Boğaziçili öğrenciler üniversite özerkliğinin kırıntılarının olsun şimdiye dek yaşayabildiği “Son Mohikan” gibi kalmış üniversitelerindeki…
Özgürlük kırıntılarının defterini dürmekle görevli kayyım saydıkları kişinin atamasına…
Hocalarıyla birlikte direnmeye başladıklarından beri…
Bir eski slogan yeniden dillere dolandı: Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet!
Memleketimiz ilginçtir… Mücadele edenlerin ta içlerinden fışkıran ve kendiliğinden ortaya atılan bu slogan, bütün bu olaydaki en gerekli “müdahale” bu imiş gibi, bir nevi hedef tahtasına kondu.
Özetle şöyle deniyor: Bu slogan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) sloganıdır. İTC Ermeni Soykırımını uygulayan partidir. Demek ki (bundan sonrası açıkça söylenmeyip ima ediliyor) bu slogan “soykırımcı” bir slogandır.
İki tvit özünde aynı şeyi söylüyor ama Hür’ünki daha mesafeli, nispeten daha yansız, suçlama iması daha az…
Nitekim bir başka tvitinde şöyle diyor:
İttihatçılık ve soykırım imalarını yeterince ikna edici bulmayanlara yönelik başka bazı itirazlar da eşlik ediyor bu ana temaya…
Mesela, istibdat kelimesi eski dilden, halkın çoğu anlamaz. Slogan için uygun değil.
Yahut: Niye Osmanlı döneminden slogan seçelim ki, vs, vs…
SLOGAN DEDİĞİN BİR… NEDİR?
Her biri hakkında söylenecek karşı argümanlar var elbette ama önce bir düşünelim slogan denilen şey nedir?
Slogan dediğin, -genellikle siyasi- bir düşünceyi, bir tavrı kısa ve öz biçimde ifade eden ve toplu olarak “atılmaya” müsait kısa söz dizisidir
Sloganlar önemlidir, tıpkı bir fotoğrafın bin kelimeye bedel oluşu gibi iyi ifade edilmiş bir slogan sayfalarca kitaba bedeldir.
Sloganlar önemlidir, çünkü ortak bir “kitle ruhu” yaratır. Bireyleri birarada davranan tek bir politik özne yaparak siyasi bir güç haline gelmelerine yardımcı olur.
Öte yandan slogan denen şey mücadeleden doğar ve sonuçta bireylerin ve örgütlü bireylerin –mücadele içindeki- tercihine bağlıdır.
Yani bir sloganı isteyen kullanır, isteyen kullanmaz…
Ama kullanmak da kullanmamak da genellikle güncel bir politik mücadeleye ilişkin belli bir tavrı gösterir.
Sloganların çarpıcı yahut vurucu, kısa, öz ve topluca söylenmesi kolay olması gibi istenir özellikleri vardır ama…
Daha da önemlisi bir tarihi, bir duyguyu, geleceğe ilişkin bir umudu temsil etmeleridir.
Slogan akılcı olmalarından daha çok akıcı olmazından, duyguları harekete geçirebilmelidir.
Gelenekler, buna siyasi gelenekler de dâhil, duyguları ayakta tuttuğu için salt mantıklı önermelerden bazen daha güçlüdür.
Peki “Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet” bu istenir özelliklerin hangilerini ne kadar karşılıyor?
İlk ve en sureti haktan eleştiri, “İstibdat” kelimesinin eskimiş oluşu ve halkın hele de genç neslin bunu anlamadığı…
Evet ama bu tür eleştirileri getirenlerin bazılarının, mesela AKP’nin ve Fethullahçıların o çok sevdiği meşhur “vesayet” kavramını kullanmakta hiç tereddüt etmediklerini biliyoruz.
Ha, eğer “canım kavram olarak kullanılabilir ama kitlenin bilmediği kelime sloganda kullanılmaz” denir ise…
Faşizm, emperyalizm, oligarşi, ve buna benzer birçok terim sloganlarda kullanıldığı ilk zamanlar, daha önceden kitlelerce sular seller gibi ezbere mi alınmıştı? Halk bunları atılan sloganlardan, duvardaki yazılardan öğrendi.
Bu kriteri uygulasak mesela “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganını atmak ne mümkün?
Ya da niye “eski Osmanlı’dan slogan kullanalım” sorusu…
E, dostlar, eski Rusya’dan, eski Çin’den, eski Fransa’dan, eski Küba’dan slogan kullanmışsın, Osmanlı mı batıyor bir tek?
Hem size bir sır vereyim mi? Sloganlara ne coğrafi sınırlarda ne zamanın sınırlarında pasaport sorulamaz, basıp geçerler!
Bir sır daha… Sloganın eskisi makbuldür!
Çünkü bir geleneği ve bir duyguyu taşır. Sloganı slogan yapan da işte o geleneğin yüklendiği o duygudaşlıktır.
Örneğin birçoğumuz otursak bugün “Faşizme karşı omuz omuza”dan daha vurucu bir başka slogan bulabiliriz. Hâttâ bir reklam metin yazarına verelim hakikaten çok çarpıcı bir şey uydurabilir.
Ama ta 1920’lerden, Avrupa çapında bir antifaşist direnişin bağrından kopup buralara gelmiş o slogan kadar “hakiki” olabilir mi?
Doğrudan Fransız İhtilali’nden türetilmiş 1908 öncesi tüm muhalefetin, bu arada azınlık devrimcilerinin de sahiplendiği hürriyet sloganlarını İttihatçıların egemen hizbine mal etmek…
"Mesela Fransız ihtilalinin önemli bir figürü olmakla kalmayıp onun mirasını sahiplendi diye Napoleon Bonaparte yüzünden Özgürlük Eşitlik Kardeşlik sloganını da reddetmek gibi..,
Bunların ciddiye alınıp eleştirilecek bir tarafı olduğunu düşünmüyorum.
Fakat denilebilir ki, peki ama niye ille de o slogan?
Tekrar edelim isteyen kullanır, isteyen kullanmaz ve zaten ille de tek slogan kullanılacak diye bir şey yok.
Gelgelelim;
1.Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet sloganı bir geleneği, mutlak ve keyfi iktidar heveslilerine karşı yüz küsur yıllık bir mücadelenin geleneğini taşıyor
2.Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet kendini Abdühamid-i Sani ile özdeşleştiren "Abdülhamit rejimi değil de Yeni-Abdülhamit rejimi" kendini TV dizilerine varıncaya dek o ideolojik sembollerle donatırken o mutlakiyeti yenen bir geleneğin sembollerini 1908 Devrimi’ni çağrıştırıyor ve moral üstünlük sağlıyor.
Fakat bütün bunlar bir sloganın istenir özelliklerinden sadece bir kısmı… Ve aslî özelliği de değil.
Sloganın aslî özelliği güncel mücadelenin içinden, bir nevî kendiliğinden fışkırmış olmasıdır.
TARİHTEN GÜNCELLİĞE: BİR SLOGANIN YENİDEN DOĞUŞU
Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet sloganı da öyledir. "Birilerinin hadi bundan sonra B.Ü direnişi için bunu kullanalım" demesiyle çıkmadı.
O slogan önce 2017’de OHAL dolayısıyla işinden edilen KHK’lı öğretim görevlilerinin, eğitimcilerin eylemlerinde doğdu.
Aşağıda ayrıca Şubat 2017’de İstanbul Üniversitesi’nde bu slogan eşliğinde yapılan öğrenci protestosu...
(Bkz. https://www.evrensel.net/haber/308487/iu-ogrencileri-universiteye-saldiri-topluma-saldiridir )
Ve altta bu kez Ankara Üniversitesi’nde yapılan protesto örneği var. Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinde bu slogan boşuna atılmadı yani…
( Bkz. https://www.dailymotion.com/video/x5bl2m6 )
Demek ki tıpkı OHAL ihraçları gibi yine bir akademiye saldırı niteliğinde olan Boğaziçi olayında da kullanılması tesadüf değil.
BİR MAHKEME SALONU, BİR HAYKIRIŞ
Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet sloganı güncel mânâda bir başka yerde de kullanıldı: Ahmet Şık’ın savunması.
(Bkz. https://www.politikyol.com/ahmet-siktan-tarihi-savunma-kahrolsun-istibdat-yasasin-hurriyet/ )
Keyfî talimatlarla açılmış uydurma davalarla içeride tutulan hak savunucularının özgürlüğü bugün belki de en önemli mücadele alanı ise bu slogan elbette bir başka devamlılığa sahiptir.
BİR KİTAP VE “YENİ” REJİMİN TEŞRİHİ
Benim için ise bu sloganın ayrı bir anlamı daha var…
2018 Haziranı’nda iktidarın Suriye maceralarının orta yerinde 1. Baskısını yaptığım kitabın adını “Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet” koymuştum. Alt başlığı ise “Tek Adam Rejimi ve İslamofaşizmin Tarihsel Ekonomik ve Siyasal Temelleri” idi… Kitapta AKP döneminin analizini işleyen sonuncu bölümün adı da zaten “AKP’nim Modern İstibdat Rejimi Nasıl İnşa Edildi?” adını taşıyordu.
O kitapta, dünyadaki radikal cumhuriyetçi geleneğin niçin barışsever olduğu ve Atatürk’ün niçin “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” özlü sözüne bu kadar değer verdiğini anlatmıştım.
Aynı zamanda Erdoğan rejiminin Yeni Abdülhamitçi niteliğini ve o dönemi nasıl bilinçli-bilinçsiz taklit etmekte olduğunu göstermiştim.
Ve son olarak bir istibdat rejiminin demokrasi benzeri veya faşizm benzeri rejimlerden ne bakımdan farklı olduğunu tanımlamıştım.
İstibdat bir eskiye öykünme ve ama kendi istediği türden olsa dahi yeniyi getirememe rejimidir. Bir uzun ara rejimdir. Bulunduğu siyasi ve toplumsal ortamı çürütür. Ayakta tutmak veya dönüştürmek istediği devleti bile bir köhne kabuk haline getirir.
İçi çürüdüğü için güç sembollerine ve gösterilerine fazlasıyla düşkündür.
Bu tür rejimler, şaşılacak derecede uzun ömürlü olmakla kalmayıp hiç beklenmedik anda ve yine şaşılacak kadar kolay ve çabuk çökebilir.
Bu tür rejim başarılı olursa bir tür faşizm benzeri rejime evrilebilir veya tersine bazen de sandıkla, demokratik bir devrimin konusu olabilir.
O bakımdan bu rejimin özel niteliğini anlatan en iyi kelime de sadece “tek adam rejimi” veya “diktatörlük”, yahut “faşizm” değil, “istibdat” rejimidir.
Yani slogan, verdiği siyasi mesaj olarak da son derece yerindedir.
NE “SOL” NE “LİBERAL” SOL LİBERALİZM VE YETTİ AMA…
Fakat hadi, önemsiz mazeretlerle uğraşmayalım…
Bu slogana karşıtlık büyük ölçüde temsil ettiği tarihi mirasın belli bir ideoloji dürbününden nasıl göründüğüyle ilgili…
Bahsettiğimiz; içindeki her iki kavramın da ancak tırnak içinde kullanıldığında bir anlam taşıyabileceği “sol”-“liberal” ideoloji…
Bunun alaturka versiyonunun alışıldık tezlerini hatırlatalım:
“Türkiye’de sol aslında sağdır, sağ da soldur”
“İslamcılık iyi ve demokrattır, devrimcilik kötü ve darbecidir”,
“Fransız devrimi aslında darbedir, Sovyet devrimi aslında darbedir, 1908 meşrutiyet devrimi aslında darbedir, Cumhuriyet aslında darbedir. Darbeler kötüdür.”
“Laiklik dediğiniz laikçiliktir ki o da kötüdür.”
Ne kadar süslü teorik cümlelerle bezenirse bezensin, sözün özü bunlardan ibarettir.
Bu zihniyet, 1971 mahkemelerinde “Abdülhamit İlericiydi” itirafçılığı olarak baş verdi, 80 darbesi sonrası sivil toplumculuk olarak serpildi, yetmez ama evetçilik olarak öldü.
Şimdi de o eski moda; ve sadece yanlış potansiyel olarak teslimiyetçi düşünceleri mücadelenin bir sloganı üzerinden yeniden ortaya döküyorlar.
Hem de tam Boğaziçi Üniversitesi, artık o teslimiyetçi düşüncelerin pazarlama merkezi olmaktan sıyrılıp hürriyetin bayrağına sarılarak ayağa kalktığı sırada...
Yorum Yazın