Cumhuriyet gazetesinde 1990’lı yıllar olmalı. Gece eğlencesi sever, kadın-kız meraklısı, akşamcı bir kaç arkadaş var. Pek de dini bütün geçinirler. Mesela Cuma’ları hiç kaçırmazlar. Otuz Ramazan oruç tutarlar. Ama akşam olup gazete bağlandı mı sabah erken saatlere kadar o bar senin bu bar benim, gezip tozarlar.
Bir gün bunlardan ikisiyle sohbet ediyoruz. Söz tarikatlardan, toplumdaki etkilerinden açılıyor. Ben tarikatların gençleri dinle afyonladığını, arka planda da kirli işler çevirdiklerini savunuyorum. Meğer ikisi de Cerrahi tarikatı müridiymiş. “Bir Perşembe akşamı seni dergahta zikire götürelim,” dediler. Doğrusu çok meraklandım. Zikir çekmek lafını duymuştum ama yapılışına hiç şahit olmamıştım.
Bir Perşembe akşamı saat yediden sonra Fatih’te tek katlı, yeşil boyalı bir binadan içeri girdik. Büyük bir salon. Salonun çevresine sandalyeler dizilmiş. Tarikat şeyhi geldi. Herkese el öptürdü. Misafirim ya, sadece başımla selamladım. Derken zikir çekme başladı. Benim iki arkadaş da zikirciler arasında. Kendilerinden geçmişler, hu, huu, diye inleyip duruyorlar. Oradan nasıl kaçtığımı bilemedim.
Bu olay nereden aklına geldi, diye soracaksınız. Geçen yazımda sözünü ettiğim bir kitaptan, Gazinocular Kralı Fahrettin Aslan’ın oğlu Sacit Aslan imzalı “Bir Masalda İki Kral olmaz” kitabından. Kitapta Fahrettin Aslan’ın sahibi olduğu Maksim Gazinosu’na hiç beklenmedik isimlerin de müdavim olduğuna dikkat çekiliyor. Bakın, konuyla ilgili bölümde Sacit Aslan neler yazmış:
“Bugün hala gücünü koruyan, faaliyetini sürdüren Cerrahi tarikatının o tarihteki lideri Muzaffer Özak, Demokrat Parti’nin en ileri gelen imamlarından biri olan Mevlithanlar Cemiyeti Başkanı Nusret Yeşilçay, ‘70’lerin, ‘80’lerin önemli mevlithanlarından Ali Gürses, diğer mevlithan Zeki Altın.
Bu isimleri sayınca insanın aklına, Maksim’in sahibi Fahrettin Aslan çok dindar biri miydi, sorusunun gelmesi son derece doğaldır. Bu isimlerle ilişkinin dindarlıkla alakası yok. Seyyar kahve bunlar. Akşam masalar kurulur, yerler içerler; babam bazen bunları toplar, Fas’a götürür, Atlas Dağları altında çalsın sazlar..
“Beni de bir iki kez Fatih’teki Cerrahi tarikatının dergahına götürdüler. Vefa Stadı’nın yanındaki sokağın içinde çok basık bir yer. “
Sacit Aslan dergahta yaşadıklarını, bütün müritlerin Cerrahi lideri Muzaffer Özak’ın avucunun içini öptüklerini, anlatıyor. Neden avuç içi öpmek, diye sorduğunda aldığı cevap: “Çünkü şeyhimiz o avucuyla Kabe’ye el sürmüş.” Bunun üstüne Sacit Aslan patlıyor:”Yahu bu nasıl iş? Bu elini Kabe’ye sürmüş de bir daha taharet almamış mı?Böyle şey mi olur?”Ardından zikir ayini başladığında benim gibi oradan kaçtığını yazıyor.
O yıllar Sacit Aslan genç bir adam. Gençlik bu ya. Geceleri babasının öbür gazinolarını dolaşmayı seviyor. Bir gece Tepebaşı’ndaki Cumhuriyet Pavyonu’na gidiyor. Gerisini kitaptan okuyalım:
“Bir baktım Nusret Yeşilçay ve arkadaşı bir masada. Beni görünce sevinçle,”Ooo Sacit geldi,”dediler. Bana sempatiyle yaklaşmalarının nedeni hem gencim hem de oturdukları, eğlendikleri mekanın sahibinin oğluyum.
“Ama burada tuhaf bir olay var. Pavyonda kadınları etrafına toplayan adam hem yaşlı hem de Mevlidhanlar Cemiyeti Başkanı. Bir dönemin en önemli imamlarından birisi. Yanına yaklaştım:”Hoca, ne yapıyorsun burada?”
“Evladım, kızların dertleri var, onları dinliyorum,”dedi. Gece saat iki.
“Lan, ne derdi var bu kızların?” diye sordum. Masadaki kadınlardan biri dev gibi. Lakabı ‘Apartman Gönül”. Ama lakabı fiziki özelliğinden gelmiyor. Kadının gerçekten apartmanı var. Gecenin ikisinde Nusret Hoca bu Apartman Gönül’ün derdini dinliyomuş. “
İnsanları dinle afyonlayıp, toplumun gırtlağına sülük gibi çöken bu cenabet tarikat şeyhleri ve imamların gerçek yüzlerini görmemize yardımcı olan bir kitaptan yaptığım alıntılar ... Onlarca yıldır bu toplumun başına bela kesilen pislik düzenden kurtuluş formülü acaba ne ola? Hiç umudum kalmadı da ondan sordum.
Yorum Yazın