Şunun şurasında Türkiye’nin belki de önümüzdeki yüz yıllık dönem için kaderinin belirlenmesine yaklaşım bir ay kaldı. Hani kader kelimesini pek sevmemekle birlikte, olguyu ifade edecek daha iyi bir sözcük bulmakta güçlük çektiğim aşikar.
Değerli dostum, genel gerçekçiliği içinde biraz karamsar emekli büyükelçi Selim Kuneralp’in Serbestiyet’de yayınlanan son yazısını okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Kuneralp 1789 Fransız devriminden başlayarak tarihi perspektif içinde hiçbir otoriter rejimin iktidarı kolay kolay teslim etmediğinin, bu devir teslim için demokrasinin tek başına yeterli olmadığının altını çizdikten sonra, bunun tek istisnasının 14 Mayıs 1950 seçimleri olduğunu öne sürüyor. 14 Mayıs 2023 seçimlerinin de bu mucizenin tekrarı için umutlanıp umutlanamayacağımızı sorguluyor.
Benim naif kişiliğimi okurlarım bilir. Umutlarımızı yitirdiğimiz noktada yaşamanın ne anlamı var? Tek cümleyle ben ihtiyatlı bir iyimserlik içinde umutlarımı canlı tutuyorum.
Yine okurlarım hatırlayabilirler, yaklaşık bir buçuk yıldır iki ana konunun altını çizmeye çalışıyorum.
Birincisi Türkiye’nin temel sorununun “öngörülebilir ülke” olmaktan çıkması. İzlediği dış politika çizgisi başta olmak üzere, ne olduğu anlaşılamayan ekonomi politikaları yüzünden sermaye girişleri yerine, sermaye kaçışlarına neden olması.
İkinci büyük sorun aslında birincisi ile birebir bağlantılı olan AB ile ilişkilerin giderek dayanılmaz hafifliğe yelken açması.
AKP yönetiminin ilk 10 yılında başarılı görülmesinin arka planında 3 Ekim 2005 tarihinde başlatılan tam üyelik müzakerelerinin yattığı inkar edilebilir mi? Tam üyelik müzakerelerine başlayan bir ülkenin 1993 Kopenhag kriterlerine sıkı sıkıya bağlı kalacağı, dolayısı ile öngörülebilirliğinin mutlak olacağı gerçeği ile Türkiye’nin yatırımcılar için cazibesi yüksek ülke pozisyonuna geldiği açıktı.
AB kanadından gelen başta Sarkozy Fransa’sının ve Merkel Almanya’sının “biz iktidarda olduğumuz sürece Türkiye için tam üyelik hayaldir!” açıklamaları ne yazık ki ülkemizin “Kopenhag kriterleri” yerine ne olduğu başta anlaşılamayan “Ankara kriterlerine” sapmasına ve bugün eleştirdiğimiz otoriter tek adam rejiminin yerleşmesine yol açtı. Diğer ifadesi ile AB’nin tam üyelik müzakerelerinin temel stratejisi olan “sopa/havuç” politikası ortada havuç kalmayınca iflas etti.
Yine beni takip eden okurlarımın hatırlayacağı üzere 24 Şubat 2022 Rusya Ukrayna savaşının başlamasından bu yana, Türkiye’nin AB için artan stratejik önemini tekrar tekrar yazmaya çalıştım. Bu görüntü altında Türkiye AB ilişkilerinin özellikle tam üyelik perspektifinde yeniden canlandırılmasının sadece Türkiye’nin çıkarları için değil, AB’nin çıkarları için de elzem olduğunun altını çizme çabasını gösterdim. Bu gerçeği ifade etmeye çalıştığımız her seferinde Brüksel’den gelen yanıt, “hele bir seçim sonuçlarını görelim, sonrasına bakarız!” şeklinde oldu. Diğer ifadesi ile Brüksel Erdoğan’ın seçimlerde kullanabileceği bir kozu vermemekte ısrarcı oldu.
Evet 14 Mayıs seçimlerinin ardından Brüksel’in yeni yaklaşımını merakla bekliyoruz. Bu yeni yaklaşım hem Türkiye’nin hem de AB’nin önümüzdeki yüzyılda kaderini belirleyecek önemde olabilir.
Millet ittifakına dönecek olursak.
CHP yetkililerinin AB ile ilişkilerin önemine atfen söyledikleri, AB konusunda tarihi çekinceleri olan CHP’den AB ile ilişkilerin önemini idrak eden bir CHP’ye mi gidiliyor sorusunu sormamıza ve umutlarımızın biraz daha artmasına yol açıyor. İfade edildiği şekliyle AB Bakanlığı’nın tekrar tesisi çok önemli somut bir adım olacaktır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yurt dışından temin edeceğini ifade ettiği 300 milyar doların Türkiye’ye gelişinin önünü açacak olan girişimlerin temelindeki bu hamle ilk ve çok önemli kategoride düşünülmelidir.
Bu yazıyı sonlandırmadan önce belirtmem gerekirse Sadullah Ergin’in CHP listesinden millet vekili adayı gösterilmesi benim de içime sinmiyor. Ancak bu seçimin sindirim sistemimizle ilgisi yok. Kullanacağımız oylar kendi sübjektif tercihlerimiz için değil, çocuklarımızın geleceği için olacak.
Umarım 15 Mayıs sabahı güneşli bir bahar gününe uyanırız.
Bundan sonrası hem TC hem de AB için çok önemli.TC çağdaş uygarlık düzeyine çıkacaksa bunu AB içinde sağlayabilir.AB ise ABD ile Çin (BRICS) arasındaki iki kutuplu dünyada 3.kutup olacaksa bunu TC ile sağlayabilir.Yoksa AB,süzeren ABD'nin vasal'ı olur.Syg.