ve nereye harcandığı pek anlaşılmayan mali destek geldi. O tarihten itibaren özellikle Güney Doğu illerimizde sayıları 20 yi aşan sığınmacı kampları açıldı[1]. Tabii kamplardaki insanların hepsi orada tutulamadı. Ama anlaşmalar gereği geride kalanlara sağlık ve eğitim hizmeti verildi, bakım ve beslenmeleri sağlandı. Sonuç? O yıllarda ABD de rastladığım Washington DC. deki bir ÖSO temsilcisinin, bir toplantıda “Türkiye’deki toplama kamplarında” sığınmacıların neler çektiğini anlatmasını hiç unutmuyorum. Kimselere yaranamamıştı Türkiye. Ama Batı yavaş yavaş muhalif gruplardan desteği çekerken, Ankara Şam yönetimine karşı en galiz hakaretleri sürdürürken TSK in Suriye’de sıkışıp kalmasına izin verdi. Siyasi vesayetin iş bilmezliği ile bir çıkış planı olmadan Kuzey Suriye’ye giren ordu orada hala işgalci güç durumunda. Şimdi Ankara Şam’a göz kırpıyor. Ama Esat “önce ülkemden çıkın, sonra normalleşme” diyor. Türkiye 9 yıldır süren bir savaşın ve bunun yarattığı sığınmacı akınının etkisi ile ekonomik açıdan perişan. Toplumsal sorunlar da işin cabası. Şimdi Ankara artık kendi öz vatandaşına yaranamıyor. Ahlakı elinin tersi ile itip, dine sarılsa da yaranamıyor; Bayram namazını kılamadığı Emeviye camiine karşılık sadece İstanbul’da açılan yüzlerce yeni camiye rağmen yaranamıyor. Evet, sığınmacılara tanınan olanakların vatandaşa tanınmaması zaten bir başka huzursuzluk kaynağı.

Esenyurt Örneği ve İskân Politikası Yokluğu

Sözünü ettiğim makalenin ikinci cümlesinde “birçok Türk, Suriyeli sığınmacıların ülkelerini değiştireceğinden korkuyor” ifadesine yer verilmiş. Güvenlik güçlerinin Esenyurt’ta her 5 dakikada bir Suriyelileri derdest edip, otobüse bindirmesi ve savaş bölgesine göndermesi kınanmış. Sadece bu yıl 34.600 belgesiz göçmenin yakalandığı ve Suriye’ye sınır dışı edildiği açıklanan yazıda, Türk hükumetinin bu insanların temel haklarını ihlal ettiği ve bunu daha çok 2023 seçimleri sırasında muhalefetin sığınmacı ve göçmenlere karşı tutumunun zorlamasıyla yaptığı anlatılmış. Resmi verilere göre 3.1 milyon Suriyelinin Türkiye’de bulunduğu eksik veya yanlış bilgisi de ihmal edilmemiş. Ayrıca yine fatura Osmanlı İmparatorluğu çöktükten sonra kurulan Cumhuriyetin yarattığı yeni Türkiye’deki Arap düşmanlığına çıkarılmış. O tepkinin biraz milli devletin kurulması aşamasında gelişen bilinçlenmeyi, ama daha çok Filistin cephesinde savaş sırasında ve Yıldırım Orduları çekilirken Arapların Mehmetçiğe reva gördüğü muameleyi bilmeyen bir yazar kaleme almış. Asker şiirlerini, çekilen acıları ve dökülen kanları belki bilip de umursamayan yazar çalakalem bir haber yazısı kaleme almış. Suriyelilere şehirlerde gayrimenkul satılmasının veya tarım arazilerinin kiralanmasının yarattığı gerilimin her ülkede yaşanabileceğine hiç değinilmemiş. Yazıda Osmanlı’yı yeniden kurmak hayali ile hareket eden Ankara’nın, siyasi nedenlerle göç ve sığınmayı teşvik ettiği dönemde, imparatorluğun 350 küsur yıl sürdürdüğü iskân politikasından hiç nasibini almadığı, sığınmacılar Türkiye’nin dört bir yanına yayılırken, yerleştirmenin özenle ve bir sisteme dayanarak yapılmadığı göz ardı edilmiş. Ankara’nın Cumhuriyet döneminden de iskân politikası öğrenmediğine önem verilmemiş. Yani iktidara bir eleştiri yok. İskân politikası acaba Ankara’nın umurunda oldu mu diye sorulmamış.

Artık Umurunda ama Farklı Nedenle

Makalede “Türkler, Suriyelilerin varlığına olduğu kadar, T.C. İçişleri Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de doğan 700.000 Suriyeli bebeğin yaratacağı demografik etkiyle bir kültürel kayma yaşanacağından korkuyor” denmiş. Tabii Narin çocuğa, Sıla bebeğe sahip çıkamayan Türkiye’nin bu 700.000 bebekle ne yapacağı da dikkatlerden kaçmış. Kendi çocuğunu iyi yetiştiremeyen ve koruyamayan Türkiye şimdi belki ümmetçilikle her grubun kendi dilini konuştuğu, o dilde eğitildiği bir ortamda bu işin üstesinden gelinebileceğini ve sürdürülebileceğini zannediyor.  Mantık “Suriyelileri yetiştiremiyorsak, yerli halkı da bilimden yoksun bir eğitim ve Allah korkusu ile yetiştiririz ortalamada eşitlenirler” mi? Ama böyle bir cehaletle bunlardan kaçı daha Narin veya Sıla bebeğin akıbetine uğrar, acaba Ankara’nın umurunda mı? Yazı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halkın korktuğu kültürel dönüşümü umursamadığına parmak başmış. Öyle ya halkın Araplaşması veya Suriyelilerle ikamesi şayan-ı tercihti. “İsteyen gitsin”, kalanlar bizimdir de öyleydi. Asıl beklenti gelenlerden seçme ve seçilme hakkı elde edenlerin gelecek seçimlerde yine AKP ye oy vermeleriydi. Ama demek bu kadar da basit değilmiş. “Artık sığınmacı sorunu Erdoğan’ın da baş ağrısı haline geldi” diye sona ermiş yazı. Çünkü Türkler yabancı ve özellikle Suriyeli düşmanı olmaya başladı da ondan. Açıkça muhalefet bu düşmanlık ve kini körüklüyor denmemiş. Ama satır aralarından o da okunuyor. Yani kabahat önce Cumhuriyetin, sonra Türkiye’deki demokrasinin. Ah şu Cumhuriyet ve muhalefet olmasaydı ne kadar iyi olurdu hem iktidar, hem de Batı için!   

[1] Halen Türkiye’nin iki buçuk yıldan beri 10 şehirde kurulan 20 geçici barınma merkezinde 200 binden fazla Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yaptığı bilinmektedir. Ayrıca, remi bilgilere göre geçici barınma merkezleri dışında yaklaşık 500 bin Suriyeli sığınmacıya sağlık, eğitim ve gıda yardımı sağlanmakta olduğu açıklanmaktadır.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar