Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu


Türkiye’nin taşı toprağı altın mı?

Türkiye’nin taşı toprağı altın mı?

Altına hücum ABD de ilk Kuzey Carolina’da 1799 da başlamış. Otuz yıl sonra, 1829 da Güney Apalaş (Appalachians) dağlarına sıçramış. Tabii dünyanın bildiği ve film senaryolarına konu olan en önemli altına hücum California’da (California Gold Rush) 1848–55 yılları arasında Sierra Nevada’da olan.  İşin film dünyasındaki izdüşümüne gelince, “Altına Hücum” sessiz film olarak önce 1925 de çekilmiş. Daha sonra iki-üç kez sesli olarak tekrarlanan bir sinema başyapıtı haline gelmiş. Charlie Chaplin filmin senaryosunu yazmakla kalmamış, aynı zamanda filmi yönetmiş ve her defasında başrolü yine kendisi oynamış. Bir Charlie Chaplin klasiği olan “Altına Hücum(Gold Rush)” Büyük Dünya Buhranı öncesinde fakirlik, açlık ve yoksunluk içinde Klondike (Alaska)’da bulunan bir altın rezervine altın aramaya giden bir genç adamın, dondurucu soğuk, hastalık ve korkuyla mücadelesini komedi olarak ekrana yansıtmış. Gerçek hayatta trajedi ve komedinin birbirinin ayrılmaz parçası olduğu varsayımından yola çıkan Chaplin, filmin anlatımından seyircinin ders çıkarmasını ummuş. Film her yeniden çekimde, en büyük ödüllere layık görülmüş. Ama ne bu tür filmleri izleyen sinema seyircisi, ne de genel olarak insanlar, paraya, mala, altın ve elmas gibi kıymetli madenlere karşı hissettikleri zaaf ve tamahtan vazgeçmemiş. Altın uğruna katlanılan yüksek maliyetten ders alınmamış. ABD de olanlardan neredeyse tam 200 yıl sonra altına hücum şimdi Türkiye’de. Üstelik 21. Yüzyılda AKP iktidarının şefaatiyle ülke gündeminin ön sıralarına oturmuş durumda. Teşvik edilen tamahkârlığın ağır bedelini ise ilk İliç yaşıyor. Ama önlem alınmazsa korkarım bu son olmayabilir. Sırada acaba hangi altın üretimi alanı var? Kaz dağları mı? Yoksa Söğüt, Bilecik mi?  

Az Tamah Çok Ziyan Getirdi

Türkiye’de hemen her bölgede, Ege’de, Doğu Karadeniz’de, İç Ege, Doğu ve Güney Anadolu’da ileri aşamada altın arama ve işletme projesi var. 2016 ve sonrasında 5 ayrı bölgedeki toplam 27 ilde yaklaşık toplam 464 bin hektarlık alanda, 95 i aşkın üretim lisansı verilmiş. İşletilebilir altın rezervinin 1000 ton, potansiyelin ise 6.000-7000 ton olarak tahmin edilmesi ise tarım ve orman topraklarında talana hızla kapı açmış durumda. İzmir(2001) ve Manisa(2002) hariç arama ve üretim faaliyetlerinin özellikle 2010 dan sonra hızlanması dikkate değer.  Bu yolla eskiden sadece tüketici ve ithalatçı durumda olan Türkiye’nin, dünyanın ilk 20 altın ihracatçısı arasına girmesi de birilerinin göğsünü kabartmaya yetmiş.

Bu arada altın üretimi 2005 den 2010 a 3 kat, 2005 den 2015 e 5 kat, 2020 de ise 42 tona ulaşan üretim ile 8 kat artmış. Üretimin 2021 de 39.5, 2022 de 32 tona gerilemesi ise verilen yerli ve yabancı lisanslara karşılık durdurulan bazı üretim alanları ile ilgili gibi gözüküyor. Yine de neredeyse 20 yıllık bir süre içinde sadece yapılan yatırım değeri, verilen teşvikler nedeniyle üretim maliyetlerinin görece olarak düşüklüğü ve yaratılan yeni iş alanları ön plana çıkarılıyor. Yerli üretimdeki artışın altın ithalatında ne kadar azalma sağladığı, dolayısı ile iddia edildiği gibi döviz tasarrufuna ne kadar katkıda bulunduğu bilinmiyor.                                                           

Evdeki Bulgur Kimin Umurunda?

Ama aktif alanların daha da aktif hale gelmesine ve yeni alanların açılmasına izin verilirken, devletin, yerel yönetimlerin, teşvik alan yerli/yabancı firmaların ve tazminata doymayan yöre insanının her türlü çevre zararına göz yumması gerçeği ile asıl şimdi yüzleşiyor Türkiye. Altın üretiminin nüfusu yöresel tarımdan kopardığı, tarım ve mera alanlarını yok etmesi, yeraltı sularını ve nehirleri zehirlemesi, zeytin ağaçlarını veya ormanları yok ederek çölleşmeye yol açması anlaşılan kimseyi ilgilendirmemiş. Zorlukları çok, nimeti az tarımdan, hayvancılıktan bıkan halk, çoğu yerde verilen tazminatların cazibesine kapılmış. Şimdi büyük felaketin yaşandığı İliç’te, hane başına dağıtılan 130 bin TL (2010 de yaklaşık 40 bin Dolar) ön tazminatla biti kanlanan yöre halkı aldıkları lüks arabalara binip gezerken Altına koşarken neleri kaybedebileceklerini ve başlarına gelebilecekleri düşünmemiş. Uyarılara kulak vermemiş, yazılan raporları okumamış. 9 can hala göçük altında. Tepeler kayıyor; çatlaklardan sızan siyanür etrafa zehir saçıyor. Şimdi sesler giderek yükseliyor. Ama ne zaman uyanacak bu halk? Ne zaman kısa dönemli çıkarını, uzun dönemli faydadan daha fazla görmeye dur diyecek? Ne zaman tazminatların ağıza çalışan bir parmak bal gibi tadına kanmaktan vaz geçecek?

Grizu Dulları” Yetmedi şimdi Sıra “Siyanür Dulları”nda mı?

 Öteden beri kömür madenlerinde grizu patlamalarında, göçükte kalıp hayatını kaybeden işçilerin canlarının bedeli olarak eşlerine verilen tazminatlar, onların derin yaralarına belki biraz merhem olurdu. “Grizu dulları” denirdi bir zaman bu boynu bükük kadınlara.  Elbette acılarını dindirmezdi kan paraları. Ama asıl çocukları ile garip kalan acılı Grizu dullarına aldıkları tazminatlar nedeni ile yeni talipler çıkardı. Bu sanki Chaplin klasiğinde olduğu gibi, trajedi ile komedinin buluşma noktasıydı.

Kömür madenleri özelleştirildi. Ama Grizu patlamaları bitmedi. Hala Zonguldak’ta veya başka kömür madenlerinde alınmayan veya yeterli olmayan önlemler nedeniyle nice göçük haberi geliyor. 13 Mayıs 2014 de yaşanan ve 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan Soma faciasının üzerinden neredeyse 10 yıl geçti. Soma faciası unutuldu mu? Bunu asıl Soma’da yaşayanlara sormak gerek. Ama Türkiye, eğer unutturmayı, susturmayı dağıtılan tazminatları, kan paralarını tevekkülle kabul eden eşlere, analara ve bacılara borçlu ise ne kadar yazık!  

Neden bu devlet tazminatlarla acılı insanları susturmak, onlara yakınlarının kan parasını tattırmak yerine kömürde, Altında üretim ve iş güvenliği önlemi alınmasını sağlamaz? Neden denetimler ve ölçümler hala sureta yapılır?  Neden sorumlular yeterince ceza almaz? Bütün bu soruların cevabı yok. Ama şimdi ne yazık ki bilinçsiz ve paraya tapan halk nedeni ile Grizu dullarına, bir de Siyanür dulları eklenmekte. İliç’te olanların, Tunceli’de, İzmir’de, Kaz dağlarında, Söğüt ve Konya’da tekrarlanmaması için gerekli önlemler ivedilikle alınmazsa olacak olan bu.

Tazminatla saltanat ve kan parası ile avunma, maden bölgelerinde koşulların düzeltilmesine, güvenlik önlemlerinin sıkılaştırılmasının engel olmamalı. Hava, su, verimli toprak, orman ve denizler daha çok kazanma hırsına ve arama/üretim lisansları dağıtılırken alınan komisyonlara kurban edilmemeli. Taşı toprağı altın diye diye İstanbul’a ihanet edenlerin, şimdi Türkiye’nin tümünü gözden çıkarmasına asla izin verilmemeli.   

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar