Eskiler iyi bilir vefa duygusunu. Yaşanmışlıklar içerinden belki de insan yanımızı pekiştiren ana öğelerden biridir.
Ailenizden aldığınız ve elbette kendi yaşamsal çarkınız içerisinde adına, deneyim ya da tecrübeler, dediklerimizi edinirken; size eşlik edenlerin bir ortalamasını sunar, vefa.
Bazen siz bırakırsınız, bazen kendi gider. Ama ister kalsın, ister gitsin, yaşanılan an içerisinde ya anladığımız, ya anlamakta, idrak etmekte zorlandığımız her şey, istisnasız zamansal süreçte, karşımıza çıkar ve hatırlatılır.
ONAT KUTLAR
İlk uzun metraj filmi için son derece başarılı ve Onat Kutlar adına gerçekleştirmiş olduğu; Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri, filminin basın gösterimi sonunda sohbet etme imkanı bulduğumda, ne kadar mütevazi ve yaşına göre büyük bir olgunluk ile işine sarılmış olarak gördüğüm, Yönetmen, Önder Esmer’i, bir kez daha kutluyor ve sanatsal yolcuğunun artarak taçlanmasını diliyorum.
Ve elbette son değerli bu projenin hayata geçirilmesi aşamasında desteğini esirgememiş olan Matthias Kyska’ya da.
Yönetmenin oldukça şeffaf, bilgilendirici, hatırlatıcı ama en çok duygusal travma öğeleri ile süslemeyi tercih etmemiş olması, beni etkiledi. Ne yaptığını ve o dönemleri yaşamamış olsa bile; ciddi araştırmalar, sentez ve sonrasında yalın bir güzellikle sunabilmek, haklı alkışı ve övgüye hak eder.
Onat Kutlar Belgeselini, elbette Atilla Dorsay ve sevgili zarif eşi, benim güzel dostum, Leman Dorsay ile birlikte izledik. Onlarla film sonrası sohbetimizde, Sinematek’in ilk binasına gidişlerini; binanın gösterişten uzak, son derece sade, öğrenmeye ve öğretmeye adanmış yolculuğunda, orada hiç böyle bir binanın var olamayacağını, buna inanamayan dostlarının hayret duyan ifadelerini paylaşmaları ile başladı.
KIVILCIMI ATEŞ YAPMAK!
Belgesel filmi izlerken ise bende en büyük tesiri bırakan, elbette Sinematek kurulduğunda, kayıt yapanlar arasında Atilla Dorsay’ın henüz askerde olduğu, sonrasında istese de gecikmeli kaydını gerçekleştirmesi, yazarlık yapması yer almakta. Aynı şekilde Burçak Evren’in, henüz öğrenci iken kayıt yaptırdığı. Bütün bu gelecek vaat eden insanları toplayabilmiş, Sinematek. Geleceğe en büyük yatırım! Kıvılcımı ateş yapmak, tam da budur! Ve izlediğimiz belgesel içinde yer alan, daha pek çok önemli bilgi içinde, bir zamanlar kısıtlı imkanlar ile Konsolosluklardan alınan sinema bobinlerini, taşıyan emekçi kadar, alt yazı yazmaya imkanlı bütçenin olmadığı, tercümanın bazı zamanlar canlı simültane yapabildiği dönemlere gelmeden; her bir gösterilecek film için; en az sekiz, kimisinde ise bazen, yirmi sayfa, izleyiciye özet çıkartılması. Bunun da tek bir daktilo ile gerçekleşmesi! Ve izleyicinin bunu okuyarak, bilmediği bir dilde film için koşulsuz seyretmeye başlaması.
Aslında, 1955 yılında İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi öğrencilerinden bir grubun çıkarmaya başladıkları, A dergisi 1960’lara gelindiğinde, darbeleri ve siyasi rüzgarlar sonunda, artık özgür olduklarına ve mücadeleyi tamamladıklarını düşünüp, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, Özgürlük, şiiri tamamlamaları ama düzenin değişmediğini, ilerleyen süreçte katmerle aldıklarının altını itina ile çiziyor olması, yaşadığımız dönemi o tarihten bakabilir ve şayet anlayabilirsek, emek verenlerin kıymeti de o oranda ortaya gün yüzü gibi çıkmakta olduğunu net olarak gösterir nitelikte bir çalışma içermekte.
Dağ gibi adamlardı, o İstanbul Üniversitesinin bilhassa Hukuk Fakültesi öğrencileri. Zeki, şair, yazar, edebiyatçı, hümanist, paylaşımcı ve en çok da güzel bir dünyaya, aydınlık günlere inanmanın sonsuz gücü.
Nereden biliyorum, rahmetli babacığımdan. Hepsini saygıyla yâd ediyorum. Her soluk alışımda, ne onları, ne onların güzel bir dünya oluşumuna, koşulsuz katkı çalışmalarını, unutmam mümkün değil!
O yüzden unutmamak kadar idrakte önemli. Ellerinde, avuçlarında olmadan, güzel ve aydınlık bir ülke inşası için çalıştılar. Onlardan biri de Onat Kutlar’dı.
Bu köşenin satırlarına yazsam da sığmaz ama Yönetmen, Önder Esmer’in, inanarak ortaya koyduğu; Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri’ni izlediğinizde, bunu çok iyi anlayacaksınız. Öncelikle bunu lütfen kaçırmayınız! Ve gençlere bilhassa izletiniz.
Bu kadar acı dolu ve anlatılamayan sanki bir dakikaymış gibi ama ömürlerden geçip, giden süreç ancak bu kadar yumuşak ve saygı duruşu niteliğinde, resmi bir tören edasıyla anlatılabilirdi.
Bu belgesel film; bizim tarihimizin, kayıplarımızın resmi bir belgesi. Arşivler olmasa da, insana dokunabilmeyi ilke edinmiş insanların yüreğini yansıtabilmesi ve bunu ekrana taşıması açısından son derece anlamlı ve başarılı bulduğumu, altını çizerek yeniden belirtmek isterim.
Eğer biz doğru bilgiyi aktaramazsak, Onat Kutlar ve arkadaşlarının inancını, geleceğe geçiremezsek, sonrasında ne olur biliyor musunuz? Yaşayan biri olarak söylüyorum.
Eski Beyoğlu Sinemasının bilhassa festival günlerinde oturma düzeninden kaynaklı, altta yazılan alt yazıyı arkadakilerin görmesi zor olmaktaydı. Sonra çözümler geliştirildi ancak bu daha başlar başlamaz şikayetçi olmayı keser.
Neden biliyor musunuz? Onat Kutlar ve arkadaşlarının, Fransa’dan sinemanın doğduğu yerden esinlenerek yola çıkardıkları hayal ve bu hayalin inancı ile tıpkı hiç lisan bilmeyen birinin, eskilerin deyimi ile “ecnebi”, şu an ki çağa göre ise yabancı müziğin sözlerini bilmeden, şarkıya aşık olmaya benzer.
İşte tam da bunu başarmışlardır.
Bugün, seksenlerine yaklaşmış ve sinema tutkunu (sinefil) kişilerden birçoğundan duymuş olduğum, tek film, 1925 yapım yılı ile “Potemkin Zırhlısı”. İlk gösterimi 21 Aralık 1925 yılında gerçekleşen ve o zamana göre Sovyetler Birliğinin, Yönetmeni, Sergey Ayzenştayn’ın emeği olan filmdir.
Seksen sonrası yasaklar dahilinde film almanın zorlaştığı ve bir filmi sunabilmek için oluşturulan mücadele, konulan ambargolar sırasında belki defalarca aynı filmi izletmek zorunda kalan Sinematek yetkilileri ve sinemaseverler, ücretsiz sunulan bu imkanları, o zamanın şartlarında, belki zaman zaman olumsuz tepki ile karşılamış olsalar da, bütüne baktığımızda. Bunun gibi dünyanın pek çok ülkesinden getirtilip, henüz görülmemiş filmleri, ücretsiz halkı aydınlatma amacını şiar eden Onat Kutlar idaresindeki oluşumun, insana verdiği değer ve yatırım, insana dokunabilmek ve fayda sağlamak gerçeğini değiştiremez.
Yapılan tarifi zor bir gerçekliktir. Bize ancak onlara saygı duymak ve onları aşabilecek işler üretebilmek, düşer.
Eğer Onat Kutlar’ın, aynı zamanda çok başarılı olduğu halde, Edebiyatı, bir kenara koyarak, seyrettiği bir filmden etkilenerek, sinema yolculuğuna başlamasa, bugün ne MSÜ arşivi, ne İKSV olacaktı.
Tıpkı önce üyesi, sonra gönüllü yazarı olan ve aynı zamanda, Cumhuriyet Gazetesinde, yıllarca emek verecek yola giren, Atilla Dorsay, rahmetli Sungu Çapan gibi.
Ve hatta SİYAD’ı kuran, Atilla Dorsay gibi.
Gelecekte, herkes Allah ömür versin Atilla Dorsay olmasa, bugün sinema yazarlığını resmileştiren, bunu meslek haline dönüşmesi için katkıda bulunması için ciddi emek ve efor sarf eden, hayatından ödünler veren, dostum Atilla Dorsay’ı da anacak.
Unutmamak, o yüzden önemli!
Bu çerçeveden büyük resme bakabilirsek; filmde kendimize ve geleceğimize, geleceğimizin nerede olmasına dair, daha iyi karar verebilir. Bunun için en doğru önemleri alıp, gerçekleştirebiliriz.
Aydınlanma, ciddi bir mücadele ve çoğu zaman da en yakınların algılayamayışı, anlayamamasını içerir ki bu da gayet doğaldır.
Çünkü vizyon sahibi olmak, hele hele aydın olabilmek, en az insan olabilmek ve insan kalabilmek kadar zor ve meşakkatli iştir.
Dün, T24’deki köşesindeki yazısında, Sarıyer Kitap Günlerinde, bugün olacağını bildiren Atilla Dorsay, dostluk ve kavramını, o kadar güzel anlatmış ki.
Yaşayanlara, yaşanılanlara saygı duymak ve o oranda anlatabilmek, dost bildiklerine zarar gelmemesi için elinden gelenin fazlasını yapabilmek, olgun ve sevgi dolu, artık birçok şeyi aşmış, aşabilmiş insanların işidir.
Böylelikle, yaşamın doğallığı, o doğal içindeki hediyeleri ve hediyeleri unutmamak ile gerçekleşen ve sonrasında saygı ve sevgi ile hatırlanacak bir ömürden başkası değildir.
Ya da saygıyla andığımız, Onat Kutlar’ın son cümlesinde bahsi geçen, kendisini ve aynı düşüncede olan arkadaşları ile çıktıkları yolda, yolu anlatan; Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri (Yönetmen, Önder Esmer) dediği gibi:
“Şimdi bizden geriye ne kalır”
Doğru hayat ile sadece sevgi ve insanlık kalır.
Işıkla.
EMEL SEÇEN
Yorum Yazın