Emel Seçen

Emel Seçen


Üslup

Üslup

Dolu dolu bir hafta sonunun akışının tamamını olamasa da önemli noktaları anlatmaya çalıştım. İkinci gün devamı olarak gerçekleşen, “Bilge Karasu Günleri” etkinliğinde, bir ustanın hala neler öğretebildiğine şahitlik ettik.

Tıpkı tüm “zamansız” değerler gibi.

Keşke Enis Batur, ustamızda olsaydı.

Fransız kökenli bir edebiyatsever, bize bizi anlatmaya çalıştı. Öyle ki öğleden sonra ki üçüncü kısımda söyledikleri, gerçekten ibretlikti. Biz hala, “değer”, üzerine anlam kargaşası yaşarken, kendisi işi çoktan çözmüştü.

Aslında her şey, bir önceki konuşma sırasında söz alan ve bu kadar kalabalık içerisinde cesaret gösterip, kendi fikrini söyleyen, akademisyen Hakan Atay’ın, “Ben, Bilge Karasu, sevmiyorum! Bilge Karasu, sevenleri anlamaya çalışıyor ve seviyorum” demesinin ötesine konuşmasına devam etmesi ile giderek açıldı. Kendisi konuşurken yanımda oturan, Midilli’den göçmüş bir ailenin kızı olarak tam bir Bilge Karasu, okuyucusu olan hanımefendinin yer yer haklı tepkileri arasında kendi kendime düşünebilme zamanı bulmaya çalıştım.

Tam bir gün öncesi, Murathan Mungan, konuşması sonrası “Usta-Çırak İlişkisi” başlığı ile yaşanmışlıklar üzerine gerçekleştirdiği ve tadı damağımızda kalan konuşmasındaki anları anımsadım. Sanırım ne kadar okursak okuyalım, hep bir adım daha, önce insan ve olurken de ilk önce ön yargısız olarak bakabilmeyi ve “oldum” dememeyi, öğrenmemiz gerekmekte. Alanınızda ne kadar iyi olursanız olun ama sizden yıllar yıllar önce ve “usta” olarak adlandırılma noktasına gelmiş biri ve tüm konuşmalar yapılırken, kendisi adına bir cevap hakkı olmayan birinin, tercümeleri noktasında, dahi “Tabii bilemiyoruz, belki Fransızcasını okumadı, direkt İngilizceden çevirdi. Kaçak güreşti.” gibi ifadeler, açıkçası, Felsefe ve Edebiyat, bütünlüğü içinde harmanlanan birileri için biraz tuhaf buldum. Kişilerin fikirlerini söylemelerine karşı olmadığım gibi beni bağlayan ve benim gibi salonda bulunan kişilerinde tepkisini aldı. Herkes herkesi sevmek zorunda değil ama saygı duymak zorunda. Yoksa moderatör olarak konuşmayı bölmek zorunda kalan, Fatmagül Bertay, “Ben,1978 kuşağıyım. O çağda ne yaşandığını, ne süreçlerden geçtiğini biliyor musunuz,1958’de bir kitap basılması ne durumdaydı. Bu giderek, Bilge Karasu’yu tanımak ve anlamak noktasından, Hakan Atay, tanıtımına döndü. Biz her şeye rağmen saygıyı öğrendik”, demezdi.

Hepsi bir kenara, aynı masada oturan ve ilk konuşmaya başlayan Hakan Yücefer, adaşı Hakan Atay’a, siz sevmiyor değilsiniz aslında seviyorsunuz ama değişik bir eleştiri ile yaklaşıyorsunuz, tarzında ortamı yumuşatan yaklaşımı güzel olsa da, Avrupai düşünce mi, yoksa daha çok insanın, insanlaşma sürecinde, kendine kattıklarının, kendini var edebilme noktasında, tam da “değerler”bölümünün tamamlanmış, olma hali mi? Bunu herkes kendi birikimi kadar çözdü. Çözemeyenleri düşünen birileri de vardı elbet ve o kapanış kısmına sarktı.

“Değerler” bölümünün tamamlanmış, olma hali mi? derken, kimden bahsediyorum, Hakan Atay, konuşması sonrası başlayan diğer konuşmacılardan birisi olan ve “Bilge Karasu’nun Göçmüş Kediler Bahçesi Çevrisi Üzerine Notlar”, başlıklı konuşması ile söz alan, Slyvain Cavailles’in; neden Bilge Karasu’yu seçtiği, seçerken de yeni kurmuş olduğu yayınevinde, aslında kendisine, deli bu, ya da riske girmiş olmasının ekonomik bağlamda sürecinin neleri doğuracağının bilmesi ama hepsine karşı bir duruş sergilemesinin ardından sarf ettiği söz çok etkileyiciydi.

“Fransa’da tanınmasını istiyorum, çeviriyi benim yapmış olmam aslında benim açımdan kolaylıktı. Evet, risk aldım ama –Bir büyüğüme saygı göstermek istedim- (Bu son cümleyi söylerken, iki elini birbirine dayayarak, şükran ifadesi sergiledi)”

İnanın, bu müthiş bir şey!

Yanımda ki Midilli’lihanım döndü bana ve “Ne kadar güzel konuştu değil mi? Biraz önce sizin anlattıklarınızın aynısı.”

Yani bizim toplumumuzun, en büyük hatalarından ya da kolaycılığının tarafı belki, her olguya kendi çağından bakıp, yorumlamaya çalışması. Maalesef, olmuyor. Ne kadar tez yazarsanız, yazın. Ne kadar kitap okursanız, okuyun ya da konuşun. Güneşi balçıkla sıvayamazsınız. Doğru, tektir.

Sonra kalkar, kapanış konuşmasında olduğu gibi ve bir önce ki gün Enis Batur hocanın, konuşması sırasında, “Benim gibi Bilge Hoca ile yakınlık kurmuş, ondan çıraklık deneyimlemiş yanılmıyorsam Tansu Açık var” dediği şekilde, Tansu bey durumu toparlamaya çalışır. Öyle ki ortaya atılan sözlerin ne kadar içi boş olduğunu ve herkesin bir yerlerden duyarak, adeta ipe un serme, girişiminde bulunduğunu ifade eder.

Hal böyle iken, Tansu Açık, beyefendinin kapanış konuşmasına geçmeden soru-cevap kısmında, Messieurs, Sylvain Cavailles’e, önce teşekkür ettikten sonra bir örnek vererek; dün Enis Batur’a da konuşma sırasında arz ettiğim, benim ustam, Hayati Asılyazıcı, o olmasa bugün, “Tutunamayanlar”, olarak bilinen, Oğuz Aral, olmayacaktı. Hiç kimse, öyle bir ne şahsı ne de edebiyatını bilebilecekti.

O ilk yayınevini kurduğunda, Oğuz Aral, yorgun, eserinin basılamıyor olmasından dolayı tükenmiş olarak; kabul görmeyen Atilla İlhan ve Fakir Baykurt’tan sonra tek çare ve büyük bir ümitsizlikle, çaldığı, Hayati Asılyazıcı’nın kapısından, kendisinin olağan üstü bulup ve bir gecede soluksuz okuması ile basılmaya karar verir. Hayati Hocamın taze Cağoğlu’nda kurduğu ve oğlunun adını verdiği, Cem Yayınlarından yükselen bir eserdir. Diğer tüm seçkin eserler gibi.

Yani aydın olmak, nitelikli olmak için bazen diploma, çokça tez ve hatta unvanlardan daha çok- vizyon ve hayat demi- gerekiyor.

Hayatınızın içine almadığınız ve ruhunuz için olduğu kadar düşünsel yaşamınız içinde halk ile bütünleşemediğiniz hiçbir olguyu tam anlamı ile ifade edebilme şansınız maalesef yok. Olduğunu söylemek büyük bir ütopya, büyük bir kendini kandırmadır. Kabacası, kimse kusura bakmasın sığlıktır.

Ara Güler, akşam rüyasında kıyılara inip kayıklar içinde balıkçılar ile sohbet edip, fotoğraflama dı! Ne de Sait Faik!

Sordum, Messieurs, Cavailles’e; büyük risk aldınız, oysa Fransa’da da kriz var, eylemler sürekli.  Bu kadar az kitap okunurken bizim ülkemizde bilhassa. Peki, “Sizin Bilge Karasu’yu seçme nedeninizi, bir kelime ile ifade etmek isteseniz, bu ne olurdu?

Hiç duraksamadan, bir solukta şu cevabı verdi. Üstelik tüm konuşmaları, gayet güzel Türkçesi ile yaparak:

-Bir kelime demiştiniz, değil mi? Bu, kesinlikle, “Üslup”, olurdu.

Enis Batur, ustanın bir önceki gün hatırlatması gibi sürekli her olguda patinaj yapan ülke vatandaşları olarak.  Henüz biyografisi bile olmayan bir değerin, hayatta yokken yargılama noktasında eleştirilirken, moderatör, eleştirene haklı olarak,  “O zaman neden Çin’de, Bilge Karasu okutuluyor”, sorusunu sorarken, on beş dakika ara sonrası bizi, belki de kendimize getirmesi gereken bilgiyi de sanırım konulara, hayata ve de sözde sahip çıktığımız, “Edebiyatımıza!”, Fransız kalmayalım, diye olmalı, bir Fransız anlatıyor!

Hem de öyle güzel hakkını vererek yapıyor ki. Takdir etmemek mümkün değil ve o yüzden salondan en büyük alkışı alıyor. Netice sağduyu ile aklın yolu hep bir.

Bence bir sonra ki yani, 24 Kasım 2023, tarihinde gerçekleşecek üçüncü toplantıya kadar çıkışta, SevaL Şahin’e sordum,  ne zaman yayınlanacağını, ama yanıtını alamadığım –Youtube-kayıtlarını, en başından itibaren döne döne izleyip, boşlukları doldurun.

Ne Tarih, ne Edebiyat ve hele hele Doğa, boşlukları sevmez!

Öğrenecek ve yapacak daha çok işimiz var!

Eğitim şart!

Ama üslup, olmadan olmuyor aziz dostlar…

Ol mu yor!

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar