Kültür tarihimize göz ucuyla dahi bakılırsa görülecektir; bizde yeni daima bir kavgayla ve reddiyeyle gelmiştir! Reddiye, yani geçmişi inkâr ve tenkit; kavga, yani kendinden öncekilerle amansız bir mücadele ve onlara sataşma! Tâ Tanzimat devrinden beri, o, “kafiye kulak için midir, yoksa göz için mi?”ye kadar indiğimizde bu savların uğrunda kaç gözün çıkarıldığını, kaç kulağın koparıldığına şahitlik edilecektir! Ya da edebiyatımızda Garip akımının zuhurunu hatırlayınız. İsmi Garip olan bu grubun eskilerin sert ve çok zaman kırıcı olan eleştirilerine karşı nasıl aslan kesildiği edebiyat tarihi kitaplarının sayfalarından bağırmaktadır hâlâ…
Tıpkı bu hesap, ne zaman İnternette bir konuşmaya denk gelsem ya da bir talk-show programına takılsam mutlaka laf arasında bir Yeşilçam ironisi, dalgası ve eleştirisi görüyorum… Hoş olunca gülüyorum da… Zeki Müren’in, hareket eden uçağı durdurup atlamasına kim gülmez ki zaten! Yalnız bu eleştiri bir yerden sonra küçümseme halini alıyor ya… Bu küçümseme ucuzluk kuyrukları gibi uzuyor uzuyor ya… Nihayetinde de altını doldurmadan bitiyor! Geriye birkaç boş kahkaha ve belki o ân dışında hiç hatırlanmayacak espriler kalıyor…
İşte buna kızıyorum! Neden eleştiriyorsunuz? Eleştirinizi temellendirsenize… Ya da sizlerin eser verdiği bugünden bir örnek verip eskiyi çürütsenize…
Yok! Sadece kuru eleştiri… Nedeni gayet basit: Eskinin o gülünen işlerinin ötesine geçecek o kadar az iş yapılmış ki! Sadece eleştirerek bir yere gelineceği düşünülmüş ve gülünmüş! O kadar!
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, Kelebeğin Rüyası, Mutluluk ve paragrafı doldurabilecek kadar sayabileceğim nice başarılı film şöyle dursun; Vesikalı Yârim’in, Aaah Güzel İstanbul’un, Muhsin Bey’in, Susuz Yaz’ın ve daha nicesinin üzerine çıkan kaç film yapıldı! Bazı festivallerde jüri değerlendirecek yeterli sayıda film bile bulamadı! Senede üç yüz film çekilen bir dönemden, yarışmada değerlendirecek sayıda film bulunamayan bir döneme çıkılır mı, inilir mi? Takdir sizin…
Tüm geçmiş kültür münakaşalarını hafızamdan geçirince yeni neslin daima eski nesli yerden yere vurmasını bir parça olsun anlamlandırabiliyorum. Yalnız anlamlandırma kâfi gelmez ki! Nelerin ortaya koyulduğu da önemli, hatta her şeyden çok daha önemli! Kulak için kafiyeciler, Türk şiirinde bir çığır açtılar; Garip akımı edebiyatın gidiş istikametini tamamen değiştirdi… Sinemada ve televizyonda yenilik namına ne yapıldı?! Teknik açıdan sormuyorum sorumu elbette; işlenen konular, oyunculuklar ve etkileri bakımından soruyorum…
Hâlâ tekrarları ballandırıla ballandırıla seyredilen yakın dönem dizilerinin en meşhuru Halit Ziya Uşaklıgil’in asırlık bir romanı! Birçok tutan dizi ya bir eski Yeşilçam hikâyesinden alınm;, ya Güney Kore’den, Fransa’dan ya da Latin Amerika’dan ithal! Özgün hikâye masmavi, sıcak bir yaz gecesi göğündeki bulut misali kadar nadir bu piyasada…
Üretmek, üretmek, üretmek! Halkımızı ve bu coğrafyayı tanıyıp yeni projeleri bu tanışıklık üzerine inşa etmek… Bütün mesele bu… Yalnız geç kalmadan. Hani idama giden Temel’e son isteğini sormuşlar, “Bu baa ders olsun!”, demiş ya… Öyle geç kalan bir ders, hiçbir tarafın işine gelmez!
Muhakkak ki eleştirilecek, eleştirel akıl olmadan aydınlığın geldiği nerede görülmüş, lakin eleştiri bir sağlam temele oturtulacak ki ilerleme sağlansın. Yoksa benim gibi gıcık bir yazar çıkıp sorabilir, “Yerden yere vurduğunuz Yeşilçam’ın üzerine ne koydunuz?”!
Yorum Yazın