İsrail yaratılmış bir devlettir. Kuruluşu tedhişe yani teröre dayanır. İsrail’in kuruluşunda en büyük rolü, Mülkiye’de Siyasi Tarih hocamız Ahmet Şükrü Esmer’in, “Profesyonel tedhişçiler” dediği “Irgun Zvai Leumi” olarak bilinen terör örgütleri oynamıştır. Bu örgütler daha sonra sağcı Likud Partisi’ne dönüşmüştür. Likud, Başbakan Netanyahu’nun partisidir.
İsrail yayılmacı bir devlettir. Bu yayılmacılık toprak ve ekonomi dâhil tüm alanları kapsar. İsrail bu yayılmacı siyasetini her uygulamaya koyduğunda veya her askeri harekâtında terörist geçmişinin kalıtımsal niteliğinden kurtulamamıştır. Son HAMAS saldırısı karşısındaki tutumu da bunu kanıtlamaktadır.
Bu satırların yazarı İsrail düşmanı olmak bir yana, 1990’lı yılların ilk yarısında, uzunca bir süredir buzdolabında olan Türkiye-İsrail ilişkilerinin, birkaç yıl içinde önemli aşamalardan geçip, Türkiye-Ürdün-İsrail stratejik işbirliğine dönüşmesine önemli katkılarda bulunmuş bir kişidir.
HAMAS, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) (şimdi Filistin Ulusal Yönetimi-FUY) etkisini kırmak için İsrail ve ABD tarafından yaratılmış bir terör örgütüdür. Afganistan’da ABD tarafında yaratılan, sonra ABD’yi vuran El kaide gibi. Bu defa da HAMAS kendisini yaratan İsrail’i ve dolaylı olarak ABD’ni vurmuştur.
Başta Mısır ve Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkeleri hiçbir zaman Filistin davasına beklendiği gibi sahip çıkmamışlardır. Arap ülkeleri için Filistin Devleti’nin ne kadar arzu edildiği de tartışmalıdır. Çalışkan, eğitimli, tüccar, girişimci, yönetici Filistinlilerin, Araplar için makbul bir ulus olduğu da öyle. Mısır uzun yıllar, destek oluyor görüntüsü altında Arafat’ı, İsrail ile uzlaşmaması için yönlendirmiştir. Mısır, İsrail’le ilk barış anlaşmasını (Camp David) imzalayan ancak Ürdün benzer bir anlaşma imzalayacağı zaman bunu engellemek için elinden geleni yapan devlettir.
Arap-İsrail anlaşmazlığında belirleyici unsur ABD’dir. ABD Ortadoğu’da bu konumunu yitirmemek için her şeyi yapmaya hazırdır. Diğer bir değişle, en azından daha bir süre bu sorunun çözümü ABD’nin tutumuna bağlıdır. Çözüm ise iki bağımsız devletli düzendir.
Arap-İsrail veya Filistin-İsrail anlaşmazlığı, uzun tarihi boyunca bir kez, 1991 Madrid Konferansı ve arkasından gelen Oslo 1 ve Oslo 2 Anlaşmaları (Oslo Accords) ile çözüm yoluna girmiştir. Bu da ABD’nin o dönemde (Başkan Clinton) değişen koşullarda Ortadoğu’da Araplarla, İsrail arasında daha dengeli bir tutum izlemek zorunda kaldığında sağlanabilmiştir.
Ancak, Ortadoğu’da bir yaşam biçimi olan terör bir kez daha harekete geçmiş ve Oslo Anlaşmalarının mimarı Rabin, fanatik bir Yahudi tarafından öldürülmüştür. Ortadoğu’da barış, istikrar yönünde adım atan yöneticilerin (Ürdün Kralı I. Abdullah, İsrail’le barış yapan Enver Sedat ve nihayet Rabin) kaderi, çatışmadan ve uzlaşmazlıktan çıkar sağlayan kişiler (Arap veya Yahudi) tarafından öldürülmek olmuştur.
Netanhayu, Haziran 1996’da ilk kez başbakan olmuş ve çok kısa zamanda Ortadoğu Barış Süreci’ni (OBS) çıkmaza sokmuştur. O yıllarda Türkiye’nin Amman (Ürdün) büyükelçisi olarak, gelişmeleri bizzat yaşadım ve gerek Ürdün gerek İsrail ve gerekse ABD kanadındaki ilişkilerim sayesinde yakından izledim.1 (1 Çöl Devriyesi. Ürdün Anıları. Süha Umar. Boyut Yayıncılık)
Şimdi Netanyahu bir kez daha, iki devletli çözümü rafa kaldırmak ve toprak kazanarak yayılmak için bir fırsat yakalamıştır. Bu fırsatı en kötü, insanlık dışı biçimde kullanmaktadır. Çaresizliğe itilmiş belki de yönlendirilmiş HAMAS’ın başlattığı saldırı ne kadar kabul edilemez bir eylem ise İsrail’in, savaş hukukunu dahi hiçe sayan, insanlık dışı karşılığı daha da kabul edilemez bir eylemdir ve İsrail’in terörist devlet niteliğini dünyanın gözüne sokmaktadır.
İsrail’e ilk anda destek açıklayan ABD’nin bu tutumunun, bu ülkenin Ortadoğu’daki çıkarları ve beklentilerinden kaynaklandığını; İsrail’in bu çıkarları ve beklentileri gerçekleştirmek için önemli bir unsur olduğu gerçeğinden doğduğunu söylemek yanlış olmaz. Hatta HAMAS saldırısının ABD ve İsrail tarafından tasarlandığı veya yönlendirildiğini bile düşünmek olanaklıdır. Bunun böyle olup olmadığı yıllar sonra açıklığa kavuşacaktır. Irak’ta kimyasal silah bulunmadığının, bunun ABD ve İngiliz istihbarat servislerinin bir algı operasyonu olduğunun Irak Harekâtı’ndan neredeyse 20 yıl sonra ortaya çıktığı gibi. AB’nin tavrı ise, büyük ölçüde Almanya’nın, Yahudi soykırımı vebalinin doğurduğu suçluluk duygusundan ileri geldiğini kabul etmek gerekir.
Ancak, İsrail öylesine insanlık dışı bir tutum izlemiştir ki ABD’yi bile, beklenen Gazze kara harekâtının büyük yanlış olacağını söylemeye, yapılmasını engellemeye çalışmaya mecbur etmiş, İsrail’i insanca davranmaya davet eden açıklamalar yapmaya zorlamıştır. Burada unutulmaması gereken, İran ve Suudi Arabistan gibi ebedi ve ezeli düşmanları bile bir araya getiren Çin ve uzun yıllar Ortadoğu’dan uzaklaşmak zorunda kalmışken, ABD’nin peşine takılan Türkiye’nin de vahim yanlışları sonunda, Suriye üzerinden Ortadoğu’ya güçlü biçimde dönen Rusya gibi unsurlar da dikkate alınmalıdır.
Daha sayfalarca yazılabilir ama ben bir kaç satırla Türkiye’nin durumuna değinip, şimdilik orada bırakayım.
Bugün, 20 yıl önce Ortadoğu’da hem İsrail hem Arap ülkeleri nezdinde ağırlığı olan, görüşlerine değer verilen bir Türkiye yoktur. Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en yalnız, ekonomi, iç ve dış siyaset açısından en zayıf, en sıkıntılı dönemini yaşamaktadır. Böyle bir Türkiye’nin Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında çok ama çok dikkatli olması gerekir. Zinhar her hangi bir çatışmanın içinde kalmamalı; çatışan taraflara eşit uzaklıkta durmalı; ancak taraflara sözünü dinletebilecek siyasi, ekonomik ve askeri gücü olan ABD gibi ülkelerin üstlenebileceği, “arabuluculuk” gibi girişimlere kalkışmamalı; bölgede her hangi bir çözümü dayatabilecek tek ülke olan ABD ile ilişkilerindeki sıkıntıları, basın aracılığı ile değil diplomasi yoluyla biran önce görüşerek, mevcut karşılıklı hasımlık durumuna, görüntüsüne son vermeye çalışmalıdır. ABD’nin SİHA’yı düşürerek verdiği mesajın sadece Kuzey Suriye’deki harekâtlarımıza bir sınır çizmek değil belki İsrail-HAMAS çatışması ile amaçlanan gelişmelere karşı Türkiye’yi uslu durmaya ikna amacı ile de verilmiş bir uyarı mesajı olabileceğini göz önünde tutmalıdır. Kısacası, Ortadoğu’da birçok aktörün, birbirlerine tuzak içinde tuzak kuruyor olabilecekleri bir dönemde ve durumda, kimin, kimlerin kurduğu ve kime, kimlere kurulduğu bile henüz belli olmayan bir tuzağa düşen ülke olmamalıdır.
Yorum Yazın