Ülke gündemi itibarıyla bizler şu sıralar pek fazla iklim değişikliği ve çevre konularına dikkat çekemesek de Dünya’da bu konuların konuşulmadığı, gündem olmadığı tek bir gün bile geçmiyor. Geçtiğimiz günlerde Avrupa’nın en çevre dostu şehirleri ve uygulamaya alınan mitigasyon ve adaptasyon planları ile ilgili bir haber önüme düştü ve ben de yerel seçimler yaklaşırken aynı uygulamaların benzerlerini Türkiye’nin şehirleri üzerinde araştırmaya karar verdim.
İlk araştırmalarımda Türkiye’deki 30 büyükşehir belediyesi arasından benim bulabildiğim sadece 5(%16’sına denk geliyor) tanesinin yerel iklim değişikliği eylem planının bulunduğunu gördüm. Avrupa şehirlerinin kendilerine ait yerel iklim değişikliği adaptasyon ve mitigasyon eylem planına sahip olma oranı ise %66’ları buluyor. Bu alanda da Avrupa’yı yakalamak için çok ama çok çalışmamız gerekecek. Bu yerel eylem planları iklim değişikliği ile mücadelede muazzam önem teşkil ediyor. Özellikle de her şehir veya bölge için bu adaptasyon ve mitigasyon planlarının ayrı ayrı oluşturulması son derece kritik çünkü aynı tarım planlamalarında havza bazında üretim ve hasat planı yapılması gibi iklim değişikliği ile mücadelede alınacak aksiyonlar bölgesel olarak ele alınmalı. Bunun sebebi Avrupa’nın Batısındaki bir şehrin maruz kalacağı ekstrem hava koşullarının çeşitleri yine Avrupa’nın Doğusundaki bir şehrin karşılaşacağı ekstrem hava koşullarından farklı olabilir. En önemlisi ise şehirlerin doğal ve beşeri yapıları gereği bu hava koşullarının o bölgenin altyapı, biyoçeşitlilik, su kaynakları, kültürel miraslar ve toplumsal hizmetler ağına vereceği zararın boyutu bambaşka olabilir.
Oluşturulan bir indekse göre iklim değişikliğine adaptasyon sürecinde en yüksek skoru alan şehirler Bulgaristan’dan Sofya ve İrlanda’dan Dublin ve Galway şehirleri olarak belirlenmiş. Bu adaptasyon planlarını hazırlamak çok zor, bir o kadar zor olan diğer konu ise bu planları uygulamaya geçirip sürdürülmesini sağlamak. Yukarıda belirttiğim bu şehirler dinamik bir şekilde, bilimle el ele vererek, sürekli bir izleme sistemi ile iklim değişikliğinin şehirleri üzerindeki etkilerini analiz ediyor. Buna göre risk planları hazırlanıyor ve bu doğrultuda şehirlerine uygun altyapı(elektrik, ulaşım, su, vb…), yağmur suyu drenaj sistemleri inşa ediyorlar ve erozyona müsait bölgelerde yerleşim kısıtlamaları uygulanıyor. Bunlar alınan önlemlerin sadece birkaçı. Bu şehirler ayrıca halkı iklim risklerine maruz kalmalarını nasıl azaltabilecekleri konusunda bilgilendirmek ve işletmeler arasında adaptasyona yardımcı olmak için mevcut olan fonlar hakkında farkındalık yaratmak için kampanyalar da yürütüyor.
Tüm bunlar göz önüne alındığında Türkiye’ye dönüp baktığımızda nice eksiklerimiz var bunu görüyoruz. Yerel iklim değişikliği eylem planlarını incelediğim şehirlerde bu girişimde bulunulmuş olmasına karşın, Avrupa’daki kıyaslarına göre oldukça eksik kalıyorlar. Şehirlerimizin eylem planlarında en çok üstünde durulan konular tarımda su kullanımı ve atık su yönetimi gibi konulardı. Bu demek oluyor ki belediyelerimizin çoğu su konusunda yaşadığımız ve yaşayacağımız sorunları farkındalar ancak iklim değişikliği ile mücadele çok boyutlu yürütülmeli. Yerel yönetimler bilim insanlarına ve akademisyenlere daha çok sorumluluk vererek şehirlerimizin dönüşümüne katkı sağlamalı. Bu noktada da yazımın başlığına tekrar bir göz atın istiyorum. Yerel iklim değişikliği eylem planları yerel seçimlerde bir koz olarak kullanılabilir mi? Benim cevabım kesinlikle “Evet!”. İklim ve çevre sağlığı meselesi siyaset üstü bir konu olsa da bir o kadar siyaset ile el ele yürümeli. Şehirlerde yaşayan insanların kendi hayat kalitelerini yükseltecek, iklimi ve doğayı gözeten yönetimlere ihtiyacı var. Bu yüzden yerel yönetimlerin bu konular üzerinde daha fazla vaatlerde bulunması gerektiğine inanıyorum. Belli mi olur, bakarsınız bir gün kendisine politik ilkeler olarak sadece çevreci ve yeşil politikaları benimsemiş bir siyasi oluşum yerel yönetimlere geçebilir…
Yorum Yazın