Yargıtay kendisini Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) üstünde görüp, AYM’nin milletvekili Can Atalay hakkında verdiği kararı uygulamadı. Bu bir anayasa suçudur. Anayasa bu konuda kimsenin yadsıyamayacağı kadar açık bir hüküm içeriyor: “Diğer yargı organları ile Anayasa Mahkemesi arasında uyuşmazlık olduğunda, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” Anayasanın bu amir hükmü ortada dururken Yargıtay kararının hangi açıdan olursa olsun tartışılması abesle iştigaldir. Veya konuyu belli amaçlarla saptırmaktır. Nitekim Erdoğan ve AKP tam da bunu yapıyorlar. Amaç anayasayı bir kez daha değiştirip, bir zamanlar dört elle sarıldıkları, yere göğe koyamadıkları ancak şimdi artık tek adam totaliter rejiminin önünde engel, atmak istedikleri adımlara ayak bağı olduğunu düşündükleri, başta bireysel başvuru hakkı olmak üzere tüm, onların gözünde sakıncalı olan hükümlerini değiştirmek. Anayasa Mahkemesini de işlevsiz hale getirmek. Bunun anlamı, Yargıtay kararından ama özellikle Erdoğan ve AKP’nin takındığı tutumdan sonra askıya alınmış görünen anayasanın, onların istedikleri değişikliklere engel olunamazsa, rafa kaldırılmasıdır. Bu konu da artık hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık. O halde sadece, devlete ve rejime karşı başlatılan bu kalkışmanın nasıl önleneceğinin düşünülmesi ve tartışılması gerekir.
Bu tartışmanın çıkış noktası da, “Anayasa’nın Erdoğan’ın tasarladığı biçimde değiştirilmesi nelere yol açacak ve/veya mal olacak?” sorusudur. Bu sorunun kısaca yanıtını vermeye çalışalım.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarını uygulamayan Türkiye şu anda zaten, kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin varlık nedeni olan insan hakları ve temel özgürlüklerinden uzak; altına imza koyduğu uluslararası antlaşmalara, sözleşmelere uymayan bir devlet görünümündedir. Bu nedenle de yakın bir gelecekte Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’ye, Konsey üyeliğine son vermeye kadar varabilecek yaptırımlar uygulaması tehdidi ve tehlikesi ile karşı karşıyadır. Anayasa’da yer alan bireysel başvuru hakkının geri alınması ve Erdoğan’ın tasarladığı türden, Türkiye’yi giderek daha da İslamcı bir çizgiye çekecek, totaliter bir rejime geçilmesi, Türkiye’nin Konsey’den çıkarılması için son adım olacaktır. Ancak, Erdoğan ve AKP tarafından da, Türkiye’de çağdaşlığa, insan haklarına, özgürlüklere düşman bir ortaçağ totaliter İslamcı rejimin kurulabilmesi için Türkiye’nin Avrupa Konseyi bağının koparılması amaçlanıyor olabilir.
Yine böyle bir anayasa değişikliği, yıllardır Türkiye’yi tam üye olarak almamak için bin dereden su getiren ama AB’nin denetiminden ve etkisinden çıkmasına da izin vermemenin yollarını arayan ve bunun için her fırsattan yararlanan AB’ne altın tepsi içinde bir bahane sunacaktır.
Belki Erdoğan’ın amacı da, AKP iktidarının ilk yıllarında, iktidarını yerleştirmek ve sağlamlaştırmak için aklınca kullandığı AB’nin kapısının tümüyle kapanması böylece Türkiye’nin, Ortadoğu, Arap âlemi, Rusya ve Çin sularına açılmasını sağlamaktır.
Açıkça söylemiyorlar ama Türkiye’nin daha da radikal İslamcı bir devlete dönüşmesi, AB, ABD ve İsrail’in korkulu rüyasıdır. Ancak bu ülkeler ve ülke grupları bir yandan da bunu teşvik etmekte yarar görüyor olabilirler. Öyle ya, radikal İslamcı, demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden iyice kopmuş bir Türkiye, kolayca tehdit olarak yaftalanabilecek ve ona karşı alınması planlanan -Türkiye’nin toprak ve ulusal bütünlüğünün bile ortadan kaldırılması gibi- tüm önlemleri ve atılacak adımları haklı gösterecektir. Şimdi Hamas’a bakış açısı nedeniyle, işlediği tüm insanlık suçları bile görmezden gelinip, İsrail’in desteklenmesi, Hamas’ın, insanlığa yakışmayacak biçimde cezalandırılmasının haklı görülmesi gibi.
Bugün Cumhuriyet tarihinin dış ilişkilerde en yalnız dönemini yaşayan Türkiye’nin bu yalnızlığı, tasarlanan anayasa değişikliklerinden sonra daha da vahim bir hal alacaktır. Bu da ülkeyi dış tehditlere hiç olmadığı kadar açık hale getirecektir.
Diğer taraftan Erdoğan’ın planladığı varsayılan anayasa değişiklikleri Türkiye’nin artık hiç bir biçimde bir hukuk devleti olmadığını herkese gösterecek, bu ise boğazına kadar borç batağına saplanmış; tüm varlığını yabancılara kaptırmış; üç beş dolar için kapı kapı dolaşan Türkiye’nim ekonomik çöküşünü daha da hızlandıracaktır. Hukukun olmadığı, yargısına güvenilmeyen bir ülkeye kimse tek kuruş sermaye getirmez, yatırım yapmaz. Bu gelişmenin sonunda nereye varacağını, Osmanlı’nın son döneminden ve kapitülasyonlardan çok iyi biliyoruz.
Bu olası gelişmeleri düşündükçe, insan “Erdoğan en büyük kötülüğü Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e yapıyor.” diyen Yalçın Doğan’a hak vermeden edemiyor.
Bu tabloya bakınca, yukarıda kısaca özetlediğim vahim sonuçları olacak anayasa diğer bir değişle rejim değişikliği girişiminin mutlaka engellenmesi gerektiği açıkça görülüyor. Bu nedenledir düşüncelerin, tartışmaların, anayasanın rafa kaldırılmasının; anayasa değişikliği yoluyla Türkiye’de rejimin İslamcı totaliter bir rejime dönüşmesinin nasıl önleneceği; bu amaçla neler yapılması gerektiğine ve nasıl yapılabileceğine odaklanması ve sadece onunla sınırlı tutulması şarttır. Erdoğan’ın, yakın geçmişte hep olduğu gibi bu defa da tek amacının kendisinin tek adam totaliter iktidarını daha da yerleştirmek ve sağlamlaştırmak olduğunu artık sağır sultan bile duymuş olmalı. 21 yıllık Erdoğan-AKP iktidarı göstermiştir ki Erdoğan’ın kafasındaki yönetim biçimi, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonunu getirecektir. Buna izin verilmemelidir. Bu görev hepimize düşer.
Peki sayın Umar ne yapmalıyız protesto mu yürüyüş mü ya da daha efektif ne yapabiliriz
Durumumuz çok ciddi - var olmak ve yok olmak arasında duruyoruz artık. Kaleminize sağlık, çok açık özetlemişsiniz durumu sayın Umar