Uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi hocası Prof Dr. Hasan Köni’yle son aylarda küresel çapta meydana gelen gelişmelerle ilgili bir ufuk turu yaptık. Prof. Dr. Köni, Harp Akademileri, Galatasaray ve Kültür Üniversiteleri’nde dersler veriyor. Prof. Dr. Hasan Köni İngiltere ve ABD önderliğinde yeni ortaya çıkan “Anglosakson Kulübü”, “Anglosakson Kalkanı” ya da “Beş Göz Hareketi”nin çok dikkatle izlenmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Prof. Köni, son yıllarda Çin’in giderek güç kazanması yüzünden ABD’nin gözünü Asya-Pasifik bölgesine diktiği ve Ortadoğu’yu terk edeceği savlarına karşılık da, “İsrail’in varlığını korumak bölgede ABD için önceliktir. O nedenle Washington Ortadoğu’yu hiç bir zaman terk etmez,” görüşünü savunuyor. Köni ayrıca Ankara’nın Akdeniz’de uygulamaya çalıştığı Mavi Vatan Projesi’nin Batı’yı fena halde rahatsız ettiğinin de altını çiziyor. Söyleşi çok uzun oldu. Sizleri sıkmamak için yazıyı ikiye böldüm.
Geçtiğimiz ay bütün dünyayı, özellikle de AB’nin iki lider ülkesinden biri olan Fransa’yı çok şaşırtan ve şoka uğratan bir gelişme yaşandı. Avustralya yıllar önce Fransa’ya sipariş ettiği 12 dizel yakıtlı denizaltı projesinden vaz geçmiş ve ihaleyi ABD’ye vermişti. İş bununla kalmadı Avustralya, İngiltere ve ABD’nin katılımıyla AUKUS (üye ülkelerin baş harflerinden oluşan bir isim) anlaşması imzalandı. Diplomatik gözlemciler AUKUS’un Brexit sonrası İngiltere’nin tasarladığı bir plan olduğunu ve dünyaya Anglosakson hegemonyasının hakim olacağı görüşündeler. Siz buna ne diyorsunuz?
KÖNİ- Bir kere Asya-Pasifik bölgesinde Çin dehşetli bir şekilde yükseliyor ve silahlanıyor. Bunu gören ABD, AB’yi bir tarafa bırakarak Asya-Pasifik bölgesinde yeni organizasyonlara girdi.
Ama AUKUS’tan önce ABD başka bir oluşuma daha öncülük etti. Japonya, Hindistan, Vietnam, Tayvan ve Filipinler’in katılımıyla bir anlaşmayı hayata geçirdi.-AUKUS’A dönersek... Bu anlaşmaya taraf ülkelerin üçü de Anglosakson geleneğinden geliyor.
-AUKUS’la AB saf dışı mı bırakıldı?
KÖNİ: Evet. Dikkat edin. Avustralya Fransa’ya dizel yakıtlı denizaltı siparişi vermişti. Şimdi ABD’yle varılan anlaşmada denizaltılar nükleer yakıtlı olacak.
-Peki, burada neden Avrupa tercih edilmedi?
KÖNİ: Biliyorsunuz, ABD istihbaratının önde gelen kuruluşlarından Rand Corporation tarafından bir analiz yayınlandı. Bu analizde NATO ülkelerine şöyle bir soru sorulmuş: “Pasifik Okyanusu’nda Çin’le ABD donanmaları çarpışırsa ne yaparsınız?”
Cevap şıkları şöyle: A. ABD’nin yanında yer alırım.
B. Çin’in yanında yer alırım. Yedi Avrupa ülkesi de, tarafsız kalırım, demiş. Yani özetlemek gerekirse, Avrupalı bu ekonomik kriz, pandemi döneminde gidip de Amerikalı için ölmek istemiyor.
Başta Fransa’nın ve Avrupalılar’ın güvenlik boyutlarını okuyunca da ortaya şöyle bir manzara çıkıyor: Trump’tan (ABD eski başkanı) sonra ABD bizi yalnız bırakır kaygısıyla ESCO (Avrupa Stratejik Ortak Harekat Örgütü) ve EDA (Avrupa Savunma Ajansı) kurulmuştu. ABD’de Biden seçildikten sonra da Avrupalılar kendi savunma sistemlerini güçlendirme çalışmalarına hız verdiler. Oradaki mülahaza şuydu: Çin ya da Rusya’nın gelip bizi işgal edeceğini düşünmüyoruz.
Bakın, bütün dünyada yeni bir stratejik konsept gelişti. Buna insan güvenliği (human security) deniyor.
-Yani artık bundan sonra yatırım askeri güçten çok insana mı olacak?
KÖNİ: Evet. Yatırımları artık kendi ülkeleri içindeki insanlara olacak. Yani sağlık, iklim değişikliği, eğitim, ekonomi, toplumun kutuplaşmasının önüne geçilmesi ve durdurulamayan göç konularına yatırım yapılacak.
Artık Avrupalılar’da dünyanın bir ucuna gidip kucaklar dolusu para harcayarak savaşacak hal kalmadı.
-Burada kritik bir soru aklıma geliyor. Anglosakson Kulübü yeni küresel güç olarak ortaya çıkarken Rusya bu küresel gücün safında mı yer alır yoksa Çin’in başını çektiği Pasifik kalkanına mı yönelir?
KÖNİ: Çin, ABD’nin tutumu nedeniyle Şanghay Grubu’nu güçlendiriyor. İran da son olarak destek verdi. Öte yandan NATO genişliyor.
Hatırlatırım, Sovyetler Birliği dağılırken Moskova, “Biz Doğu Avrupa’dan çekiliyoruz. Ama siz de bu alana girmeyin,” demişti. Buna rağmen NATO genişliyor. Şu soru akla geliyor: Rusya kapitalist oldu. Zaten dini Hıristiyan. O zaman tehdit bunun neresinde?
Demek ki mesele silah üretim alanındaki rekabetten kaynaklanıyor.
-Yani bu koşullar altında Rusya Batı’ya yanaşmaz mı?
KÖNİ: ABD’nin tutumu değişmediği sürece Rusya tutumunu değiştirmez. Bir kere Rusya kimseye saldırmak istemiyor. Rus halkı da Batılı gibi yaşamak istiyor.
Zaten Rusya tarihsel gelenek olarak Batı’ya yakın. Batılı olmak istiyor. Bir de Rusya’nın şu anki en büyük sorunlarından birisi en aşağı dört milyon kişinin Kuzey Çin’den Sibirya bölgesine göç etmiş olması. Dolayısıyla Rusya gelecekte Çinleşmekten korkuyor.
Orada bir başka açmaz var. Hem Rusya hem Çin kendi halklarının Batılılaşmalarından, Batılı tüketimine alışmalarından korkuyorlar. Batı tarzı bir yaşam için Çin’in ABD’nin tükettiğinin dört misli tüketmesi lazım.
Rusya’nın ise petrol ve gaz dışında Çin gibi sanayide süper üretken bir ülke olması gerekiyor ki bu da mümkün değil.
-Bütün bunlar olurken Türkiye bu yeni stratejik konseptin sizce neresinde?
KÖNİ: Türkiye bölgesel güç rolünü üstlendi. Rol konsepti üstünden de dış politika izlenebiliyor. Sebebi de şu: ABD eski Başkanı Trump’ın elini Avrupa’yla bölgeden elini çekmesi ve daha otoriter rejimlerle iyi ilişki kurması.
-Trump’ın bölgeden elini çekmesi, dediniz. Siz ABD’nin Ortadoğu’dan elini çekeceğine inanıyor musunuz?
KÖNİ: ABD, İsrail var olduğu sürece Ortadoğu’dan elini çekmez. Belki Irak’tan çıkar ama İsrail kendisini garantide görmeden, İran da Suriye’den elini çekmeden ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesi mümkün değil.
Türkiye’ye dönersek... AB, Rusya ve ABD Doğu Akdeniz’de statükonun bozulmasını istemiyor. Türkiye’yi Mavi Vatan projesiyle kaybettiği toprakları geri alma peşinde bir ülke (irredentist) olarak gördüler. Dolayısıyla da Ankara’nın politikalarından Batı rahatsız oldu. Şöyle anlatayım:
ABD’ye kızıp Rusya’ya yaklaşıyor, sonra da Rusya’ya kızınca ABD’ye yaklaşıyor. Batılı devlet adamları da aptal değil. Oyunun nasıl oynandığını biliyorlar. Birisi bir NATO ülkesini yanında tutmanın keyfini yaşıyor. Öbürü de uzun süre kendi alanını kaptırmamak için denge politikası uyguluyor.
2015’te Rus uçağını düşürdük. Rusya anında ambargo uyguladı. 2016’da Rahip Brunson olayı patlak verdi. Bu kez ABD ambargo uyguladı. Bir yıl arayla dış dünyadan gelen bu sarsıntılar Türkiye’yi çarptı.
Orta ölçekteki bir devletin büyük zaferler kazanarak imaj değiştirmesi çok zordur. Onu bilmiyorlar.
-Aylar önce Türkiye’de Montreux Antlaşması tartışmaya açıldı. Sizce durup dururken bu tartışma neden açıldı?
KÖNİ: Bu tartışma bizim Deniz Kuvvetleri’ni çok rahatsız etti. Çünkü 1950’de ABD’de yapılan bir harita var. Bunu siyaset adamlarımız bilmiyor ama Genelkurmay’ın arşivinde var. Bu haritaya göre Çanakkale’nin altından bir kanal açılıyor. İkinci bir kanal da İstanbul Boğazı’nın en dar yerinde yapılıyor. Yani, uzun Çanakkale Boğazı ve İstanbul Boğazı’ndan geçmeden bu yolla Karadeniz’e çıkılabiliyor. Bu, 1950’deki NATO projesi.
İnsanın aklına şu soru geliyor: Acaba ABD Rusya’yı sıkıştırmak için Montreux Sözleşmesi’ni atlayarak donanmasını Karadeniz’e bu şekilde geçirmeyi planlıyor?
Böyle bir durumda Türkiye’yle Rusya karşı karşıya gelecekler. Dolayısıyla Rusya sıkıştırılmış olacak. Rusya’dan da, güvenliği tehlikeye girdiği için karşı hamle gelecek. Böylece ABD AB’ye yoğun şekilde silah satacak. Ardından Türkiye’nin ikili oyunları tamamıyla kesilmiş olacağı için Batı’nın yanında emirleri yerine getirecek. Plan bu.
(Devamı Çarşamba yazısında)
Yorum Yazın