Lemi Özgen

Lemi Özgen


Sınırdaki Cumhuriyet

Sınırdaki Cumhuriyet

“Çukurca'da uyandığım ilk sabah, lojmanın fazla büyük olmayan penceresinden seyrettiğim kasaba, bana, gençliğini yaşamamış, gençliğine doyamadan saçları ağarıp erken yaşlanmış, yüzüne kederin yapıştığı, bütün bunları kanıksayıp kabullenenlere has teslimiyetin duygusuzluğu ve yalnızlığı ile içine çekilmiş, söylemeyen, bakmayan, kendisine bakanları fark etmeyecek kadar umursamazlık giyinmiş, otuzuna bile varmamış yorgun ve yalnız bir kadın gibi geldi. Biz ona en olmayacak, belki mucize içeren haberler getirmiş olsak bile duymayacak, şaşırmayacak, gülümsemeyecek, en ağır sözlerle, davranışlarla bile yaralanmayacak kadar acılar yaşamış bir kadın. Evlere adeta arkasını dönmüş gibi oturuyor ve yüzünü kimseye göstermek istemiyordu. Küçük lojmanımın hemen yanındaki eski lojmanın duvarlarındaki şarapnel, roket, mermi izleri kapatılmamıştı ve bu haliyle çok kahır çekmiş, badireler atlatmış bir insanın yaralı yüzünü andırıyordu. Çatısız toprak ve taşla yapılı evler bugünden çok dünde yaşıyor, dış dünyaya kapalı, kapalı olmakla birlikte bütün sırrını tükettiğini fısıldayan bir hissizlik hali yansıtıyordu. Penceremden gözüken saçla kaplı tek ya da iki katlı yeni evlerde yeni olmanın hafif şımarıklığı olsa da onlarında durgun çehreleri suskun halleri Çukurca ile uyumlu gözüküyordu.”…

“Kış demek yoksunluk demekti ki Çukurca’da bu yoksunluk kat be kat çoğalabiliyordu. Elektrikler sık sık kesiliyor, ilçe karanlıkta kalıyor, zaman zaman da olsa yiyecek sıkıntısı bile yaşanabiliyordu. Böyle soğuk bir kış gününde iş yerimdeki pencereden belediyenin önüne gelen sebze, meyve kamyonundan telaşla alışveriş yapan insanları seyrediyor, her birinin yüzünde oluşan az ya da çok mutluluk ifadesini görebiliyordum. Bu haliyle kendilerini hayatın sıradan akışına bırakan insanların, ne kadar da masum ve basit şeylerle mutlu olabilme potansiyelleri olduğunu düşünüyordum. Oysa bulundukları ilçe, insan doğasını zorlayacak ölçüde büyük sorunlar, büyük sorumluluklar, büyük acılar yaşamalarını sağlayacak bir coğrafyada idi. Coğrafya gerçekten kaderdi ve bilmeden, belki istemeden kendini bu kaderin içinde bulan bu insanlar, başka coğrafyada bulunan insanlardan daha fazla merhameti ve daha fazla sevgiyi hak ediyordu. İlçeye kuzeyden doğal bir koruma sağlayan devasa Sabır Dağı’na verilen isim bu insanlar tarafından tüm bu zorluklara göğüs germelerini kolaylaştırmak üzere verilmiş olmalıydı.”…

Bu iki paragrafı Ünal Coşkun’un “Sınırdaki Cumhuriyet” adlı kitabından aldım. 2004 yılında gencecik bir Kaymakam olan Ünal Coşkun, Hakkari’nin Çukurca ilçesine atanıyor ve burada iki yıl kaymakamlık yapıyor.

Bu iki yıl, bir yandan terörün ve yoksulluğun yarattığı acı günler ama bir yandan da Kaymakam Ünal Coşkun’un girişimleriyle ilçede bir “ceviz işleme” atölyesi açılması ve az da olsa bir istihdam kaynağı  yaratılması, Çukurcalı gençleri üniversite sınavlarına hazırlamak için ücretsiz bir “Mehmetçik Dersanesinin” hizmete girmesi, burada öğretmen kökenli Asteğmenlerin ders vermesi ve Çukurca tarihinde ilk kez 13 kız öğrencinin üniversiteyi kazanmaları, bu olayın Türk basının yanı sıra, yabancı basında haber olması, değerli insan Türkan Saylan’ın hasta olmasına rağmen Hakkari’ye gelip kız öğrencileri ve Kaymakam Ünal Coşkun’u tebrik etmesi, Nevruz kutlamalarının ilk kez olaysız geçmesi gibi sevinçli gelişmeleri de kapsıyor.

“Dağların yüksek, göğün yakın, Ankara’nın uzak, insanların her şeye  rağmen birbirlerine yaslandıkları bir uzak coğrafyada sınırdaki bir ilçenin birinci ağızdan anlatılması bu “Sınırdaki Cumhuriyet” kitabı…

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar