Bir insan eğer borçlarını ödeyemiyorsa ne olur? Alacaklılardan tehdit gibi mektuplar alır, telefonla uyarılır, alacaklılar dava açarlar ve gırtlağına kadar borca batmış o kişinin üzerindeki menkul ve gayrimenkuller icra yoluyla satılır ve borçlu iflas etmiş sayılır.
Bu senaryoyu bir ülke için düşünün. Eğer bu ülke borçlarını zamanında ödeyemez duruma düşerse ne olur? Bunun karşılığı ülkenin iflasıdır. Bu sorunun yanıtını Harvard Üniversitesi ekonomistlerinden Ken Rogoff şöyle veriyor:
“Elbette ülkeler de iflas ederler ve tarihte çok örnekleri vardır. Hatta bazı ülkeler birkaç defa iflas etmişlerdir.”
Ken Rogoff şöyle devam ediyor:
“Ülkelerin durumu kişilerden, bir yerde farklılık gösterir. Ülkeler kişiler veya şirketler gibi iş hayatından tamamen çekilmezler fakat alacaklılarına az da olsa bir şeyler öderler. Kuşkusuz bu ödemenin değişik yolları vardır, ama genellikle ülkenin maliye bakanı çıkıp, alacaklılarımıza borçlarını ödeyecek paramız yok, der. Maalesef daha iyi bir yolu yok bunu söylemenin. Böyle bir olay alacaklılar için çok büyük bir olaydır. Öyle koşullar olur ki hiçbir başka alternatif kalmamıştır elinde borçlu ülkenin…”
Zamanı gelince borçlarını ödeyemez duruma düşen ülkeler temerrüt diye tanımlanan bir hukuki mali deyimle tanımlanırlar. Yani borçlu hukuki ve mali sorumluluklarını yerine getiremez duruma düşmüştür. Kişi ve şirketlerin mal ve varlıklarına alacaklılar tarafından el konulması kolay olsa da aynı şey hükümran devletler için daha zordur. Bu durumda borçlu devlet alacaklıları ile masaya oturup daha fazla zaman isteyebilir. Alacaklılar kısa zamanda almaları gereken paralarını daha geç bazı koşullarda daha azına razı olabilirler yani borç verdikleri paranın faiz gelirlerinden azaltmaya gidebilirler yahut koydukları paraya razı olurlar. Daha az paraya razı olma anlaşmaları bir anlamda makaslanmış olur.
Eğer bir ülke dışardan para bulmak için belirli bir tarihte ödenmek suretiyle bono ihraç etmişse ve zamanı gelince ödeme sorumluluklarını yerine getiremezse bazı koşullarda alacakları faizin yarısına bile razı olmak zorunda kalabilirler.
Yunanistan 2012 de temerrüde düşünce Yunan hükümetine, bono almak suretiyle borç vermiş şirketler yüzde 50’ye yakın faiz geliri kaybettiler.
Temerrüde düşmek borçlu ülke için çok sancılı bir durum yaratır, eğer beklenmedik ve belirli bir düzene girmemişse. Yerli para yabancı paralar karşısında adeta erir, yabancı yatırımcılar bankalardan paralarını çekip yurt dışına kaçmak zorunda kalırlar. Bankaların iflasını önlemek için hükümetler bankaları kapatır ve sermaye kontrolleri getirirler, panik şeklindeki bir çöküşün önüne geçmek için. Dünya sermaye piyasaları risk yüksekliğini göz önünde tutarak çok yüksek faiz isterler veya hiç kredi vermezler. Kredi derecelendirme kurumları yabancı yatırımcıları uyardığı için ülkeye yabancı sermaye girmez. Bazı koşullarda alacaklılar ellerindeki bonoları bir anlamda sigortalamak için swap dediğimiz riski geleceğe yayma yöntemine başvurabilirler.
Clinton yönetiminde Arjantin’den alacaklıların kaybettikleri paraları tahsille görevli kurulunun başkan yardımcısı Robert Shapiro, “Esas problem ülkelerin iflasını düzenleyen bir uluslararası hukuk bulunmamasıdır” diyor. Arjantin son moratoryumundan sonra bile bir anlamda moratoryumun izlerini devam ettiriyor. Alacaklılarına borcunun üçte birini ödemeyi teklif etti Arjantin hükümeti… Alacaklıların yarısı kabul etti yarısı kabul etmedi. Arjantin’in hala 16 milyar dolar anapara ve faiz borcu var. Alacaklılar avukatlar tutup mahkemeye gittiler. Arjantin hükümeti 104 davayı kaybetti ama hala paraları ödemedi. Robert Shapiro alacaklıların, borçlu ülkelerin devlete ait uçaklarına, gemilerine, hatta savaş gemilerine ve yurt dışı varlıklarına haciz koyabileceklerini belirtiyor.
Türk tarihinin en büyük iflası ve Duyunu-Umumiye-Genel Borçlar İdaresi
Osmanlı sultanları Galata bankerlerinden, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden faizle borç alıp çarçur ettiler gösterişli saraylar yaptırdılar (Dolmabahçe). Yaklaşık 500 milyar dış borç birikti. Alacaklılar kapıya dayanınca Osmanlı hükümdarı onlara kendi topraklarımızda vergi toplamalarına, iş yaparak borçlarını tahsil etme yetkisi verdi.
Sevgili Yılmaz Özdil konuyu kısaca şöyle özetledi:
“Duyunu Umumiye borçların ödenmesini takip etmek için kurulmamıştı, devletin gelir kaynaklarını bizzat yönetmek için, devletin gelirlerini bizzat tahsil etmek için kurulmuştu.
Bildiğin “haciz” kuruluşuydu.
Banker adı altındaki uluslararası tefecilerin oyuncağı olmuştuk.
Devletin hazinesini inek gibi sağmakla kalmadılar, uyuşturucu bağımlısı yapar gibi kredi bağımlısı yaptılar, yeni borçlar vererek, yeni imtiyazlar aldılar, bizim topraklarımızda kendilerine demiryolları, limanlar, bankalar, sigorta şirketleri, posta şirketleri, telefon şirketleri, tramvay şirketleri, elektrik santralları kurdular, yeraltı zenginliklerimizi babalarının madeni gibi işlettiler.
Kendi ülkemizde elalemin kölesi olduk…” (Sözcü, 11 Ağustos 2018)
Atatürk bu kuruluşu kapattı ve genç Cumhuriyet, Osmanlı’nın borçlarını ödemeye devam etti. Ta 1950’lere kadar.
Şu andaki dış borcumuzun toplamı 460 milyar dolar civarında, çoğunluğu Hazine garantili özel sektör borcu. Yani devlet ödemek zorunda. Nerede ise Osmanlı’nın borcuna yakın. Ülkenin mali itibarı düşük ve güven duyan çok az. Mali piyasalar da ülkeyi yönettiğini sanan zihniyetin mali politikaları da tamamen, “Faiz, enflasyonun nedenidir” safsatasına göre düzenleniyor.
Yorum Yazın