Yazılarıma küçük bir ara verdiğim için öncelikle özür dilerim. Yaş ilerledikçe kişiye bağlı sorunlar ve kaprisler de maalesef artıyor. Neyse kendimden bahsetmekten nefret ederim diyerek konuya giriş yapalım.
Türkiye’nin maalesef en önemli sorunu güven erozyonu ve bu durumun yarattığı belirsizlik algısı. Güven öyle bir şey ki: avucunuzdaki sabun köpüğüne benziyor. Bir kez avuçtan kaydı mı, tekrar yerine koymak mümkün değil.
Ne yazık ki yurt dışından bakınca kimse Türkiye’ye güvenmiyor, sabah söylenenle akşam söylenen 180 derece fark edebiliyor. Türkiye’den bakınca herkes nefeslerini tutmuş, dolardaki tırmanışın nereye kadar gidebileceğini tahmin etmeye çalışıyor, ne Merkez Bankası’na ne de ekonomi yönetimine güvenmiyor. Belirsizlik algısı rasyonel davranışların imhasına yol açıyor. Kısacası rasyonel tahmin yapabilme imkanından yoksun olduğumuz bir dönem yaşıyoruz.
Bütün bu belirsizlik ortamında NATO meselesini tartışmaya çabalıyoruz, aynı anda savaş nedeniyle ortaya çıkabilecek gıda kıtlığı üzerine bazı senaryoları anlamaya çalışıyoruz.
Önce İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine karşı olduğumuz duruma göz atalım.
Daha önceki bir yazımda da ifade etmeye çalışmıştım, biz aslında İsveç ve Finlandiya ile değil, ABD ile pazarlık ediyoruz. Yani vekalet savaşlarından, vekalet müzakerelerine geçtik gibi bir durum ortaya çıkıyor. Peki bu yeni müzakere ortamı sürdürülebilir ve sonuç verebilir mi? Pek belli değil. Batı’dan gelen yorumlara göre Türkiye ne derse desin İsveç ve Finlandiya çok yakın bir gelecekte NATO üyesi olur. Esasen Putin bile ağız değiştirerek bu ülkelerin NATO üyeliğine karşı çıkmayacağını belirtti.
Tabi bu arada konuyla ilgisiz gibi gözüken ama bence ilgili, Miçotakis’in ABD Kongresinde yaptığı konuşma var. Miçotakis her ne kadar Türkiye’nin adını vermese de, konuşması her anlamda Türkiye karşıtlığı üstüne kurgulanmıştı ve konuşması defalarca kesilerek ayakta alkışlandı. Biden’ı ziyareti sırasında Biden’ın mavi beyaz kravat takması ve Yunanistan’a sempatisini göstermesi de kayda geçti. Hollywood senaryoları ile özdeşleştirilebilecek bu görüntüler her nedense Türkiye’ye NATO pazarlıklarında ayağını denk al mesajı gibiydi.
Ardından emekli bir Yunan generalinin televizyona çıkıp, “Türkiye’ye savaş açmanın tam zamanıdır” mealindeki sözleri de ilgi çekiciydi.
Ama eş zamanlı olarak Sayın Çavuşoğlu’nun İsrail Dışişleri Bakanı’nı ziyaret etmesi, Türkiye’ye davet etmesi, ortaya çıkan sıcak görüntüler daha farklı bir algıya da yol açıyordu.
Bu arada Rus gemilerinin Karadeniz’de Ukrayna’dan dünyanın pek çok ülkesine başta buğday olmak üzere kuru gıda sevkiyatı yapacak gemileri ablukaya alması, Putin’in dünyayı açlıkla terbiye etmek kararlılığında olduğunu da gösteriyor.
Sevgili dostum Mehmet Öğütçü’nün sosyal medyadan yaptığı bir paylaşımdan anladığım kadarı ile, İngilizler Boğazlardan geçip Rus gemileri ile savaşarak yük taşıyacak gemilere bir koridor açmanın senaryoları üzerinde çalışıyorlarmış. Tabi Öğütçü’nün gereken cevapları kendilerine verdiğinden eminim. Ama bu kadarı bile Lozan Antlaşması’nın mütemmim cüzü niteliğindeki Montreux Boğazlar sözleşmesine neden sıkı sıkıya sarılmamız gerektiğini ortaya koymakta yeterli.
Son olarak ABD’nin Moskova eski büyükelçisi, Ukrayna’nın Rusya’yı kışkırtmak için bizzat kendileri tarafından teşvik edildiğini ima ederken bu durumun oyunun bir parçası olduğu mealinde sözler sarf etmiş. Evet olup biten devletler arasında bir oyun olarak görülebilir ama sahada savaşanlar, tepelerine evleri yıkılıp can verenler açısından bir oyun değil, acı bir gerçek.
Belirsizliklerden ve savaşların gölgesinde yaşamaktan kurtulacağımız aydınlık günlerin yakın olması umuduyla…
Yorum Yazın