Türkçe nesrin büyülü kalemi Yusuf Ziya Ortaç, Bizim Yokuş isimli kitabında Adnan Veli’ye ayırdığı kısmı Divan şiirinden alıntıladığı şu beyitle bitirir:
“Öyle bir nehr-i hurûşan gibi cûş etmişsin,
Fakat eyvâh çorak yerde akıp gitmişsin!”
Bu beyti ne zaman aklımdan geçirsem hüzünlenirim. Sanki sadece Adnan Veli’ye değil de bu topraklardan gelip geçmiş lâkin hak ettiği hürmet ve alakayı bulamamış tüm münevverlere, tüm ediplere söylenmiş gibidir. Öyledir de…
Süleyman Nazif’e kendisine layık bir mezar yaptırılacağını duyan Ömer Ferid Kam’ın ânında söylediği şu dörtlük de ibretengizdir:
Sağlığında nice ehlihünerin,
Bir tutam tuz bile yoktur aşına..
Öldürürler önce seni açlıktan,
Sonra bir türbe dikerler başına!
Haklıdırlar ama ne yapalım haklılıklarını! Bunca asırdır bu eğri gidişe bir doğru başkaldırış yaşanmamışsa kabahat kamunun, hepimizindir…
Acı bir giriş yaptım ama öyle hissettim. Beni mazur göreceğinizi umuyorum. Bu haftaki yazımda memleketimizde mezar taşları denildiğinde akla gelen ilk âlim olan, dostu bulunmaktan onur duyduğum Necdet İşli’den bahsetmek istiyorum. Necdet Bey, eski İstanbul efendilerinden günümüze gelen son numunelerdendir.
Bazı binalar, bazı kitaplar vardır anıttırlar. Hususi bir ehemmiyet arz ederler. Muhafaza edilmeleri şarttır. Bazı insanlar da öyledirler. Onlar da canlı-kanlı hâlleriyle, yaşayışlarıyla bir anıt hüviyeti taşırlar. Necdet İşli bu anıt şahsiyetlerden birisidir. Üstelik ne şans ki hâlâ yaşamaktadır!
Necdet Bey’le tanışmamız ilginçtir. Birkaç sene evvel kendilerine rastlamış, kısa bir tanıtmadan sonra bana o civarda bulunan kafeteryada çay ikram etme teklifinde bulunmuştu. Elbette bendeniz kendilerini tanıyordum. Tanıtma faslı, kendimi O’na tanıtma şeklinde vuku buldu. Sonra bir daha görüşmek üzere ayrıldık.
Bu görüşmeler sıklıkla devam etti. Eşi kıymetli Esin Hanım ve oğulları Misbah da büyük bir misafirperverlik gösterdiler, defalarca evlerinde ağırladılar. Her gidişimde bambaşka bilgiler öğrendim, terbiyemi ve görgümü geliştirdim.
İşli ailesi, kendilerini İstanbul kültürüne vakfetmiş olan mümtaz bir ailedir. Necdet Bey’in kardeşini daha evvelce tanırdım. Kardeşi İstanbul kültür hayatının mühim simalarından, sahaflık denilince akla gelen ilk isimlerden olan, Turkuaz Sahaf’ın kurucularından Emin Nedret İşli’dir. Nedret Bey, aynı zamanda yakın zamanda çıkmasını beklediğim taşlama kitabımın önsözünü yazma nezaketini gösteren, bendenizden dostluğunu hiç esirgemeyen bir münevverdir. Necdet Bey’in rahle-i tedrisinden geçmiş, ağabeyinin sayesinde bu kültür ummanına açılmıştır.
Necdet Bey’in sohbetlerinde muhakkak geçen üç isim vardır. Bu isimlerin ilki, üstadı da kabul ettiği Fâzıl Ayanoğlu’dur. Fâzıl Bey, mezartaşı ilminin Cumhuriyet devrinde nam salmış ismidir. Yüzlerce mezartaşını fotoğraflayıp, kayıt altına alıp günümüze gelmesine vesile olmuştur. İkinci isim Ahmed Süheyl Ünver’dir. Bu “hezarfen”imiz, tıp doktoru olmasına rağmen, birçok ananevi sanatın neredeyse tek “bilen kişisi”dir. Üçüncü isim de Şinasi Akbatu’dur. Tabii Turgut Kut, Abdülbaki Gölpınarlı, Ayhan Songar gibi diğer münevverler de sohbetin dehlizleri arasında sıkça anılır durur…
Necdet Bey, çoğu sahalarında tek olan birkaç kitap ve risale de kaleme almıştır. Ancak, kanaatimce en mühim eserlerinden birinin hazırlanması kendisinden esirgenmiş ve bu eser maalesef yeterince bilmeyen kişilerin elinde zayi olmuştur. Bahsi geçen eser, üstadı Fâzıl Ayanoğlu’nun arşivinden hareketle, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hazırladığı dört ciltlik tarihî mezar taşlarından bahseden çalışmadır. Bu çalışmada nedense Necdet Bey’in adı dahi geçmemektedir. Ayrıca sadece Necdet Bey’in şahsî arşivinde bulunan bazı Fâzıl Ayanoğlu fotoğrafları da, Necdet Bey esere dâhil edilmediğinden kitapta yer alamamıştır. Bu yanlışlıktan kısa zamanda dönülmesini temenni ediyorum.
Tüm bu üstün özelliklerinin yanı sıra Necdet Bey fevkalade incelikli bir dosttur da… Yazın yaptığım askerlik vazifem bittikten sonra kapalı olan telefonumu açtığımda, Necdet Bey’in ekrana düşen birkaç mesajı aldığım en güzel ve hisli mesajlardan birkaçıdır. Umarım askerlik hatıralarımı anlattığım kitabımı tamamladığımda bu mesajlardan da bahsedeceğim.
Bir yazıda anılması imkânsız birini birkaç paragrafta anlatmak elbette ki haddim değildir. Yalnız Necdet Bey’i anmak, hatırlatmak istedim. Yaşarken bir değerimizi bilmenin mutluluğunu okuyucularımın da duyarsa ne mutlu bana!
Rahmetli Fazıl Bey bu harikulade kodeksini kendisinden sonra gelecek araştırmacılara değerli bir miras kalması için Millet kütüphanesine bağışlamış olmakla birlikte , vefatını takib eden kertede arşivinin kimin ya da kimlerin eline nasıl geçtiği meçhul ... Çünkü Ayanoğlu yerine kimseyi halefi olarak bırakmadığı gibi Necdet Bey'in de yayımlanan bu eser ile ilgili hezeyanlarını anlamak çok güç . Bilakis tebrik ve takdir etmek ilk Necdet Bey'e düşer kanımca . Kaldı ki kendisi bu alanda kendisinden sonra gelecek hiçbir kimseyi yetiştirmediği gibi , insan ilişkileri konusunda da sıkıntıları olan ve tedrisatından geçenlere de ağır ithamlarda bulunduğu yine onu yakından tanıyanlar tarafından dile getiriliyor.
Dönülmesi gereken yanlışlık nedir acaba beyefendi ? Hiç kimse ortada bir yanlışlık olduğu kanaatinde değil ! Fazıl Ayanoğlu'nun İBB Miras tarafından yayınlanan 4 ciltlik eseri çok kıymetli ve nadide bir eser olup Sayın Prof. Nurhan Atasoy'un öncülüğünde literatüre kazandırılmış bir eser olduğuna kimsenin şüphesi yoktur. Ayanoğlu , kendisinden sonra bir "Halifesi" olmadığından ya da kendisine "Halife" olabilecek bir kimsenin olmadığı ya da bulunmadığı inancından olsa gerek , bu eseri milli kütüphaneye bağışlamış ve el emeği göz nuru bu eser Nurhan Atasoy gibi hakiki münevverlerin ön ayak olması ile millet kütüphanesin tozlu raflarında çürümekten kurtulup araştırmacıların hizmetine sunulmuş ve yine bu vesile ile Fazıl Bey'in de ruhu şâd olmuştur. Böyle önemli bir yayının hazırlanmasına ve okurlara ulaşmasına vesile olan başta Prof. Sayın Nurhan Atasoy Hoca olmak üzere , Prof. Seyit Ali Kahraman Beyefendiye ve Sayın Mahir Polat Beyefendiye ve emeği geçen herkese aklı ve vicdanı olan her kimsenin teşekkür etmesi gerektiği inancındayım
İBB'nin çıkardığı Mezar Taşları kitabında Necdet İşli'nin dışlanmasının ihbarı gibi bir yazı olmuş. İyi güzel de Necdet nerede? Ayrıca o "arpalığa" yani İBB'nin kültür-sanat dairesine sokulmak için çalımbay olmak gerek. Demek ki Necdet çalım atmayı bilmiyor.
Değerli Hocam Necdet İşli, bir arı misali her çiçekten bal almış ve süzerek çevresine ziyadesiyle dağıtmıştır. Bizzat şahidiyim. Lakin bazıları ballarına ağu katmış kendi ruhlarını zehirlemiştir. Hakikaten yazınızda da ifade ettiğiniz üzere üstadın hayatta olması kıymetini bilenler için büyük bir şans. Umarım vefatından sonra kıymeti bilinenlerden olmaz. Rabbim hayırlı ve uzun ömürler versin kendisine. Değerli Erdem Bey, sizinde kaleminize sağlık zevkli ve güzel bir makale okuduk...
Necdet ve Nedret İşli kardeşleri kırk yıla yakın bir süreden beri tanırım. Sevdiğim insanlardır. Necdet Beyle çok sık görüşmesek de sevgi ve saygılarım eksilmez. Yılda bir buluştuğumuz iftarlarda da günün ve akşamın edeb ve tevazuunu yaşarız. Nedretle münasebetim biraz farklı. Ondan onsekiz bayram büyük olsam da sekiz yıl kadsr çıraklığını yaptım. Kendisinden öğrendiklerim, lutfettiği hediyeler unutulmaz. Gülü seven dikenine katlanır sözü hem bizim için söylenmiş gibidir hem de üç gün görmesem ya sesini duymak isterim ya da görüşmek… Erdem Beliğ Bey güzel bir yazı fakat daha da genişleterek, onun türlü yönlerini biraz daha açarak uzun bir makaleye dönüştürebilirsiniz. Necdet Bey buna layıktır. İhaneti affetmeyen, sadakati çok önemseyen İşli Kardeşler, bu ülkenin yüzakı insanlardandır. Sevgi ve saygılarımla…