Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yolun sonuna geldiği uzunca bir zamandır biliniyor. Neye el atsa elinde kalıyor. Ne söylese tersi oluyor. Çoğu kez zaten bizzat kendisi söylediklerinin tersini yapıyor. Yolun sonu ise Erdoğan ve yakın çevresi için tehlikelerle dolu. Bunu kendisi biliyor ama yakın çevresi, bugüne kadar ülke kaynaklarını aktardığı küçük grup daha da iyi biliyor. Artık yerli, yabancı herkes tarafından açıkça görülen kaçınılmaz sondan en çok da onlar endişe ediyor. Korku dağları değil kentleri, Külliye danışmanlarını, bakanlıkları, bürokrasiyi, yandaş medyayı bekliyor. “Birlikte yürüdük biz bu yollarda” şarkısı çığıranlar, şimdi o yollardan nasıl döneceklerini düşünüyorlar, planlıyorlar. Gemiyi terk etmeye hazırlanıyorlar. Yoldan çıkanlar, yollarını ayıranlar; ilk iskelede rıhtıma atlayanlar; ayrılır ayrılmaz konuşmak, geçmişte olan biteni bütün açıklığı ve ayrıntısı ile anlatmak için birbirleriyle yarışa girenler. Bir cümbüştür gidiyor. Tam bir bozgun görüntüsü.
Böylesine birden gelen, bugüne kadar görülmedik, duyulmadık bozgun neden, nasıl ortaya çıktı?
Erdoğan uzunca bir süredir ülkeyi yönetemiyordu ama hiç değilse bazı kişilere ve gruplara hala dediğini yaptırabilecek, onların konuşmasını engelleyebilecek gücü vardı. Yakın çevresi çıkarlarını ve haksız kazanımlarını koruyabilmek için bu güce gerek duyduğundan onun etrafında olmaya devam ediyordu. Yıllardır Erdoğan’ı ve AKP’yi destekleyen küçük hem de oldukça küçük bir çekirdek İslamcı grup dışında onu iktidarda tutan halk kitleleri de değişik nedenlerle bu gücü kabulleniyordu. Son yerel seçimler özellikle İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi bu tabloyu bir anda değiştirdi.
İstanbul seçimi, HDP desteği ile alınmadı. Öyle olsaydı en azından ilk turda fark 13 binde kalmazdı. İstanbul, ikinci turda AKP ve MHP oylarıyla kazanıldı. Bu Erdoğan için başlı başına ve vahim, geleceğe ışık tutan hatta geleceği belirleyen bir güç kaybıydı. Yine de siyasi bir güç kaybıydı. Bu demokrasilerin fıtratında vardı.
Önemli ve asıl belirleyici olan ise İstanbul seçimlerinin ilk turundaki, İstanbul gibi ondört milyonluk bir kentte ihmal edilebilir bir fark olmasına karşın kimsenin sokağa çıkmamasıdır. Belki de çıkmaması değil çıkarılamaması demek daha doğru olur.
İstanbul seçimlerinin ilk turundan sonra, Binali Yıldırım’ın önce, “Biz kazandık!” sonra “Çaldılar!” sözlerine rağmen Erdoğan tek bir İstanbulluyu sokağa çıkarıp da sonuca müdahale etmeyi başaramadı. Yüksek Seçim Kurulu’na sığınmak durumunda kaldı. Erdoğan’ın gücünün bittiği, artık sözünü kimseye dinletemeyeceği, o gün belli oldu. Genel seçim tarihinin 14 Mayıs olarak ilanından sonra bu güç kaybı her geçen gün daha da belirgin hale geldi.
Erdoğan’ın ve Binali Yıldırım, Süleyman Soylu, Hulusi Akar, Bekir Bozdağ gibi bakanların, Fahrettin Altun gibi AKP ileri gelenlerinin akıl almaz, şimdiye kadar hiç tanık olunmamış kışkırtıcı, ayrıştırıcı, tahrik edici söylemlerine ve kullandıkları, bırakın demokrasiyi, normal insan ilişkilerine ters dile rağmen, harekete geçirebildikleri, orada burada seçim bürosu etrafında ateş etmek; mitingden dönen Millet İttifakı destekçilerine laf atmak gibi provokasyon girişimleri etkisiz hareketler olarak kaldı. En son, Pazar günü Erzurum’da, önceden tasarlandığını, AKP’li Belediye Başkanı tarafından düzenlendiğini, devletin valisinin bilgisi dâhilinde gerçekleştiğini gösteren ciddi belirtiler olan kışkırtıcı eylemler bile son derece cılız kaldı. Daha da ilginç olan her bu tür eylemden sonra AKP ve MHP kanadındaki kopmalar, oy kaybı daha da hızlandı.
Kısaca, Erdoğan’ın ve yakın çevresinin, insanları sandığa gitmekten alıkoyarak hiç değilse seçimlerin ikinci tura kalması üzerine kurdukları ve “kaybetseler de gitmezler. Yandaşlarını hatta milislerini sokağa dökerler.” algısı yaratmaya, bu algıyı iyice yerleştirmeye dönük, “korkutma”ya dayalı strateji çöktü.
Seçim günü yaklaştıkça etrafındakilerin Erdoğan’ı sadece terk etmekle kalmayıp ona çok zarar verecek itiraflarını artırmaları; AKP ve MHP’de bir süredir gözlenen çözülmenin tam bir bozguna dönüşmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Türkiye, tarihinin en önemli seçimine gidiyor. Bu koşularda, artık Yüksek Seçim Kurulu’nun bile kendisine destek olmayabileceği kuşkusuna düştüğü için, İçişleri Bakanı eliyle paralel bir seçim izleme sistemi kurdurmaya çalışması Erdoğan ve AKP için güvenilen bütün dağlara kar yağdığına işaret ediyor.
Artık Erdoğan’ın da yolun ve gücünün sonuna geldiğini, direnmenin Türkiye ve kendisi için istenmeyen bir felaketle sonuçlanabileceğini idrak ederek, demokrasiye sığınıp, dürüst bir seçimle iktidarı devretmenin en az riskli yol olduğunu bilerek davranması herkesin hayrına olacaktır. Demokrasi ve hukuk, kötü yöneticilerin bile kurtarıcısıdır. Umarım Türkiye ve Erdoğan bu son şansı iyi kullanırlar.
İstanbul seçimlerinin ilk turunda bile yapılamayanın bu defa yapılabileceğini düşünmek eşyanın tabiatına ters, vahim bir değerlendirme hatası olur.
Yorum Yazın