Dört gün evvel Ahmet Hakan, Hürriyet’te kendisine bahşedilen köşesinden Hazal Kaya’ya bir değil beş taş birden attı! Hazal Hanım’ın oyunculuğundan ‘nefret ettiğini’ belirtti ve beş nedenini sıraladı… Sıraladığı nedenlerden ilk ikisinin aynı olması şöyle dursun beni esas yaralayan Hazal Kaya’nın Ahmet Hakan’a verdiği asabi cevap oldu: “Senin fikrinin ne önemi var vasat herif!”
Bakınız fikrini beğenirsiniz yahut beğenmezsiniz; fakat bu kadar göz önünde mesleklerini icra edenlerin müsamahakâr olmaları şarttır… Öncelikle bu yazısı Ahmet Hakan’ın Türkçeyi yeterli kullanamadığının bir ispatıdır çünkü bu gibi durumlarda ya “oyunculuğunu beğenmiyorum” ifadesi kullanılmalıdır ya da “oyunculuğundan hazzetmiyorum” ifadesi. “Oyunculuğundan nefret ediyorum” ifadesi ise düpedüz hasmâne bir tutumdan kaynaklanır ve altında farklı hisleri barındırır. Haydi kabul edelim ve Ahmet Hakan’ın siyasî görüşüne (ya da görüşsüzlüğüne) ters düştüğünden Hazal Kaya’ya çattığını varsayalım; gene de bu Hazal Kaya’yı haklı mevkie getirmez. Ahmet Hakan’ın yerinde farklı siyasî görüşe sahip, sâdık bir takipçisi de bulunabilirdi. Ona da mı aynı şekilde cevap verecekti?
Sadece Hazal Kaya’nın şahsında söylemiyorum bugün oyunculuk camiasına tıpkı politika camiasındaki gibi bir hoşgörüsüzlük ve kibir hâkim. İki poz kesen kendini tiyatro sahnesine atabilme cesaretini gösterebiliyor! Eşsiz üstad Muammer Karaca dahi yirmi beş sene sonra kendi adına bir tiyatro kurabilmişken…
Eleştiri iyi sanatçı için bulunmaz velinimettir. Sermet Erkin’den duymuştum; oyunculuğun nirvanasındaki Yıldız Kenter mesleğinin zirvesindeyken, “Eğer hiçbir eleştirmen beni eleştirmezse kendimi geliştirme şansı bulamam…” dermiş. Çünkü biliyordur ki ancak gelen eleştiriler doğrultusunda kendini yenilediği takdirde mükemmele erişebilecektir. Bu durumda hiçbir eleştirmeni, eleştiriyi ka’le almayan sanatçılarımıza sormak hakkımdır, “Siz Yıldız Kenter’den de mi iyi oyuncusunuz ki eleştiri kabul etmiyorsunuz?”.
Örnekler bu kadarla sınırlı değildir… O Türkçenin en nefis nesir yazarlarının başındaki isimlerden Falih Rıfkı Atay ki kırk yaşından sonra yazı dilini değiştirmemiş miydi?
Hayatında sol ideolojinin belki de “s”sini duymamış o koskoca İsmet Paşa ki devrin getirdiği şartlar itibariyle, seçmenden de gelen eleştiriler üzerine sekseninde partisini “Ortanın solu”nda konumlandırmamış mıydı?
Eleştiren kişi provokatörmüş; nazar-ı itibare almazsınız ama cevaben “vasat herif”li cümleler kurmazsınız. Elbette eleştirileceksiniz, eleştirileceğiz! Yoksa nasıl daha iyi günleri görmeyi umut edebiliriz? Görgü de eleştiriye karşı hoşgörüyü gerektirir ve gerek sanatçı, gerekse siyasetçi halkına bazı davranışlarıyla örnek teşkil eder.
Bilhassa muhalif sanatçılarımıza seslenmek istiyorum: “Değerli muhalif sanatçılar! Eğer siz de size yöneltilen eleştirilere böyle karşılıklar verecekseniz eleştirdiğiniz siyâsetçilerden ne farkınız kalır?” Öyle ya; “onlar da ben yaptım oldu!”cu, siz de… Neyini eleştiriyorsunuz ki! Zaten memleket diken üstünde! Benzer nezaketsiz çıkışlar halk tabanına inerse sokaklar dahi soluk alınır olmaktan çıkar ve yavaş yavaş açık havada da boğulur hale geliriz…
İzninizle sürekli pohpohlanmayı isteyenler için söylediğim şu kıta ile sözümü keseyim. Yoksa maazallah o sinirle eleştirdiklerim beni kesebilirler:
“Hakikaten ne tuhaftır hayatta bâzıları,
Ölümle eş tutuyor alkışın kesilmesini..
Devamlı olsa sıkılmazlar övgüden, yağdan;
Haset, küfür sayar onlar eleştirilmesini!”
Tam dozunda,doyurucu bir görüş,tebrikler ve teşekkürler.