Şimşek Bakan, ekonomiyi yeniden rayına oturtmak için hala uğraşıyor. Ama görüntü biraz “çabalama kaptan ben gidemem”. Çünkü kamuoyu güveni yelkenlerini şişirmeye yetecek rüzgârı estirmiyor. Küpünü doldurmaktan başka bir şey düşünmeyen, siyaseti siyaset için yapan politikacılar ve kişiselleşmiş politikalar artık inandırmıyor. Tepeden tırnağa pek çok şeyin değişmesi, talancı zihniyetin sona ermesi, ibret-i âlem için ülkenin kanını emen sülüklerin cezalandırılması gerek. Yeni vergilerle açıkların kapatılması zor. Zaten önlemler o kadar sınama/yanılma ile alınıyor ki hesapsız hedefler kadar atılan geri adımlar da sistemi yalama ediyor. Ensesi kalınların ayrıcalıklarını koruyacağı bilindiği için, istisna ve tavizlerle adaletsizliğin derinleştiğini görmek vicdan sızlatıyor. Şimşek adaletsizlik ekiyor, huzursuzluk ve isyan biçiyor. İstikrar önlemlerinin birinci yılı dolarken güvensizlik tek sorun değil. Şimşek’in iş yapışında hep bir teknik yaklaşım sorunu var. Bu zamanında yapılmayan ve geciktirilen müdahalelerden öte bir sıralama veya politika eşleştirme sorunu.
Kerhen Geldi, Zar Atar Gibi İş Yapıyor
Şimşek’in Cumhurbaşkanı ve danışmanlarının güdümünde yeterince özerk olamayan ekonomi programında, ilk müdahalenin Merkez Bankası ile para ve faiz politikasıyla olması nas kisvesinde sunulan ucuz kredi ile yandaş fonlamanın sonuna gelindiği ve rasyonel bir çizgiye geri dönüleceği izlenimi verdi. Ancak gerisi gelmedi, çünkü üzerindeki vesayet Şimşek’in elini kolunu bağlamış durumda. Bakandan bir Cavallo veya Menem reformları beklenmedi. Yine de daha iyisini yapabilirdi. Faiz politikasının “Para Aktarma Ticareti(Carry Trade)”[1] gerekçesiyle sonuna gelindi. Yoksa sıcak para giriş-çıkışlarını hesaba katamadı mı Şimşek? İlk vergi adımları umutla fazla tepki çekmedi. Ama kara delikler o kadar büyük ki, mükerrer vergilerle bile kapanmadı. Şimşek içeride ve dışarıda hala Türkiye’yi uçurumun kenarından döndürmekle yükümlü. Ama içeride ekonomik istikrarı sağlayamıyor, dış kaynak ta bulamıyor. Bulduğu ise nereye gidiyor belli değil. Türkiye’yi “Mali Eylem Görev Gücü (FATF)[2]” ve “ABD nin Düşmanlarına Yaptırımlarla Karşılık Verme Yasası (CAATSA)” gibi kara listelerden çıkaramazsa ülkeye serinkanlı yatırım sermayesi gelmez. Bakanın, şahsi uluslararası itibarı için azami çabayı harcadığına eminim. Ama kerhen üstlendiği görevde başarısızlığın bir bedeli yok. Olmazsa geldiği yere döner. Vicdan muhasebesi bile yapmaz. Şimşek Japon değil ki başaramadı diye intihar etsin. Nebati ne yaptı ki Şimşek yapsın? Ülkeyi daha da batırdı gitti, şimdi sefa sürüyor. Kendisine vergi mükellefi cebinden verilen korumaların ve özel ayrıcalıkların keyfini çıkarıyor.
İsrafı Önleyemeyince Yeni Vergi Salmak
Vergi paketlerinden önce kamudaki israfı önlemeye odaklanılması gerekirdi ki Şimşek bunu zaten yapamazdı. Onu göreve geri çağıranlar da bunu istemezdi. Sadece zevahiri kurtarmak istediler. Bozulan gelir dağılımı siyasi baskı haline gelince, EYT ile emekliler ordusuna katılanlar ve enflasyonu yakalamaya çalışan ücret ve maaş zamları kamu bütçesine yeni yük getirdi. Hala da zam gerekiyor. Ama bunlar zaten, 600 milletvekili, Cumhurbaşkanlığı, danışmanlar, bakanlar, RTÜK, SPK ve bilhassa Diyanet gibi kamu kuruluşlarının başkanlık ve kadrolarına verilen katmerli maaş ve yan ödemeler yanında devede kulak. Bari zam yapılırken hemen kuyruğa girmeseler! Sık yapılan debdebeli, abartılı, yandaş kalabalığı bol dış gezilerin yükü yanında Allah rızası için verilen sadaka. Şimşek israfı engelleyebilseydi sadece güven tazelemekle kalmaz, adı ile anılacak başarılı bir modele imza atmış olurdu. Vatandaşın elini ağır ekonomik yük altına sokarken isyan etmemesini sağlardı. Zorluğun da adil paylaşılması gerektiğini demek bilmiyor. Yunanistan krizinde hem AB, hem de IMF, vekil ve bakan maaşlarının indirilmesini şart koşmuştu. Şimşek hiç olmazsa bunu hatırlasa ve kopya çekseydi!
Tabii bir de vergi takati var değil mi? Türkiye’yi bundan 80 yıl öncesi ile karşılaştıracak değilim. Ancak o zaman siyasi iktidarın basireti ile savaş dışında kalan Türkiye, buna rağmen siperlerde asker tutma mecburiyetinden dolayı vergi adaletini gözetmeden Varlık Vergisi ihdas etmişti. Bunun ceremesini CHP yıllarca çekti. Şimdi Şimşek aynı hataya düşerek, köylüden de vergi alma çabasında[3]. Bu “Bile bile lades” de bir kurgu mu acaba? Belki de aslında istenen tarımı tamamen yok etmek; köylüyü toprağından söküp atmak ve topraklarını yabancıya satmaya mecbur bırakmak. Şimşek’in “Yokluk Vergisi”, tarımda çiftçiyi sığınmacı ile ikame edecek. Fırsat bu fırsat yerli çiftçi yerine yabancı sınai tarım işletmesi düşüncesi, belki Bakanın Dünya bankasına başka bir taahhüdü.
Tevazuu ile Tasarruf Erdem. “İsraf ile İtibar” Tefessüh
Şimdi tü kaka edilen Cumhuriyet eliti, savaş yıllarında kendiliğinden hemen kemerleri sıkmış ve mahrumiyeti paylaşmıştır. 1940lı yıllarda öğrenci olanlar babalarının asker kaputlarından bozma mantoları ve pençeli ayakkabılarıyla okula gittiklerini anlatırken, “Vekil ve yüksek bürokrat çocukları da okula öyle gelirdi” der ve bu nedenle ters yüz edilmiş gocuklarından gocunmadıklarını anlatırlardı. Görmüş geçirmiş ve Cumhuriyete gönül vermiş ailelerin tevazuu erdem olarak kabul eden çocuk ve gençleri, babalarının canları pahasına yeni baştan kurduğu ülkeye gönüllü tasarrufları ile katkıda bulundukları için hep gururluydu. Neden iktidar şürekâsı bugün aynı şeyi yapmıyor? Oturdukları makamlarda itibarın ancak varaklı koltuk ve her alanda israfla korunabileceğini mi sanıyorlar? Belki de asıl istedikleri ülkenin omurgasını onarılamayacak şekilde kırmak. Herhalde yeni nesil siyasiler, yakınları ve laik Cumhuriyet düşmanlığını asli görevi kabul eden yeni icat “ruhban sınıfı”, bu ülke battıktan sonra başka yerlerde yaşamayı planlıyor olmalı. Bu yüzden New York’ta gökdelenler, villalar, İngiltere’de veya başka yerlerde konut siteleri, Bakan Şimşek’in arttırmaya çalıştığı eski ve yeni vergilerden, kurumlar ayrılan bütçelerden veya bürokratların hak etmediği katmerli maaşlardan dışarıya akan paralarla satın alınıyor. Tebdil-i mekânda ferahlık bulacaklarını mı sanıyorlar? Gazete haberlerinden yüzleri kızarmıyor. Ne gözle bakıldıklarını umursamıyorlar. Sıkışınca muhaliflerine “Sen kimsin?” diye tepeden bakmaları ve kafa tutmaları var ya! Hani bir de “haddini bil” ekliyorlar! İşte şimdi bunları aynen iade etmek istiyorum.
Asıl Siz Kimsiniz? Açlığınızın Haddi Yok mu?
Hakikaten kimsiniz? Bu ülkenin ocağına incir dikmek için nasıl bir araya geldiniz? Bin bir zorlukla kurulan Cumhuriyeti yıkıp ülkenin içini oyacaksınız da size kim, ne ödül verecek? Fabrika ve limanları sattınız, kapadınız. Atatürk hava limanının pistlerini kırıp bir veya ikisini kendi uçuşlarınıza ayırdınız. Gözlerden uzak ne veya kimleri götürür, getirirsiniz? Hazine arazilerini, kamu mallarını yandaşlarınıza peşkeş çekip, madenleri kaptırdınız[4]. Kızılay gibi köklü kurumları yıktınız. Beyt-ül mala el uzatarak büyük günah ve Yüce Divan suçu işlediniz. Hani tamah kitaba uymazdı? Ne bu lüks düşkünlüğü? İnancı ahlaktan soyutlayıp din bezirgânı oldunuz. Liyakati yok edip cahil sadakatine bel bağladınız. Kişisel servetinize servet katma açlığınızın bir haddi yok mu? “Toprak doyursun gözünüzü”, “yediğiniz, içtiğiniz canınıza karim olsun” inkisarları da sizi korkutup utandırmıyorsa daha ne denebilir? Bu ülke size ne kötülük etti de böyle öç alıyorsunuz? Veya kimlerin öcünü alıyorsunuz?
[1] Faiz ve döviz kuru farklarından kazanç sağlayan kısa vadeli sıcak sermaye hareketleri
[2] Bu hafta 26-28 Haziran arasında Singapur’da toplanacak olan Mali Eylem Görev Gücü (FATF) Genel Kurulunda, Şimşek’e başarılar.
[3] 1940 lı yıllarda çıkarılan ve CHP nin başını yiyen, Varlık Vergisini bilmiyor mu Şimşek acaba? Savaş yıllarında, para kimdeyse önce onlar, dolayısı ile önce azınlıklar vergilendirilmişti. Cahit Kayra “Çiftçiye de bunu uyguladık. Çift öküzü olanı çift sürer diye bıraktık. Ama tek öküzü olanın öküzünü, aldık” derdi. Haksızlığın en büyüğü fakir çiftçiye yapılmıştı.
[4] Ben bu makaleyi yazarken 26.6.24 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “Bakanlık kamuya ait zenginlikleri satışa çıkardı” başlıklı yazıyı esefle okudum. Kime ve kimlere sorusu yine kafamda uğuldadı.
Değerli Profesör, Tüm doğruları ve bütün söylenmesi gerekenleri açık yüreklilikle yazmışsınız. Her sözcüğüne katılıyor ve sizi kutluyorum.
Son derece doğru şeyler ve haklı eleştiriler. İçim parçalanarak okudum.