Köyün tek bakkalıydı. Artık hava kararmış, Hüseyin’in dükkânı kapatma saati gelmişti. “Dört paket sigara istiyorum!” diyen sese çevirdi kafasını.
Gelen, Recai idi. Hüseyin, kapı önünde oturduğu sandalyeden kalkarak “Sandıkları içeri taşı, çöpü dök” diye talimatlar sıraladı.
Omuz hizasına kaldırdığı elinin dört parmağını açıp “Dört paket Samsun ver!” diye kararlı bir sesle tekrarladı Recai. Sonra elini fermuarına doğru götürürken: “Sınırı açiim mi, açiim mi?” dedi.
Bakkal Hüseyin: “Sopayı getirim mi, getirim mi?” deyince, Recai “Hi hi hi…” deyip işe koyuldu.
Kasalar içeri taşınmış, çöpler dökülmüş, dükkânın önü süpürülmüştü. Hüseyin, Recai’ye bir paket birinci sigarası uzatmış, evinin yolunu tutmuştu.
***
Recai, köyün delisiydi.
Askere gidene kadar köyde sevilen, boylu poslu bir gençti. Yardımseverdi. Henüz yeni terlemiş seyrek bıyıklarıyla kostak kostak yürürken çeşme başındaki kızlar; kendi aralarında fısıldaşır, gülüşür; Recai’ye kaçamak bakışlar atarlardı.
Recai’nin babası, Ayhan Işık hayranıydı. Recai doğduğunda, önce ismini Ayhan koymak istemişti. Lakin Ayhan ismini köylük yere yakıştıramadı. Kısa bir süre önce kasabanın sinemasında Ayhan Işık’ın Cingöz Recai’sini izlemişti. Böylece Recai’nin ismi, Recai oldu.
Köyün Cingöz Recai’si askerden, akli dengesini kaybederek döndü. Köye ziyaretine gelen asker arkadaşı anlatmıştı. Terhisine günler kala parmaklarıyla da göstererek 10 gün kaldı…9 gün kaldı… 8 gün kaldı… diye her gün heyecanla ortalıkta döner dolanırmış. Teskereye dört gün kala, dört işareti yaparak dolaşırken, koridorda karargâh komutanıyla karşılaşmış. Selam yerine dört parmağını komutanın suratına doğru uzatıp “dört” diye bağırınca, dört ay disiplin cezası almış, köyüne dört ay geç dönmüştü. Aklını, disiplin koğuşunda geçirdiği bu zaman içinde yitirmişti.
O günden sonra dört, Recai için takıntıya dönüştü. Bakkaldan sigarayı dört paket ister; kahveciye, dört parmağı açıp elini havaya kaldırarak “dört çay” diye seslenir; sütü “Hatçe nine, dört kova süt!” diye isterdi. Bazen selam veren olursa, elinin dört parmağını omuz hizasında açarak, sessizce karşılık verirdi.
Recai; gün geçtikçe durulacağına, dengesizliği arttı. Günün saatine, etrafta kimlerin olduğuna bakmaksızın; çişi geldiğinde duvar dibine, ağaç dibine ediverirdi. Bir gün tam eli fermuarında, ağaca yönelmişken; muhtarla göz göze geldi. Muhtar parmak sallayarak “Sakın ha…Sakın sınırı aşma!” diye tembihte bulundu.
Bu, Recai için bir dönüm noktasıydı. Askerden döndüğünden beri ilk defa önemsendiğini hissetti. Biri onu ciddiye almıştı. Bunu çişine borçlu olduğunu anladı. Ayrıca ‘sınırı açma’ ifadesini de sevdi. Muhtarın “sınırı aşma “demesi ona biraz soyut gelmiş olmalı ki, kafasında ‘sınırı açma’ya dönüşmüştü. O günden sonra birinden bir şey isterken elini fermuarına doğru götürüp “Sınırı açiim mi, açiim mi?” diye tehdit etmeye başladı.
Aslında köylü, Recai’yi kollardı. Ellerinden geldiğince ihtiyacını karşılardı. Bakkal Hüseyin, her gün eline bir paket birinci sigarası tutuşturur; Kahveci Asım gün içinde birkaç kere çay ikram eder, Hatçe nine bazen bir bakraç süt gönderir, Melek abla ekmek pişirirken Recai’yi unutmazdı. Böylece köylü hem merhametli olmanın, iyilikseverliğin hazzını duyar; hem de ufak tefek işlerini yaptırırdı. Recai de akşamları bakkal dükkanının toplanmasına, sabahları kahvehanenin açılmasına yardım eder, birkaç günde bir Hatçe ninenin ahırını temizlerdi.
Çişinin gücünü fark edince, Recai’nin talepleri değişti. Artık bütün gün kahvede oturup, ‘Dört gazoz getir’ diye sesleniyor, akşamları bakkala uğrayıp, filtreli dört paket sigara istiyordu. Talepleri aksarsa, elini fermuarına uzatırken “sınırı açiim mi, açiim mi” diye tehdit ediyor, bir iş istendiğinde “Sınırı açiim mi açiim mi?” diye ret ediyordu.
Bu durum uzun sürmedi tabii. Kahveci Asım’dan süpürge sopasıyla, Bakkal Hüseyin’den kürek sapıyla dayak yiyince duruldu biraz. Hatçe ninenin karabaşından zor kurtulmuştu.
Bir keresinde yine elinin dört parmağını omuz hizasında açarak, filtrelisinden dört paket sigara isteyip “Kocaman karpuz yedim, içerde zor tutuyorum. Sınırı açiim mi açiim mi?” diye tehdit savurunca; Bakkal Hüseyin sopayı kaptığı gibi “Ulan deli Reco! Yediğin haltları bana mı sorup yedin!” diye kovalamaya başlamıştı. Tabii Hüseyin, Hatçe Ninenin karabaşı gibi, bağlı değildi, Recai’ye yetişti. Recai, kaba etlerinin üzerine üç gün oturamadı.
Böyle böyle dengeler yeniden oluşmaya, ilişkiler tekrar kurulmaya başlandı. “Hatçe nine dört bakraç süt” deyip ardından “Sınırı açiim mi, açiim mi?’ deyince Hatçe nine “Karabaşı salim mi, salim mi?” derdi. Recai de “Hi hi hi” deyip, ahırı temizlemeye koşardı.
***
Kıssadan Hisse:
Deli olabilirsiniz ama aptal olmayın. Çişinizin bir pazarlık gücü olduğunu bilin, kendi gücünüzün farkında olun. Ama abartmayın.
“Eyyy kahveci dört gazoz ver… Meyveli olsun!” derken ciddiye alınmayacağınızdan emin olun, Emin değilseniz, söylemeyin. Kahveci Asım’ın süpürge sopası veya Hatce ninenin karabaşı çok fena.
(*) Bu yazı 20.09.2021 tarihinde ahvalnews.com sitesinde yayınlanmıştır.
Yorum Yazın