İnsanın işinin olmasına, “yalnızca para kazanılması” gibi bir açıdan bakmak doğru bir yaklaşım değil. Mesela, özgüven kazanımı, kendini gerçekleştirme, daha sıkı ve yoğun sosyal iletişimde bulunma, toplumsal aidiyet gibi başlıkları da bir değerlendirmenin içinde görebilmeliyiz.
Bir insan işsiz kaldığında ya da daha vahimi bu durumu kanıksayıp düşük yaşam standartlarına razı olduğunda her şeyden önce “kendine öfkesi" artar. İnsan değil de insanlar söz konusu olduğunda ise bireysel öfke toplumsal öfkeye dönüşür. Dışlanmışlık, yenilmişlik vs. hissinin türlü şiddet tezahürleri hayatın her alanında sıkça gözlemlenir ve hatta sıradan vakalar halinde önümüzden geçer gider.
Özetle fakirlik tek sonuç değildir. Aile içi şiddet, suç oranları, intihar, eril düzen tahakkümünde artış gibi olguların nedenleri araştırılırken eğitim-öğretim politikalarının ne denli doğru olduğuna da “Uzun vade faktörü” olarak elbette bakmak lazım. İşsizlik oranındaki değişim medeni ülkelerde kısa vade değişkeni olarak kabul edilir.
Peki ülkemizde durum ne?
Türkiye’de işsizlik ister resmi isterse kanıksanmış olanını kabul edin, kısa vadeli bir değişken değildir maalesef. Ataerkil düzen nedeniyle yüzyıllardır ruha işlemesi, toplumun kadın yarısının özgüvenini analığa hapsetmesi bir yana 2013’ten beri işsizlik sürekli artıyor.
Yüksek tahsil yapmış, mürekkep yalamışından tutun da eğitim sistemimizde 4+4+4 uygulamasının yalnızca ilk basamağını okumakla yetinmiş vatandaşlar bile resmi kurum beyanlarına artık pek güven duymuyor. Muhtemelen nişasta da içeren en ucuz 700 gramlık kaşar peynirinin neden nişasta ya da zararlı kimyasal içerebildiği, satılmasına neden izin verildiği soruları bir yana, bu nadide ürünün fiyatının, devletin resmi istatistik kurumunun açıkladığının çok ötesinde artığının farkında herkes. (Bir sonraki yazımda sihirli enflasyon sepetine değineceğim.)
Kurumun en son açıkladığı işsizlik rakamları bu güvensizliğin daha da artmasına neden oldu.
Aslında mevzu çok basit. Elbette bu tür istatistiklerde hesaplama yöntemi ülkeden ülkeye değişebilir. İşgücü ve işsizlik tanımları ülkeden ülkeye farklılık gösterdiği için bu durum makul de kabul edilebilir. Esasen, gelişmiş, kişi başı gayri safi milli hasıladan aldığı pay yüksek olan bir ülke ile gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerde gerek tanımları gerekse buradan çıkacak istatistiki verileri aynı yöntemle yapmak haksızlık da oldu.
Ama bu, “Ben tanımlarla, rakamlarla istediğim gibi oynar ve iktidarı rahatsız etmeyecek hatta işine yarayacak sonuçlara ulaşırım” demek olamaz.
Bu tespitten sonra gelin şimdi bizde ne oldu, ona bakalım.
TÜİK işsizlik rakamlarını Ocak 2020’de %12,8, Ocak 2021’de ise %12,2 olarak açıkladı…
Yani, Türkiye tüm dünya gibi COVID-19 felaketinin yarattığı ekonomik yıkımı dibine kadar yaşarken, lokantalar, barlar, kafeler, kıraathaneler vs. vs. kısmi ya da tamamen aylarca kapalı kalmışken işsizliği azaltma becerisini göstermişti!
Peki ekonominin çarklarında işsizlik artarken, devletin bu konudaki tek resmi organı TÜİK ne yapmış da işsizliği azaltma becerisini göstermişti?
İşin sırrı tanımda tabii ki!
TÜİK’e göre işsiz odur ki, son dört hafta içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış (Örneğin iş bulma umuduyla İŞKUR’a dilekçe vermiş), iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan çalışma çağındaki zat-ı muhterem… Yani bu yöntemi kullanmadıysanız işsiz bile olsanız devletin kayıtlarında maalesef işsiz olarak geçmiyorsunuz!
İşsizlik azaldı diye sonuç üretebilmenin bir diğer dayanağı, “kısa çalışma ödeneği”, onu da belirtelim. Bu insanlar işsiz sayılmıyor lâkin maaşlarına kıyasla aldıkları ödenek, devede kulak. Yani maaşlarını tam alamıyorlar, leblebi-çekirdek parasıyla yetinmek zorunda kalıyorlar. Evet, devletten harçlık alan bu kesim de resmen işsiz sayılmıyor TÜİK’e göre. Hal böyle olunca da dünyada pandemi döneminde işsizliği azaltan yegane ülke unvanını ele geçiriyoruz…
Bu beyan/tespit farklılığının nedeni olan dar kavramından ve gerçeğe daha yakın olduğu düşünülen geniş tanımlı işsizlik oranından söz edip, yazımızı sonlandıralım.
TÜİK mevcut ahval ve şerait içinde dar tanımlı işsizlik olarak adlandırdığımız hesaplama yöntemini kullanıyor. Bu ay itibarıyla yerine geniş işsizlik tanımını kullanmaya başlayacak. Her iki tanım arasındaki farklardan birincisi zamana bağlı eksik istihdam. Faal işi olan ancak haftada 40 saatten az çalışmasına rağmen daha fazla çalışmak isteyen insanları kapsıyor.
İkinci fark ise iş bulma ümidi olmayan işsizlerdir. Adından da anlayabileceğimiz üzere bu insanlar belli bir süre işsiz kaldıktan sonra iş aramaktan vazgeçen veya eğitimi/yeteneklerine uygun iş bulamadığından bu sınıfa dahil ediliyor.
Özellikle ülkemizde 1 buçuk milyona ulaşan üniversiteli işsizin önemli kısmı buradadır. Hatta temmuz ayında okuduğum bir haberde çalışmak istemeyen ya da iş bulmaktan ümidini kesmiş üniversite mezunu sayısı 565 bin olarak kaydedilmiş. Bu sayı da büyük ölçüde dar tanıma dahil olmayıp, geniş tanıma dahil.
Dar tanımlı işsizliğin kapsamadığı üçüncü kısım ise iş aramayan ancak iş bulduğu takdirde 2 hafta içinde işbaşı yapabilecek insanlar.
Ek olarak öğrenciler, ev kadınları, mevsimlik çalışanlar ve emekli/çalışamaz halde olan ancak iş bulduğu halde çalışmaya hazır kişiler sadece geniş tanımlı işsizlikte sayılıyor.
Sonuç olarak TÜİK, son dönemlerdeki bütün tartışmaları gidermek adına geniş işsizlik tanımına yer verecek. Yapılan bu metodoloji değişikliği, “AB standartlarına daha iyi uyum sağlamak amacıyla da olsa” daha doğru yöntem olur. İnsanların güvensizliği bununla beraber geçer mi o bilinmez ancak en azından işsizlik rakamları bakımından daha doğru oranları göreceğimizi umut ediyorum.
Çok doğru bizde gerçekleri öğrenmek istiyoruz yanlış rakamlarla halkı kandırmaya çalışıyorlar