Yazıma Yaşar Kemal’den bir alıntı yaparak başlamak istedim… “Bu ülkede dört şey olmayacaksın; kadın, çocuk, ağaç, sokak hayvanı.” Ben bu dört şeyin arasına bir de “su” eklemek istiyorum çünkü görülen o ki kaynaklarımızı hor kullanıyoruz… 2020-2023 yıllarında artık çok kez günlük hayatımızda dahi iklim değişikliğin etkilerini hepimiz iyiden iyiye hisseder olduk. Tüm dünyada alışılmışın dışında doğa ve hava olayları yaşanırken ülkemizde belki de en çok gündeme gelenlerden biri su kıtlığı oldu. Çok uzak değil daha 2021 yazına girerken neredeyse tüm ülkedeki baraj seviyeleri yüzde 50’nin altına düştüğünde hepimiz oldukça endişelenmiştik. Peki Türkiye’de ortalama olarak 15 yılda bir yaşanan ciddi kuraklıkların gerçek sebebi nedir? Bunun sebebini düşündüğünüzde aklınıza ilk gelecek şeylerden biri yağış yetersizliği olacaktır ancak veriler bunu söylemiyor. Aşağıdaki grafikte Birleşmiş Milletler’in yayınladığı verilere göre turuncu renkte Türkiye’nin yıllık aldığı yağış miktarını, mavi renkte ise İtalya’yı görebilirsiniz. Görüldüğü üzere iki ülke kıyaslandığında Türkiye gözle görülür bir şekilde daha fazla yağış alıyor.
Ancak yukarıdaki grafikten sonra gelin bir de aşağıdaki WRI (World Resources Institute) verilerine bakalım. Aradaki bu yağış miktarı farkına rağmen Türkiye en çok su sıkıntısı çeken 33. ülke konumundayken benzer coğrafi koşullara sahip İtalya 45. Sırada yer almış. Şimdi gelin bunun sebeplerine inelim.
Öncelikle en çok su tüketimi gerçekleşen alana yönelmemiz gerekiyor sebeplerini incelememiz için. Verilere baktığımızda Türkiye’nin yıllık olarak su tüketiminin yüzde 75’ini sulama, tarım ve hayvancılık giderleri oluşturmaktadır. Büyükbaş hayvancılık, tarım gibi süreçler hem karbon salınımı yüksek hem de su tüketimi yüksek işlemlerdir. Ancak bunları da daha efektif harcamanın yolları da elbette ki mevcut. Örneğin üretimi sırasında en çok su tüketen ürünlerin başında mısır, pancar ve kavak gelir. Bu gibi ürünleri ekmek için en uygunsuz bölgelerden biri zaten içme suyu sağlamada bile sorun yaşayan İç Anadolu’dur. Bu durum gözetilerek İç Anadolu gibi kurak havzalarda “kuru tarım ürünleri” ekimi su planlamasında önemli role sahiptir. Aksi halde tarım işçileri mısır, pancar gibi çok su tüketen ürünlere yöneldiğinde yerüstü kaynaklarından su bulamadığı takdirde yeraltı su kaynaklarına yönelip kuyularla su çekmeye başlayacaktır. Bu da doğanın dengesini, göllerin ve akarsuların beslenmesini bozacaktır. Bu durumun en gözle görülür sonuçlarından biri de 2021 yazında çokça görüp duyduğumuz İç Anadolu’daki obruk oluşumudur. Normal şartlarda yerüstü kaynakları kritik seviyelere gelmedikçe yeraltı kaynaklarının kullanılması tavsiye edilmez ancak OECD ülkeleri arasında en fazla yeraltı kaynaklarına yönelen üçüncü ülke Türkiye olmuştur. Gün geçtikçe, göller kurudukça, yağışlar azaldıkça yeraltı su kaynaklarına talep artmaktadır. Türkiye’de son 60 yılda 70’e yakın gölün kuruduğunu düşünürsek, kullanılan yeraltı su kaynaklarının miktarının oldukça yüksek seviyelerde olduğunu tahmin edebiliriz. Aşağıdaki tabloda Türkiye’nin büyük havzalarının yeraltı suyu beslenimi ve işletme rezervlerini görebilirsiniz. İşletme rezervi beslenim miktarına ne kadar yakın olursa o kaynak sürdürülebilirliğe o kadar uzak demektir. Kırmızı ile işaretli havzalar ciddi derecede yok olma tehlikesi altında olan kaynaklarımız. Yeraltı sularının yenilenmesinin on yıllar aldığını düşünürsek bu kaynakların korunması Anadolu’nun iklimi ve üretkenliği için çok önemlidir.
Yukarıdaki tablo göz önünde bulundurulduğunda aslında Türkiye’nin önündeki yıllar için çok sağlam bir su politikasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Geçmiştee su politikaları uzmanı Dursun Yıldız ile yaptığımız bir sohbette onun da üstünde durduğu gibi hem iyi planlanmış su politikalarının hem de bu planların havza bazında olmasının gerekliliği ülkemizin geleceği için çok kritiktir. Türkiye’nin çok değerli ve zengin su havzaları vardır ancak Doğu’daki havzalar için uygulanan politikalar Ege’deki havzaları korumak için geçerli olamayacaktır.
Geçmişte su politikaları ile ilgili neler mi yapılmalıydı?
En başta bir tarım ülkesi olarak çok uzun süreli ekim, sulama ve hasat politikalarımız olmalıydı. Örnek vermek gerekirse Hollandalı tarımcılar önlerindeki 7 sene boyunca hangi ürünleri ekeceğini, hangi ürünlerden destek alacağını bilir. Buna ek olarak Türkiye’de tarım kooperatiflerindeki eğitim kalitesi yeterli seviyelerde değil, yine Hollanda’da olduğu gibi bir Tarım Üniversitesi bile düşünülmeliydi.
Yerüstü su kaynaklarımızın korunması noktasında çok ciddi regülasyonların getirilmiş olması bir ülkenin geleceği için çok kritiktir. Bu kaynaklar korunmazsa ülkenin tarım politikaları, nüfus politikaları ve hatta dış ilişkileri bile işlemez hale gelir.(Aynı Dicle ve Fırat meselesinde Irak ve Suriye ile yaşananlar gibi) Üzülerek söylüyorum ki artık Türkiye’nin yerüstü kaynaklarının %75’i ve yeraltı kaynaklarının da %20’si maalesef arıtılmadan içilebilecek temizlikte değildir.
Yeni jenerasyonların üzerine düşen, bu durumu çok hızlı bir şekilde, geç olmadan tersine çevirmektir. Ancak o zaman belki kaynaklarımızı temizleyebilir ve bir nebze sürdürülebilir bir dünya hayalini gerçekleştirebiliriz. Dünya her geçen yıl değişiyor ve biz de değişmeliyiz. Eski tüketim alışkanlıklarımızı devam ettiremeyiz. Tüketmektense, sürdürmeliyiz.
Yeni yazına bayıldım…Yazıya dökmeyi seçtiğin datalar o kadar isabetli ve dikkat çekici ki karşılaştığımız su sıkıntısı üzerine herkesi düşündürecek farklı perspektiften ışık tutmuş. Kalemine sağlık!