Pripyat'ta yaşayan Maksim Kremen, 26 Nisan 1986 Cumartesi günü erkenden uyandı. O gün 6 yaşındaki oğluyla nehirde kano gezintisi yapmayı planlıyordu. Nükleer santrale bir kilometre mesafede bulunan garajın yolunu tuttular:
"Yolda santralde çalışan bir tanıdığıma rastladım. Dördüncü reaktörün çatısının çöktüğünü söyledi. Şoke olmuştum. Oğlumla birlikte garaja vardığımızda, dördüncü bloktan dumanlar yükseldiğini gördüm. Garajın çatısına çıktığımda korkunç bir tabloyla karşılaştım. Reaktörün kapağı geniş bir açıyla kalkmıştı ve boru hatları üzerinde asılıydı. Bunun üzerine eve dönmeye karar verdim. Mesai arkadaşlarımla benim evimde toplandık ve kazayı konuşmaya başladık. Pripyat'tan çıkmak mümkün değildi. Tüm ulaşım araçları durdurulmuştu, özel otomobillerle de çıkışa izin verilmiyordu.”
Çernobil Nükleer Kazası, santralin patlaması sonucu olan bir kaza değildir. Olayın tanığının da anlattığı gibi, reaktör kapaklarından birinin açılması ile meydana gelen kazada, radyasyonun serbest kalarak yayılmasıdır. Yani tesisin binasında ortaya çıkan bir sorundan kaynaklanan bir kazadır.
Tam 37 yıl önce bugünlerde yaşanan bu olay bütün dünyada yankı bulmuştu. O gün ve sonrasında yaşananlar Nükleer santraller ile ilgili “kesinlikle tehlikeli” algısını yarattı herkes üzerinde. Kısaca bir hatırlayalım neler oldu kazadan sonra;
- Öncelikle, Pripyat şehrinde ve kazanın olduğu Çernobil nükleer santralinin çevresindeki 10 kilometrelik alanda yaşayanlar tahliye edildi.
- Bir ay sonra: 30 kilometrelik bölgeden tahliye başladı.
- Kazanın yol açtığı yangın 10 gün sürdü.
- Yüzde 70'i Belarus, Ukrayna ve Rusya topraklarında yer alan 200 bin kilometrekarelik bir alan radyasyonun etkisi altında kaldı.
- Kaza sonrası radyoaktif madde yüklü bulutlar Avrupa'da birçok ülkeye yayıldı.
Facia nedeniyle kaç kişinin hayatını kaybettiği günümüzde de tartışma konusu. Kaza ilk anda santralde görevli 31 kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Ancak kazanın asıl yıkıcı etkileri daha sonra ortaya çıktı. Kazanın ardından santralin yakınlarındaki tüm çam ağaçları yüksek radyasyonun etkisiyle kızıl renge dönüştü ve öldü. Hayvanların tamamına yakını yok oldu.
Ve dünya ikiye ayrıldı, Nükleer santral “olmalı” ve “olmamalı” diyenler. Almanya nükleer santrallerini tek tek kapatırken, Fransa hala enerjisinin büyük kısmını nükleer santrallerden elde ediyor ve hatta bu enerjinin yenilenebilir yani doğa dostu enerji olarak kabul edilmesini istiyor.
Türkiye’de de bu mesele “olmalı” ve “olmamalı” diyenler arasında tartışma konusu. Mersin’de kurulan Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ne dün, ilk Nükleer Yakıt getirilmesi bu tartışmaları iyice alevlendirdi. Çevreciler büyük endişe içinde. Günler öncesinden bu transferin yapılmaması gerektiğini anlatmaya çalıştılar, Çernobil kazasını örnek vererek. Evet çevreciler, nükleer santrallerin doğaya karbondioksit salımı yapmadığı için sera gazlarını arttırmadığında hemfikirler ancak santralin atıkları ve olabilecek bir kazanın, Çernobil Faciası gibi, yaratacağı sorunlara dikkat çekiyorlar.
Ekosfer Derneğinin konu ile ilgili yaptığı açıklama şöyle:
“Akkuyu için getirilen nükleer yakıt kullanılmaya başlanırsa Türkiye binlerce yıl boyunca radyoaktif kirliliğe yol açacak nükleer atıklarla da tanışmış olacak. Bu atıkları yok etmenin bir yolu yok. Nükleer enerjiye bel bağlayan ülkeler de bu soruna bir çözüm bulamadılar. Rus şirket 60 yıl sonra Akkuyu’yu terk edecek ama bize tonlarca radyoaktif bırakacak.”
Dernekten yapılan açıklamadan anlaşılacağı üzere, Ruslar santrali 60 yıl sonra terk edecekler. Binlerce ton radyoaktif ülkemizde kalacak. Ancak burada üzerinde durulmayan bir başka sorun var. Ruslar 60 yıl boyunca tesise hiç Türk uzman almayacaklar. Biyolog Ali Demirsoy asıl tehlikenin bu olduğunu söylüyor.
Bayramlaşmak için geçen hafta uğramıştım kendisine. Konu açılınca yaptığımız sohbette, Demirsoy “Nükleer santrale karşı değilim. Biyologların çoğu karşıdır ama ben aynı zamanda jeoloji eğitimi de aldım o nedenle farklı düşünüyorum” dedi. Kömür ve petrol rezervlerinin önünde sonunda biteceğini, “Güneş ve rüzgardan elde edilecek enerji için yeni teknolojiler geliştirilmediği takdirde, nükleer santralden başka şansı yok insanoğlunun” diyen hoca üstelik tek değil, iki santral olması gerektiğini, herhangi birinde teknik bir sorun olursa diğerinin yedek olması gerektiğini de söyledi. Ali Hoca’ya göre evet Akkuyu’da bir sorun var, ama teknik yada altyapı yada güvenlik sorunu değil, personel sorunu.
Demirsoy diyor ki, “Gelecek açısından, Türkiye’nin nükleer enerji konusunda uzmanlaşması gerekiyor, teknik kadrosunu yetiştirmesi gerekiyor. Ama bu santralin merkezinde yani uygulama alanında hiçbir Türk uzman yok. Türkleri inşaatın yapım aşamasında görebiliyoruz ancak asıl önemli olan bu konuda ilerde çalışabilecek uzmanlarımızın olmaması. Rusya 60 sene sonra bu merkezi bıraktığında santrali çalıştıracak adam olmayacak.”
Ali Demirsoy, Mersin il sınırları içinde inşa edilen Akkuyu’nun deprem bölgesinde olduğu yorumlarını da çok gerçekçi bulmadığını söylüyor. Demirsoy’a göre, o bölge deprem bakımından en hareketsiz yer olduğu sebebi ile bu konudaki endişeler yersiz. Atıkların muhafaza edilmesi konusunda da Türkiye’nin derin mağaraları sebebi ile avantajlı bir ülke olduğunu söylüyor Demirsoy. Atık maddelerin bu mağaralarda saklanabilme olasılığına dikkat çekiyor.
TÜNAŞ-Türkiye Nükleer Enerji A.Ş. CEO’su Necati Yamaç tarafından kaleme alınan "Türkiye'nin Yarım Asırlık Nükleer Santral Serüveni – adlı kitabına da değinmek istiyorum birkaç satır ile.
Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS)’nin detaylı bir biçimde ele alındığı kitapta Yamaç, "Nükleer santralleri, sadece enerji arz güvenliğini sağlamak üzere elektrik üreten tesisler olarak görmemek gerekir. Bu tesisler aynı zamanda bir ülkenin yerli sanayisini, teknolojisini, insan kaynaklarını bir üst lige taşıyan, önemli istihdam alanı oluşturan itici güç olmaları yönüyle birlikte değerlendirilmelidir." ifadesini, Ali Demirsoy’un endişelerinin haklı olduğunun gösteren bir ifade olarak yorumlamak yanlış olmaz sanıyorum..
Oysa, 2019 yılında nükleer eğitim almak üzere 100 ü aşkın öğrenci Akkuyu da göreve başlayacağı vaadi ile Rusya Federasyonu Ulusal Nükleer Araştırmalar Enstitüsü Moskova Fizik Mühendisliği Üniversitesi’nde eğitime gönderilmişti. Eğitimden sonra diplomalarını alan öğrenciler kendilerine verilecek görevi beklerken, uzman kadrosunda “Türk yetkili yok” iddiaları oldukça şaşırtıcı ve üzücü.
Akkuyu Nükleer A.Ş.’nin hisselerinin tamamının Rusya’ya ait olması, aynı şekilde projenin ana yüklenicisi Titan 2 nin Rus devletine yakın bir firma olması da Ali Demirsoy’un bu endişelerini destekliyor. İşin başında projenin ortağı olan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen iş insanı İbrahim Çeçen’in sahibi olduğu İçtaş A.Ş. nin sözleşmesi, işin ortasında işveren tarafından fesih edilmişti. İş güvenliğini sağlamaması ve proje kapsamında gönderilen 59 milyon 428 bin TL’nin gerektiği şekilde harcanmaması da fesih nedenleri olarak gösterilmişti. Daha sonra İçtaş’ın yerine 2019’da Mersin’de kurulan Rus sermayeli ve tüzel kişiliği Türkiye’de olan TSM Enerji aynı şartlarla projeye dahil edildi. İçtaş’ın yerine projeye dahil edilen TSM Enerji’nin üç kurucusu da Rus. Yani demem o ki, işletme A dan Z’ye Rus.
"Pripyat'ta 26 Nisan'ın diğer günlerden bir farkı yoktu. Günlük hayata dair hiçbir uyarı ve sınırlama yapılmadı. İnsanlar gruplar halinde toplanıyor ve santraldeki kazayı konuşuyorlardı. Cumartesi akşamı Pripyat'ın parti ve belediye yöneticileri ailelerini şehir dışına çıkardılar. Bu haber hemen yayıldı. Biz ise esirdik. Pazar günü insanları götürmeye başladılar. Kazadan önce her şey normaldi. İnsanlar otomobil satın alıyor, evlerini yapıyorlardı. Umutları vardı. Ama bir an geldi ve onlar için değerli olan her şey yok oldu..."
Bir müddettir talip ediyorum çok derin konulara araştırmacı bir gazeteci özelliğinizi büyük bir titizlikle yapmanızı takdir ediyorum. Başarılar diliyorum.