Çıkar ilişkilerini ön planda tutanlar piyasa ekonomisini çıkar ekonomisi haline getirirler.
Bazı ülkelerde iktidara sahip olan zihniyetlerin tüm temsilcileri veya bunların en önde gidenleri ne demokrasi eğitimi almışlardır ne de gerçek bir serbest piyasa mekanizmasının nasıl işlediğinden, işletildiğinden haberleri vardır. Uygulama, geldikleri yer, söylemleri hep bunu doğrulamıştır. Bu kişilerin çoğunluğu belirli tarikatların veya etnik grup yahut kabilelerin üyesidirler. Dindar olmanın yolunun belirli şeyhlerin, tarikat liderlerinin emrine itaat etmekle, onlara biat etmekle mümkün olduğu düşüncesi ile veya belirli bir grubun içinde olup çıkar sağlamak amacıyla girmişlerdir. Bazı ülkelerde tarikatların yerini etnik köken ve kabile bağlantıları almıştır, aile yakınlıkları almıştır.
Tanımsal ve yapısal olarak tarikat üyeliğinin demokratlık ve demokrasi ile hiçbir ilişkisi yoktur. Onlar teokrattır, demokrat değil. Çünkü demokratlıkta başkalarının fikirlerine saygı vardır. Kendinden olmayanların fikrine inanmasa bile onların “fikirlerini serbestçe söyleyebilmeleri uğruna kavga vermeye razı” olmak vardır. Tarikat veya kabile kafasının, şartlanmış beyinlerin kendilerini demokrat yapmalarına imkân var mıdır? Bunlar ne kadar demokratım da deseler onların değişmesi mümkün mü?
Demokrat olması tanımsal ve yapısal olarak mümkün olmayanların demokrasiyi ancak işlerine geldiği yanları ile kullandıkları, iktidarı zengin olmak, yakınlarına çıkar sağlamak, durumlarını daha da güçlendirmek ve iktidarlarını ebedi yapmak için ellerinden geleni yaptıkları değişik örneklerle saptanmıştır.
Özellikle demokrasi getirmek için çaba harcayan Orta Doğu ülkelerinde olduğu kadar, değişik az gelişmiş ülkelerde siyasi sistemin adına demokrasi denilse de gerçekte demokrasinin gölgesi bile yoktur. Buralarda iktidara gelenler gitmemek için kitaplarda yazılmayan hilekarlığa başvurmaktan çekinmezler.
Dini sembolleri, kabile ilişkilerini, etnik bağlantılarını, dışardaki uzantılarını, değişik mali kaynak ve mali bağlantılarını hep iktidarlarını sürdürmek için kullanırlar. Hukuk onlar için ayak bağıdır. Kullandıkları sürece, onların çıkarlarına uygun geldiği sürece hukuka gösteriş için saygı duyarlar. İşlerine gelmediği anda “hukuk onların gücünü sınırlayan, ayaklarını bağlayan” bir çeşit düşmandır, fanatiklere hedef gösterilecek rakiptir. Ne edip ne yapıp hukuku kendilerine biat etmeye çalışırlar. Bunun için her türlü yolu mubah sayarlar. Tehdit, ev kurşunlama, adam öldürme, şantaj başvurulan yollardan birkaçı.
Şimdiye kadar Afrika’da demokrasiye örnek diye gösterilen Kenya’da olup bitenleri bir hatırlayın. Ülke iç harbin eşiğinden döndü. Gayri-resmi rakamlar ölü sayısını binin çok üstünde gösteriyor. Lübnan’ı kana bulayan iki aşırı grubun-dinsel ve etnik bir arada olmaları ve barış içinde yaşamaları mümkün mü? Belki mümkün, arada Suriye olmasa.
Bu kafaların yönettiği ülkelerde serbest piyasa ekonomisi de yozlaştırılır, kişisel hırs, çıkar ve güç için kullanılır. Kanun koyucu olarak taraf olmaması gereken iktidarlar ekonomiye taraf olarak müdahale eder, istediğini abat eder, istemediğini berbat. Bu yüzden bu tür kafaların idare ettiği ülkelerin ekonomilerinin de burnu çamurdan çıkmaz, bir krizden öbür krize yalpalayıp dururlar. Enflasyonu denetlemek ve büyümeyi sürdürmek için yabancı paraya ihtiyaç duyarlar, sonra da sıcak para hastalığını tedavi için yeniden faizlerle oynamak durumuna düşerler.
Burada resmi rakamlarda oynama yapılır, istatistikler liderlerin kullanabileceği şekilde “revize” edilir. Bazı rakamlar bilinçli olarak az gösterilirken, bazıları da yüksek gösterilir ki, iktidardakiler bunu istedikleri gibi malzeme yapsınlar.
Bu yüzden ciddi araştırma kurumları bu ülkelerin resmi istatistiklerini ciddiye almazlar.
Peki Türkiye’mizde durum nasıl?
Türkiye sosyoloji ve siyasi tarihin örneklerle ortaya koyduğu benzerliklerden arınmış olamaz. İktidardaki partinin ileri gelenlerinin geçmişlerine bakınız ve son 5 yıllık uygulamalara bir göz atınız. Bu genel şablona uyup uymadığına kendiniz karar veriniz. Şimdi sizi Hürriyet Grubunun Ankara’da görev yapan ekonomi muhabiri ve Referans yazarı Erdal Sağlam’ın aşağıdaki cümlelerini sunuyorum. Karar sizin.
Değerli gazeteci ve araştırmacı Erdal Sağlam şöyle yazıyor Hürriyette.
“Eğer bir Hükümet, istediği şirketin ihalesine istediği şirketi sokuyor, diğerlerini eliyor, ardından tek alıcı olarak kazanan istediği şirket para bulamayınca bu kez kamu bankalarından olmadık kredileri uygun koşullarda verdiriyorsa, bunun adı piyasa ekonomisi de değildir, demokrasi de değildir...
Kimse "geçmişte de yapıldı" diye böyle bir şeyi haklı kılamaz.
Kendine demokrat diyenler de.
Eğer bir hükümet yıllarca elektrik zammını tutuyor, bilerek yüzde 20’lere varan elektrik kaçaklarına göz yumuyor, bunun faturasını da elektik parasını ödeyenlerin faturasına ekliyorsa, bunun adına demokrasi de denemez, piyasa ekonomisi de...
Eğer bir hükümet, bankalarla müşterisi arasındaki ilişkilere sürekli karışıyor, yapılan sözleşmeleri yok sayacak biçimde iki günde bir kredi kartı tüketici kredisi faizlerine karışıyor, kendisiyle hiç ilgisi olmayan alanda aflar, indirimler yapıyorsa bunun adına demokrasi de denemez, piyasa ekonomisi de...
Piyasadaki oyuncular bir-iki günlük bozulmadan çok bu temel mantaliteye bakmak zorunda..
Bunları halk mı istemiş oluyor.
Erdal Sağlam’ın sözlerine ilave edecek başka söze hacet var mı
Yorum Yazın