Erzincan'ın İliç ilçesinde bulunan, Kanada menşeli Anagold Madencilik şirketi ile Türkiye'den Çalık Holding'in ortaklığında işletilen Çöpler Altın Madeni'nde yaşanan felaket, madendeki siyanür yığınlarının çevreye sızması, yani siyanür dağlarının akması şeklinde özetlenebilir.
Benzerlerini daha önce hem dünyada hem de ülkemizde görüp yaşadığımız bu trajedi, insanın doğayı hoyratça sömürmesinin acı bir tezahürü olarak, sadece bir çevresel felaketin ötesinde, derin bir insani dram ve adaletin gölgelendiği bir hukuksal çıkmazın kesişim noktasında vuku buluyor.
Aslında eski Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in açıklamaları bu hikayenin karanlık kahramanlarını gün yüzüne çıkarıyor.
Cihaner’in talimatıyla 2007’de söz konusu şirketle ilgili soruşturma başlatılıyor. Zira madenin kuruluşundan itibaren çok büyük şaibeler olduğu belli. Rüşvetle alınan ruhsatlar, nüfuzun kötüye kullanımı, tahrif edilen ÇED raporları… Belediye başkanlarından milletvekillerine, kaymakamlara, ilçe parti başkanlarına, muhtarlara, il meclis üyelerine kadar onlarca kişinin yurt dışına, ikna turlarına götürülmesi.
Tam da bölgeden bir dostumuz olan İliçli Ümit Ülgen (ki babaannem de İliçlidir) bu süreçte yaşananları doğruluyor ve olayları yakından takip ediyor. Kendisi geçmiş dönemlerde İstanbul Makine Mühendisleri Odası Başkanlığı gibi önemli görevlerde de bulunmuştur.
Ülgen, Erzincan'ın önde gelen isimlerinin, maden şirketinin sponsorluğunda Amerika'ya götürülmesine dair detayları paylaşıyor ve bu seyahatlerin arkasındaki niyetleri sorgulamamız gerektiğini vurguluyor. Madencilikten anlayan kişilerin bilhassa dışarıda bırakıldığı bu turlar, aslında madenin ve işletmecilerin bölgesel yöneticileri kendi çıkarları doğrultusunda etkileme girişimleri olarak yorumlanabilir…
Tüm bunlar, bir altın madeninin nasıl bir “kara delik”e dönüşebileceğinin kanıtları…
Sonuç olarak soruşturmanın savcısı rüşvetle susturuluyor. (Şaşırmadınız değil mi?) Sonra da FETÖ bağlantısından dolayı yurt dışına kaçıyor… Filmin sonunda ise tutuklanan, İlhan Cihaner oluyor. Bir başsavcının, adaletin bekçisi olarak yola çıkıp, siyasi ve ekonomik güçlerin çıkarları arasında ezildiği tanıdık bir yolculuğun hikayesi.
Adalet terazisinin altın külçeleriyle dengesizleştirildiği bilmem kaçıncı senaryo…
Bu, sadece bir çevre felaketi ya da yargı meselesi değil, aynı zamanda bir ahlaki çöküş hikayesidir. "Geliyorum" diye bağıran bir felaketin, inkarla, rüşvetle ve manipülasyonla örtbas edilmeye çalışıldığı bir mesele.
Maden felaketinin başından beri bölgede hem Erzincan milletvekili hem de bölgenin bir evladı olarak bulunan İliçli Mustafa Sarıgül de haklı olarak isyan ediyor. İliç’te faaliyet gösteren Kanadalı firmanın neden Kanada’da değil de, Türkiye’de çalışma yaptığı sorusunun sorulması gerektiğine dikkat çekiyor. Siyanürlü ve denetimsiz aramaların bir an evvel durdurulması gerektiğin dile getiriyor.
ÇEVRE VE İNSAN BOYUTU
Özellikle siyanürlü liç yığınları ile depolama, yani açık ortamda siyanürleme yönteminin terk edilmesi gerekiyor. Bu faaliyetler yerleşim alanlarına en az 10-20 km. uzaklıkta olmalı. Aynı şekilde akarsulardan da uzak tutulması gerekiyor. Altın rezervli toprak siyanürlenecekse bunun tamamen kapatılması gerekiyor. Bu da çok maliyetli bir iş.
İliç’te faaliyet gösteren Kanada firmasının vahşi bir şekilde açık alanda uyguladığı yığınlı siyanürlü liç altın zenginleştirme yönteminin kapalı alanlarda yapılması gerekiyor. Ancak bu çok yüksek maliyetler gerektiren bir iş olduğu için atılan taş ürkütülen kurbağaya değmiyor.
Amerika’da, Kanada’da, AB ülkelerinde, hatta Afrika ‘da bile bu şekilde denetimsiz çalışmalara müsaade edilmiyor. Ancak Türkiye olunca şirketler ellerini kollarını sallayarak, vahşi orman kanunlarıyla iş yapabiliyorlar.
Sonra gelsin çevre felaketleri, gitsin insan canları…
Çevre uzmanları, siyanürün toprağa infiltrasyonu, Fırat Nehri'ne ulaşma potansiyeli ve atmosfere karışarak insan sağlığı için zehirli hale gelme risklerine dikkat çekiyor. Bir ekokırım yaşanma ihtimaline karşı endişe çanları çalıyor.
Siyanürün, toprağa ve suya sızması halinde, insan sağlığı için ciddi riskler taşıdığı artık iyi bilinen bir gerçek. Başta kanser olmak üzere ciddi sağlık problemlerine yol açma potansiyeli taşıdığı, çeşitli araştırmalarda defaatle dile getirilmiştir. Bu toksik madde, solunum yoluyla veya kontamine su tüketimi yoluyla insan vücuduna girdiğinde, hücrelere zarar verir ve uzun vadede ölümcül sonuçlara neden olabilir.
Bu tür bir çevresel etkinin, İliç ve çevresinde yaşayan halk için uzun dönemde ne denli yıkıcı olabileceğini tahmin etmek güç değil.
Yirmi yıldır yapılan uyarılar, değişen ortaklar ve fakat değişmeyen bir hırs manzarası... Doğaya, yeşile karşı rantın ağır bastığı bir dünya resmi.
Karşı durmaya çalışanlar var elbette. Sedat Cezayirlioğlu gibi örneğin.
O, İliç’te altın arama faaliyetlerinin başlatılacağı haberi ilk duyulduğu andan itibaren burada bir doğa katliamı yapılacağının/yaşanacağının farkındaydı. Yıllarca karşı çıktı. Maden şirketi bölgeye gelip, orada yaşayan köylü halkı iş-aş vaatleriyle ikna etmeye çalışırken ve büyük oranda bunu başarırken, Sedat Cezayirlioğlu boyun eğmedi. En kıymetli olanın hava, su ve doğa olduğunu biliyordu zira.
Ancak Sedat Cezayirlioğlu’nun dik duruşuna cevap olarak mahkeme hakimi, savcının, Cezayirlioğlu’nu köyünden uzaklaştırma kararı aldırmasını istedi. Hakime bunu kabul etmediğinde ise uzaklaştırma kararı, Erzincan'dan başka bir mahkeme hakimine aldırıldı.
Sonuçta Sedat Cezayirlioğlu'na, facianın yaşandığı madene yaklaşma yasağı verildi. Yani; 400-500 yıldır atalarının yaşadığı topraklara girme yasağı! Akıllara durgunluk verecek bir iş…
Sedat Cezayirlioğlu ile onun gibi bir avuç aydın ve çevreci, madenin pençesinde kıvranan toprak için İliç’te varlık göstermeye çalışıyor, ancak karşılarında buldukları şey kalın bir duvar; şirketin kapıları ve Ankara'nın uzaktan gelen sesi...
Siyanürün kara bulutlarına karşı koymak mümkün olmuyor.
2000 yılında Romanya'da yaşanan ve Tuna Nehri boyunca bir ekolojik felakete yol açan altın madeni atık barajı çökmesi olayı, siyanürün ne denli yıkıcı olabileceğinin acı bir deneyimidir. Bu olay, su kaynaklarını zehirleyerek binlerce deniz canlısının ölümüne neden olmuş, Çek Cumhuriyeti, Almanya ve Macaristan gibi ülkeleri siyanürlü madenciliğe ruhsat vermemeye yönlendirmiştir. Benzer örnekler arasında, 2015'te Brezilya'daki Samarco maden şirketine ait bir barajın çökmesi de gösterilebilir. Olay, Doce Nehri boyunca toksik madde sızıntısına neden olmuş ve bölgedeki su ekosistemine zarar vermiştir. (Benzer şekilde ülkemizde sık sık yaşanan grizu patlamalarını da unutmamak gerekir.)
Bu bağlamda, 2010 yılında Avrupa Birliği'nin aldığı bir kararla, siyanürle altın arama yönteminin, çevresel zararlarının büyüklüğü nedeniyle yasaklanması tavsiye edilmiştir.
AB mevzuatının bu konudaki katı tutumu, siyanür liçi yöntemiyle madencilik faaliyetlerinin çevresel ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini önemli ölçüde azaltmayı amaçlamaktadır.
ABD’nin pek çok eyaletinde altın madenciliğinde siyanür kullanımının yasak olduğu biliniyor. Örneğin bu Kanadalı şirket Kanada’da siyanürle altın araması yapamaz. Orada madencilik işletmeleri çok ciddi çevresel değerlendirmelere tabi tutulur ve siyanür kullanımı çok sıkı düzenlemelere bağlıdır.
Arjantin’in bazı bölgelerinde de yine yasaklanmıştır.
2002 yılında Çekya Parlamentosu, altın madenciliğinde siyanür kullanımını bütünüyle yasaklamıştır.
Macaristan da 2009 yılında siyanür madenciliğinin tamamen yasaklanmasına karar veren ülkeler arasındaki yerini almıştır.
Sonuç olarak dünya, siyanürle altın madenciliği yapma sayfasını hızla kapatmaktadır.
Ancak, mevzuatın esnekliğinden yararlanmaya çalışan çok uluslu şirketler, bu karara rağmen Türkiye gibi ülkelere yönelerek, siyanür liçi yöntemi ile maden işletmeciliğine devam etmektedirler.
Üstelik Erzincan, İliç’teki madende iki yıl önce siyanür borusu patlamış. Maden bir süre kapatılmış. Sonra yeniden faaliyete başlamış. Yani felaket, sadece geliyorum diye bağırmamış, adeta davul zurna çalmış.
Madenin fay hattı üzerinde bulunması bile umursanmamış ve bu gerçeğe rağmen ÇED raporu verilmiş.
SÖMÜRGE MADENCİLİĞİ
Ortada bir sömürge madenciliği tablosu var. Madenciliğin “vahşi batı’sı” olarak bilinen bölgelerin içinde ise ne yazık ki ülkemiz de yer alıyor.
Bu karanlık tablo, siyanürle altın aramanın getirdiği felaketlerin, genellikle sömürge ya da yarı sömürge durumundaki ülkelerde veya vahşi madenciliği benimseyen yöneticilere sahip ülkelerde yaşandığını gösteriyor.
Yerel ve bölgesel direnişin sesini kısmak için, bu bölgelerdeki yoksul insanlara küçük yatırımlar yapılıyor. İliç, bu yatırımların adeta bir vitrini haline gelmiş durumda. Bunlar, madenden elde edilen astronomik gelirlerin yanında devede kulak kalıyor tabii. Devlete yapılan katkı ise, gelirin yalnızca yüzde 2'si kadar…
Çevresel değerlerin ve insan haklarının, altın madalyonların arkasında kaybolduğu bu manzara içinde, yaşanan insanlık dramı, bir kenara not düşülen sayılardan ibaret hale gelmiş durumda. İşçilerin hayatı, madencilik endüstrisinin gözünde üretim kayıplarının soğuk istatistiklerine dönüşüyor.
Unutmayalım; Soma’da 301 canın yitirilmesiyle sonuçlanan felaketten sonra dahi “Bu işin fıtratında var" yaklaşımı, acı bir şekilde kabullenilmişti. Aslında bu, yoksul insanlara yapılan yatırımların gerçek yüzünü de ortaya koyuyor. Onlara sunulan, gelecekle ilgili vaatlerin altında yatan esas gerçek, bir sus payından öteye gitmiyor.
Tam da bu noktada devletin durduğu yer bir tür paradoks teşkil ediyor. Vatandaşının, doğasının, toprağının yanında durması beklenen devlet (günün hakim güçleri) aksine, sermayenin yanında konumlanıyor.
Yaşadığımız çağda her büyük felaket, her nasılsa sermaye ve iktidarın gölgesinde kök salıyor!
Bugün İliç’te yaşananlar sadece toprakları değil, vicdanları da zehirleyen bir sürece karşılık geliyor. Siyanür solüsyonları altında kaybolan yaşamlar, maden şirketlerinin bilançolarında sadece birer rakam olarak yer alıyor.
YARGIDAKİ İDEOLOJİK DÖNÜŞÜMÜN FELAKETE KATKISI
Yargının görevi, toplumun adalet duygusunu temsil etmek ve korumakken, uzunca yıllardır (bilhassa 2010 sonrası) yaşanan ideolojik dönüşüm, bu temel ilkeyi derinden sarsmıştır. Özellikle son dönemde, hukukun üstünlüğü ilkesi, iktidarın politik hedefleri doğrultusunda esnek bir yapıya bürünmüş; yargı, çevre ve vatandaş haklarını savunmak yerine, adeta ekonomik çıkar gruplarının menfaatlerini koruyan bir araç haline gelmiştir.
Bu durum, özellikle doğal kaynakların sömürülmesi ve çevresel felaketlerle ilgili meselelerde kendini göstermiş, yargının çevre ve toplum lehine karar verme kapasitesi önemli ölçüde azalmıştır.
İktidarın desteğiyle, maden şirketlerine verilen ayrıcalıklar, vergi muafiyetleri ve hukuki süreçlerin esnetilmesi, adaletin sermaye yararına işlediğinin açık bir göstergesi haline gelmiştir.
Hatta “Bu topraklarda altın var, neden çıkarmayalım?" şeklinde argümanlar öne sürülerek, insanların çevreyi koruma çabaları adeta “hainlik” ile eş değer tutulur hale gelmiştir.
Böylece; altının parıltısı adaletin terazisini görünmez kılarken doğa ve insan hakları, yeni altın çağının ancak birer dipnotları haline gelmiştir.
Ülkemizde yaşanılan ve göz göre göre insanların kaygısını azaltan konuşmalar yapılması , sorun yokmuş her şey normalmiş gibi davranılması aşkında nasıl bir hale geldiğimizin de açıkça göstergesi . Son derece önemli olan konuyu detaylıca ele almışsınız kaleminize sağlık . Umarım bir yerlerde doğruyu savunan insanların sesi duyulur ve duyurulur .
Ülkemizi nehale getirdiler resme savaşın içindeyiz ama kimsenin haberi yokmuş gibi oyunlarını oynuyorlar birilerinin bunu dur demeleri lazım sizin belirttiğiniz gibi TÜRKİYE NİN hali hiçte iç açıcı durum değil size çok teşekkür ederim SADIK BEY saygılarımı sunuyorum elinize sağlık .......
Sadık bey son günlerin önemli konularından birini çevresel,ahlâkı ve siyasi bakımdan çok güzel anlatmışsınız (anlamak isteyene) emeğinize sağlık
Asıl sorumlular yerine yine öne atılan piyonlar ve çok şey anlatıp hiç bir şey anlatmayan bir bakan aynı pandemi deprem ve diğer olaylar gibi göz göre göre gelen bir felaket Çernobil de çay içenler burda yine bir şey yok diyor inşallah sonu öyle olmaz…Teşekkürler SADIK BEY Harika bir yazı her zamanki gibi?
Bu kadar gündemde olan ama bir o kadarda unutulmaya çalışılan bir konuyu tekrardan gündeme getirdiğiniz için çok teşekkürler. Biz evimizde azıcık yağı bile lavaboya dökmüyorken ülkemizde çok büyük alanlar kullanılamaz hale geliyor malesef. Unutulmamalı sonuna kadar dile getirilmeli bu konu
Her zamanki gibi konulara Vakıf ve doğru tespit elinize sağlık
Duyarlılığınızdan ötürü çok teşekkür ederim.konuları açık ve net ifadelerinizle bilgileniyoruz.kaleminize sağlık
Gündemde olan konuları bütün gerçekliğiyle kaleme aldığınız bu değerli yazı için çok teşekkür ederiz Sadık Bey Kaleminize sağlık
Siyanürün toprağımıza vermiş olduğu tahribattan daha vahim olanı iktidarın adalete açmış olduğu tahribattır hakimler savcılar ve bu işin olmazsa olmaz siyasi ayağı halkın nezdinde lanetlenmekten kurtulamayacaklardır
... memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur
Türkiye gerçekleri Bütün ülke olarak isyan etmemiz kahrolmamız gereken bir manzara Sedat Cezayirlioğlu nu vermiş olduğum mücadeleden dolayı kutluyorum ama bu iş öyle bir kişinin ortaya çıkıp savaşması ile olacak bir şey değil toplumun topyekün hareket etmesi gerekiyor bu toprağımıza,suyumuza teneffüs ettiğimiz havaya açılan bir savaş bu savaş kaçılacak,görmezden gelinecek, göz ardı edilecek bir şey değil
Ülkemizin dört bir köşesi satılmış ken Her yanımız Süriyeli afkan Arap göcmeni dolmuş ken vatan millet sakarya kalmamışken kimsenin umurunda olmaz bir iki güne buda unutulur okadr yaşanan olaylar varken şehitler varken insanlığa önem değer verilmiyor bir hiç uğruna ülkemiz parsel parsel satılırken durumlarımız içler acısı Allaha havale yaşiyoruz tşk ederim SÂDIK bey duyarlılığınız için
Okurken adeta için ürperdi dehşetin büyüklüğünü bir kez daha anladım yaşadığımız olaylar bir kabus gibi öyle bir kabus ki sürekli kendini tekrar ediyor Bir türlü uyanamıyoruz uyandığımızda da yeni bir felaketle gözlerimizi açıyoruz bu siyanürlü maden faciası da ne ilk ne de son olacak sorumlularının da Adalet önünde sürekli korunuyor olması çektiğimiz acıyı daha da arttırıyor
Lafa gelince yerlilikten millilikten bahsederler ülkenin yaŕısından fazlasını yabancılara peşkeş çektiler onlarda can mal gözetmeksizin sömürüyorlar 22yıldır özelleştirmedikleri bi kurum kaldı oda murat kurum onuda 31 martta biz özelleştireceğiz
Madem konu maden yine fıkrat yine yitip giden canlar cumhuriyet döneminin son 20 yılına kadar bin sekizyüz maden ruhsatı verilmiş son yirmi yılda bu rakam üçyüz bin lerin üzerinde neden niye diye sormayalım sorgulamayalım oysaki sorgulamadan aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın diye diye geleceğimiz ve gelecek nesillerimize bırakacak kötü bir mirastan başka bir şey olmayacak herkes sizin gibi taşın altına koyamıyor hak hukuk adalet hak getire ?
Sayın sadık çelik; Güzel ülkemizin Erzincan ili ve İliç ilçesinde yaşanan bu üzücü ve bir okadar da üzüntülü bir haberi bizlere tekrardan hatırladığınız için teşekkürlerimi sunarım. Dünyanın önlemlerini alması ve bizim ülkemizde de uyarıların yapılmasına rağmen dikkate alınmayıp siyanür madenciliği faaliyetlerini devam ettirdiler. Siyanür kullanımı çevre ve insan sağlığını tehdit etmektedir. Umarım bu olaydan sonra ülkemiz adına ve madencilerimiz adına onların iş sağlığı ve güvenliği adına umuyorum ki yakın bir zamanda gerekli olan önlemler alınır. Ülkemizin sizin gibi bilinçli ve bilgili insanlara ihtiyacı var tekrardan teşekkürlerimi iletirim kaleminize, yüreğinize sağlık sadık bey...
Kozlu, küre, elbistan, ermenek, soma son olarakta iliç. Hepsi unutuldu tazelegini koruyan gündemden cıkarılmaya calışılan iliç hariç. Dağ, taş, orman, nehir, göl hepsini kirlettik, kirletmeye devamda edecegiz para basmak için altına, hidro elektirik santralleri icin kömüre, inşaat için demire vs ihtiyaç var bunuda anladık diyelim. Ufak bir araştırma yaptım dünyada ölümlü maden kazalarında birinci sıradaymışız. İnşat yaparız demirden calarız, besicilik yaparız ete iğne, süte su, kanatlı hayvan cifligi kurarız bir ayda tavuk yetiştirir günde iki defa yumurtlasın diye yapmadıgımız kalmaz. Sanayicimiz fabrika yapar bacasına filitre takmaz, uzattıkca uzatasım var aslında gördükce duydukca canım yanıyor. Bizde çoçuk yetiştiriyoruz banane diyen, ötekileştiren, sadece tüketim odaklı yaşayan, kifayetsiz mühterisler azıcık empati lütfen. Toprakta biz toprak altında kalanda demiş yunus ölenlerin cebine para süslü iki laf biter kimse dava dahi etmez. Böyle yürür bizde işler. Kalan cocuklara yetim yitip giden canlara sela...
Kaleminize sağlık Sadık bey, gündemde olan bir konuyu çok güzel yazmışsınız
Maalesef ki tehlikenin boyutu büyük. Alınan yanlış kararlarla bunları yaşıyoruz. Ülkemizi derinden üzen olaylara duyarlı tepkileriniz ve söylemleriniz için teşekkür ederim.
Parlamenter demokrasi ve anayasal monarşiyle yönetilen bir devlet olan Kanada. Gelip bizim ülkemizde siyanür ile altın arıyor ve buna müsaade ediliyor. Ne denir ki? Olan yine orada çalışan garibanlara oldu. Maden şehrinde büyümüş biri olarak bu ilk değil ne yazık ki bu gidişatla son da olmayacak. Keşke herkes sizin gibi açık yüreklilikle gerçekleri dile getirebilse.
Yine gündemde olan bir konuyu her yönü ile irdeleyip, güzel kaleminizden su gibi akan bir yazı olmuş Sadık bey ....
Sadık abi çok güzel yazmışsın emeğine sağlık yazılarınla bizi bilgilendiriyorsun ülkemiz zengin kaynaklara sahip ama talan edilerek harap ediliyor gelişmiş ülkeler vatandaşlarının canını düşünüp kurallar koyuyor ama bizim ülkemiz de para ve rant her şeyden önde görülüyor çevreyi düşünen insanlarımız da kötü muameleye maruz kalıyor vatandaşın paradan daha değerli olduğu bir ülke istiyoruz
Yüreğinize sağlık Muhteşem bir analiz
SADIK BEY her yazınızda oldugu gibi yine çok önemli konuları kaleme almışsınız kısaca söylemem gerekirse yazılarınızdan devamlı sizin sayenizde Önemli sorunlarımîzı ögreniyoruz sağolun var olun
Ülkesinde ağaç kesmek yasak olan Kanada benim ülkem de siyanür ile altın arıyor gerçekten vahim kaldı ki bu anagold denen firma kuruluşundan beridir saibelerin içinde. Yazınız da belirttiğiniz eski Cumhuriyet Başsavcısı sayın İlhan Cihaner bu olayın üzerine çok gitmişti kendi zamanında hatta ödül olarakta kendi makamında gözaltına alınmıştı. Ergenekon davasında fetocu sözde savcının verdiği gizli tanık ifadeleriyle tutuklanmıştı neden çünkü eski Adalet bakanı Mehmet Ali Şahin, fetocu savcı Bayram Bozkurt ve Anagold arasında ki rüşvet çarkını ortaya çıkarmıştı. Arşiv unutmaz ama sagolsun bizim milletimiz çok unutkandir. Yine de sizin gibi gözünü ve sözünü sakinmayan insanların bunları dile getirmesi gelecek adına umut verici. Iliminize biliminize ve bilginize sağlık ...
Erzincan ilic ilçesindeki siyanürlü toprak göçüğü faciasında 9 işçinin ölümü Somada hayatını kaybeden işçilere Erdoğanın bunların "fıtratında" var cümlesini çağrıştırdı bana Şimdi asıl meseleye gelirsek Türkiyede dört bir etrafımızı "ahtapot"gibi saran onlarca yabancı siyanürla altın arama yabancı şirketler var Bunlara lojistik görevi yapan % 20 hisselerle Türk ortakları bunlardan en önemlisi "çalık holding grubu Kanada siyanürlü altın arama grubuna üsülsüz "Çet" raporları alıp yolunu açan üstelik vergilerinin 7.2 milyon doları silinen Oysa Türk vatandaşların ekonomik sebeplerden bankalara tutsak edilip banka borçlarını ödeyemediği için hacizler getirilerek kiminin intiharlara varacak düzeye gelmesi kimilerinin yuvaları dağılıp sokaklara düşmesi bumudur sosyal devlet..! Bizler muhalifler olarak bir seçeneğimiz var oda Önümüzdeki mahalli yerel seçimlerde büyük şehirleri alıp iktidara iyi bir ders verip hiç unutmayacakları yerel seçimler zafer "fragmanını" 4 yıl sonrakı genel seçimlere taşımak olmalıdır Yine gönlümden geçenleri kalemle sayfalara döküp anlatabildiğim ne mutlu bana Tabiki Sadık bey senin sayfanda
Turkiyede dört yüz bin maden arama ruhsatının olduğunu basın ve medyadan öğrendim. Bu şekilde.cevre katliamları artarak devam edecektir
Ülkesinde uygulayamadıgı altın çıkarma işlemlerini bizde uygulamalarına izin veren ülke yönetimi açıkca bir ihanet içindedirler.Yabancilara derhal maden arama ve çıkarma yetkileri geri alınmalı ve iptal edilmeli.Biz sömürge ulkesimiyiz .Kanadalı 4.5 milyar $ kazandık diyor.Bu ülkeye ne verdi sadaka gibi bir para .Bence iktidarla beraber açıkça beraber bu ülkenin gelecek nesillerinin de kaynaklarını çalıyorlar.Bunun adı bence vatan hainliği...
Ülkenin kaynaklarını yağmalayıp bide üzerine milleti zehirliyorlar.
Yıllardır sömürülen dağlarını gene can aldı yazık deilmi günah deilmi hiçbir vicdanlar sızlamıyor ced raporlarına TMMOB a güvenebilir bakanımız neden izin verdi şimdi Fırat nehrinin geçtiği tüm köyler yerleşim alanları tehlike içerisinde bu vatan bizim burda yaşayanlar bizim insanlarımız yazık deilmi teşekkürler Sadık abimiz herzaman olduğu gibi can alıcı konulara değinmiş umarım bu son olur saygılarımla
Doga herzaman kendi yontemleriyle dersini verir. Gecen hafta verdigi dersi hepimiz uzuntuyle gorduk. Sadik bey cok guzel anlatmis. Siyanurle altin aramanin cagdisi toplumlarin topraklarinda yapilan bir katil yontem oldugunu cok guzel ozetlemisiniz. Devlet yoneticileri bu guzel yaziyi bir ders niteliginde devamli okumalarini tavsiye ediyorum.
SADIK BEY her yazınızda oldugu gibi yine çok önemli konuları kaleme almışsïnız teşekkür ediyorum elinize saglık bizleride aydınlattıgïnız için
Olan gene orada emek veren garibana oldu. Birkaç güne kadar unutulup gidecek bu olay ve 1 yıl sonra anması yapılacak. Çok üzücü ama maalesef gerçekler böyle.
Öncelikle bu aydınlatıcı yazınız için teşekkürler sadık bey ülkenin hangi doğal güzelliklerine hangi toplumsal değerlerine el atmadılar ki şuan ülkeyi kalkınsa yeniden başlamış olsak en az 30 sene sonra doğanın güçlü ve sağlık bakımında daha yaşanır hale gelme ihtimalini olurdu böyle birşey de şuan ki sistem de mümkün değil ne yazık ki bu gibi felaketlerin en büyük sorumlusu halkların birlikte dayanışma içinde hareket etmemesinden kaynaklanıyor saygılar
Konuyla alakalı açık-tarafsız yazınız için memnun kaldığımı dile getirmeliyim. Yaşanan olay sonucu; Karadenizli biri ve geçmişi Çernobil'den etkilenen yaraları olan taraf olarak büyük büyük dedelerimin anlattığı o dönemin acılı anıları geldi hatrıma . Bu tarz olaylar belki de birilerinin ekmeğine yağ sürüyordur, birileri buradan da para kazanıyordur ( Muhakkak ). Bu haksızlıklara DUR diyebilecek gücümüz yok, ama en azından haksızlığa karşı susmayacak cesaretimiz var (Sayenizde). Doğa katliamı denince de; yok edilmeye çalışılan yaylalarımıza karşı dik dursak acaba sonumuz Sedat Cezayirlioğlu gibi mi olur diye düşünmeden edemedim..
Ülke resmen üçüncü dünya ülkesi olmuş kimin eli kimin cebinde yitip giden canlaramı yanalım yoksa yokolan doğamızamı yanalım yeraltında yata yata bizdik maden ocağında