Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi dezenformasyonla mücadele adı altında bir yeni düzenleme getirmeye çalışıyorlar. Meclis’e sunulan ve kısa süre içerisinde yasalaşması beklenen bu yasa Türk basınının içerisinde bulunduğu sorunlu dönemde ilave sıkıntılar yaratmaktan, sansür zincirine yeni haklalar eklemekten başka bir amaca hizmet etmeyecektir.
Yasa taslağında daha önce iptal edilen, Danıştay tarafından yönetmelik metninden çıkarılması öngörülen hususlar intikamcı bir yaklaşımla bu kez yasa maddesi olarak getirilmek istenmektedir. Özellikle Basın Kartı Komisyonunun yapısıyla ilgili keyfilik yasal kılıfa büründürülürken, yasanın hazırlık aşamasında fikirleri sorulmayan çağdaş Türkiye’nin 1946’da kurulan ilk medya çalışanları örgütü Gazeteciler Cemiyeti gibi ülkenin en büyük ve köklü medya sivil toplum kuruluşları komisyon dışında bırakılmak istenmiştir.
Internet sektöründe görev yapan medya çalışanlarına diğer basın mensupları gibi özlük hakları sağlar gibi görünürken, Basın Kartı Komisyonu düzenlemesiyle Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı medya üzerinde tahakküm kurumuna dönüştürülüyor.
Yalan haber, ya da dezenformasyon, adı altında eleştiri veya iktidarın hoşuna gitmeyecek haber adeta yasaklanmakta, muğlak tanımlarla 29’ncu madde altında hapis cezasıyla tehdit edilmektedir. Bu madde yasalaşırsa Türkiye’nin başına “Cumhurbaşkanına hakaret” maddesi gibi ciddi sıkıntılar yaratacak ve özgürlük alanını siyasi iktidarın arzuları ve yargının keyfi tanımıyla daraltacaktır endişesindeyim.
İfade özgürlüğü aynı zamanda haberdar olma özgürlüğüdür
Temsili demokrasilerde ifade özgürlüğü ve onun ayrılmaz temel öğelerinden birisi olan basın özgürlüğü halkın bilinçli tercih yapabilmeleri açısından yaşamsal önemdedir. Basın özgürlüğü gerek ülke gerekse dünya olaylarının her boyutuyla değerlendirilmesini, olumlu ve olumsuz unsurlarının çeşitli şekilde yorumlanmasını ve konuların daha net bir şekilde kamuoyu ile paylaşılabilmesi açısından önemlidir. Bu çerçeveden konuya bakılınca basın özgürlüğü esasında sadece medyanın ve medya mensuplarının özgürlüğünü değil, anayasal bir hak olan kamuoyunun bilgilenmesini sağladığından dolayı önemlidir ve gerek yerel mevzuatta gerekse uluslararası sözleşmelerle teminat altına alınmıştır.
1976 tarihinde İngiltere hükümetine karşı Handyside kararında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) özetle ifade özgürlüğünü, şiddet çağrısı, övgüsü yapmayan ama devleti ve toplumu sarsıcı, çoğunluğun değer yargılarını alt-üst edici , bireyleri şok edici fikirlerin de ifadesine olanak tanınması olarak tanımlamıştı. Handyside kararı verildiği tarihten bu yana ifade özgürlüğünü tanımlayan temel yargı kararlarından birisi olarak tarihe geçmiştir.
Eleştiri bir haktır. Medya kamu adına ve kamuyu aydınlatmak maksadıyla görev yapar. Basın özgürlüğünü, üstelik de “yalan haberi cezalandırıyoruz” iddiasıyla ve “internet medyasının haklarını veriyoruz” şeker kaplamasıyla hadım edecek bu çalışmayla Türkiye’ye yazık ediliyor.
Yorum Yazın