Maraş’ta küçücük bir alanın askeri bölge dışarısına alınması, bölgeye dönmeyi veya mülkleri ile Taşınmaz Mal Komisyonu’nda tasarrufta bulunmayı arzu eden 1974 öncesi sakinlerinin başvurularına kapının açılması Türkiye ve KKTC’yi “yalnız” bırakmış.
BM Güvenlik Konseyi kınamış, AB yaptırım kartını tekrar ortaya çıkarabileceğini üst perdeden haykırıp, “olumlu gündem” dönemini kapatabileceğini söylemiş.
Yanlış veya doğru, 20 Temmuz Cumhuriyet Meclisi konuşması ve akabinde Barış ve Özgürlük Tören konuşmasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan eğer bir fatura ödenecek ise bunu ödemeye Türkiye’nin ve Kıbrıs Türkünün hazır olduğunu, Rumlar güya çözüm isteyecekmiş diye bir 50 yıl daha federasyon görüşür gibi yapılmayacağını, Kıbrıs Türk devletinin kökleşmesi ve uluslararası alanda yerini alması için gerekenin yapılacağını ilan etti.
Yeni Cumhurbaşkanlığı kompleksi, Meclis binası konusuna fazla takıldı kaldı bazı arkadaşlar. Lefkoşa’da surlar üzerinde prefabrik binada bir dönem başkanlık çalışma ofisinin, başbakanlığın, dışişleri başkanlığının yer aldığını unutuyor birileri nedense. Mesele bina değil, dünyaya Kıbrıs Türk devletinin geçici olmadığını ilan etmektir amaç. Güya Kıbrıs Türk halkının çıkarını savunan ama gerçekte Akel ne derse onu tekrarlayan sol muhalefet partilerinin sıklıkla küçük düşürmek maksadıyla söylediği gibi bu günkü meclis binası Dianellos sigara fabrikasından dönüştürülen bir yapı. Hem küçük hem de ikide bir güya yaratıcı Rumseverler tarafından “Dianellos” olarak bahsedilen meclise yeni ve yeterli bir bina inşa edilmesi bu devleti yaşatma kararlılığını göstermez mi?
Bir önceki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı haklı. İtibar bina ile olmaz. Ancak mevcut Cumhurbaşkanlığı ofisine saray da desek, tarihi romantizm ile bağlı da olsak yetersiz bir bina. Özellikle ek bina gelişen zafiyet dolayısıyla yıktırıldıktan sonra, yeni bir bina ihtiyacı doğduğu aşikar. İtiraz edenler belki niye şimdi demektedirler. Haklılar. Zamanlaması tartışılabilir. Peki şimdi değil de ne zaman?
Farkındaysanız Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mecliste konuşmasına danışma kurulunda evet deyip sonra boykot kararı alan Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) bir süredir yaptığı yakışıksız hareketi unutturma gayretkeşliği içerisindedir. Eğer Erdoğan’ın Meclis konuşmasını, 20 Temmuz törenlerini boykot etmemişlerse, niye katılmadılar? Yaptıkları açıklamalar ne idi? Şehitler anıtı Türkiye ile hiç ilgili bir anıt değil. Kıbrıs Türk mücadelesinin şehitleri için düzenlenen anma etkinliğinde niye yoklardı? Niye bir çelenk de onlar koymadılar? Bütün o yaptıklarında ciddi ve samimi idiyseler, şimdi niye kıvranıyorlar Türkiye’yi ve Türk milletine karşı bir harekete girmediklerini söylüyorlar?
Fark edemedikleri mesele, sanki iki devletli çözüm yerine olmayacağını bildikleri halde federal çözüm dense Kıbrıs Türkü izolasyonlardan kurtulacak? Yok öyle bir şey. AB yaptığının yanlış olduğunu bildiği halde iç sorunu bulunan Kıbrıs Cumhuriyetini, üstelik Rum yönetiminin adanın tümünü temsil etmediğini bildikleri halde Kıbrıs’ın tümünü temsil edermiş gibi üye yaparken yanlış olmuyor. 1964’de “Kan durması için gerekli, kan dursun durum normale dönecek” sözü ile Türkiye’ye de kabul ettirilen 4 Mart kararıyla Türk temsili eksik hükümeti Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti olarak tanıyan Güvenlik Konseyi o karardan dönemezmiş. Niye, çünkü yanlış yaptığını kabul edemezmiş, Kıbrıs Türk halkı ayrı devlet olamazmış. Hadi canım sende. Bu yaşam hakkı. İster kına istersen ne yaparsan yap.
AB Türkiye’ye ne yaptırım uygulayacak? Yoksa üye mi yapmayacak? Şaka gibi.
Ama, arkadaşlar, bu gelişmeler ile sağlanan bir önemli gelişme var. Bir zahmet okuyun Rum basınını. Giderek artan panik ortamında Nikos Anastasiades’in büyük başarısızlığı vurgulanıyor, sayesinde iki devletliliğin tek çözüm gibi görünmeye başladığı belirtiliyor. Hedef de bu idi kanımca. Rum tarafı ve destekçileri iki devletli çözüm seçeneğinin masada olduğu bir sürece zorlanması…
Tanınma olmaz diye bir kanı yerleşmiş bazı çevrelerde. İmkansız değil. En azından 4-5 ülke ile doğrudan uçuşlar ve ticari temaslar bildiğim kadarıyla gündemde.
Felaketi yaşıyoruz
Nereden ve hangi açıdan bakarsak bakalım son günlerde Türkiye’nin birçok yerinde neredeyse planlanmış gibi ülkenin ormanlık alanlarını hedef alan büyük bir felaket yaşamaktayız. İnanmak mümkün mü, bir ara aynı anda ülkemizde 101 yangın yeşil zenginliğimizi, orman habitatını, köyleri, yazlık konutları ve seraları yutmakta, bazı turistik tesislerin boşaltılmasını zorunlu hale getirmekteydi.
Elbette bu felaket siyaset üstü yaklaşmayı gerekli kılıyor. Tehdit büyük ve eğer yangınları başlamadan engelleyebilecek bir örgütlenme, erken müdahale ve haberleşme sistemi kurulamaması durumunda korkarım önümüzdeki aylar ve yıllarda çok daha ciddi ve mücadele edilmesi çok daha imkansızlaşacaktır. Bugün yangınlar ile mücadelede niye Türkiye’nin yeterli uçağı yok veya yetersiz olduğu tartışmasından ziyade niye bu noktaya geldik, yarın daha emin bir aşamada nasıl olabiliriz, neler yapmalıyız sorularına cevap aramak olmalıdır.
Muhakkak ki aynı anda yüzü aşan yangının meydana gelmesi hainliği, düşmanlığı, sabotajı akla getirmektedir. Bu ülkenin düşmanı da haini de maalesef mebzul. Bir numaralı terörist başına kimlik ve pasaport verecek, bir başka ülkedeki büyükelçiliğinde misafir edecek kadar müttefikleri, komşuları var Türkiye’nin maalesef. Unutmadık, unutmayacağız nasıl suçüstü yakalanıldığını. Tetiği çeken ile emreden veya o emri verene yardım ve yataklık eden arasında ne fark vardır ki?
Ancak, aynı anda onlarca yerde meydana gelen yangınların bir düşmanca veya haince sabotaj olup olmadığı konusunda kanıt elde edinceye kadar yutkunmaktan başka ne yapılabilir ki? Devamlı sabotaj kuşkusundan bahsetmek sadece mevcut duruma sebep olanların, önlem almada başarısız olanların ikinci planda kalmalarına, boş tartışmalarla patinaj yapmaya benzeyecektir, anlamsızdır. Soruşturmalar elbette bir şey varsa ortaya çıkaracaktır.
Bugün öncelikle yangınları kontrol altına almak, sonra yeni yangınlar olmaması için karadan, havadan devriye imkanlarını azami kullanmak ve öncelikle yanan alanların tek karışının bile orman alanı dışına çıkarılmasını yasaklayacak, imara açılmalarını engelleyecek ve hızla yeniden ağaçlandırılmasını emredecek bir yasal düzenlemeye ihtiyaç vardır. Kimse kusura bakmasın, şimdi boşaltılmak zorunda kalınan Güvercinlik, Bodrum’daki bir otelin olduğu yerdeki orman daha üç-beş sene önce hesaplıca yakılmış, önce “ağaçlandırılacak, imara açılmayacak” beyanatları verilmiş sonra da bir güzel kolaylık göstererek hızlıca otel oturtulmuştu…
Unutmadık…
Yorum Yazın