Tarım sektörü temel olarak halkın gıda ihtiyacının sağlanması, tarıma dayalı sanayinin girdi ihtiyacının karşılanması ve istihdam olanağı yaratılması yönleriyle ülkemizin neredeyse kaderini etkileyebilecek öneme sahiptir.
Bu kadar bereketli topraklar üstünde bu kadar tarım yoksunu, gıda yoksunu bir ülke konumuna nasıl geldik? Kendi kendine yeten bir ülke konumundan ithalatçı bir konuma düşmeyi nasıl becerdik? Bu soruları, tarıma yeterli desteği sağlamayan, kendi çiftçimize destek vermek yerine, başka ülkelerdeki çiftçiyi desteklemeye yarayan ithalatçı tarım politikaları uygulayan, iktidara sormamız gerekiyor. Sonuç olarak çiftçimiz giderek daha da yoksullaşıyor, tüketicimiz daha pahalı gıda tüketmek zorunda kalıyor. Ayrıca cari açık, döviz kuru gibi sorunlar da cabası.
Öte yandan önümüzdeki on yıllarda etkisi daha da artacak olan küresel iklim değişikliği bütün dünyada tarım ve gıda üretimini olumsuz etkileyecektir. Üretimin azalması ve gıda fiyatlarının yükselmesi beklenen sonuçlardır.
İHMAL EDİLEN TARIMA DÖNÜŞ
Türkiye bütün bunları görerek, değerlendirerek tarımsal potansiyelini doğru üretim politikalarıyla yönetebilse hem kendi ihtiyacını karşılayabilir hem de başka ülkeleri besleyebilir. Bunun için tarıma bakışımızı değiştirmek üretimi ve çiftçiyi destekleyici politikalar uygulamak gerekmektedir.
Tarımda sağlanacak gelişmeler, halkımızın ucuz gıdaya ulaşmasını sağlamanın yanısıra ekonomide yaşadığımız büyük sıkıntılar için çıkış yollarından biri olabilir.
Son yıllarda yerel yönetimler özellikle büyükşehir belediyeleri; örgütlenmeleri, projeleri ve uygulamalarıyla tarıma ve kırsal kalkınmaya katkı yapmaktadırlar.
ÇARE DE VAR ÇÖZÜM DE
Sözleşmeli üreticilik yaptırılması; fidan, mevsimlik çiçek, süt, yoğurt, peynir gibi ihtiyaçların doğrudan üreticilerden ya da kırsal kooperatiflerden karşılanması; yerli tohum üretimine destek verilmesi; üretici pazarlarının açılması; halk marketlerinin kurulması gibi kısaca sıralanabilecek bir çok başarılı uygulama özellikle CHP’li belediyeler tarafından yaşama geçirildi. Bu çalışmaların sürdürülebilir olması, kalıcı olması büyük önem taşımaktadır.
Belediyelerde bu amaçla yapılan kurumsal düzenlemeler önemlidir ama tek başına yeterli değildir, üretim boyutunda da kurumsal yapılanmalara gereksinim vardır. Üretici yalnızca belediyenin taleplerini yerine getiren bir konumda kalmamalı, kendini oluşmakta olan yeni düzenin önemli ve eşit aktörü ya da ortağı olarak görmelidir. Yeni sistemin kalıcı ve sürdürülebilir olması ancak böyle sağlanabilir diye düşünüyorum.
BELEDİYELER AKTİF OLMALI
Belediyeler kendi sınırları içerisindeki kırsal alanlarda ürün, üretim ya da yerleşim bazında kooperatif örgütlenme modelleriyle bir kurumsal yapı oluşturulmasına destek vermelidir, oluşturulacak bu yapılarla üretim sürecinin başından tohum, fide vb temininden ürünü elde etme, toplama, depolama, paketleme, taşıma, pazara ulaştırma aşamalarına kadar birlikte olmalıdır.
Büyükşehir belediyeleri tarımsal ya da kırsal hizmetler verebilmek amacıyla oluşturdukları daire başkanlıkları için tanımladıkları görev alanlarında: “Stratejik plan çerçevesinde ilin tarımsal faaliyetlerine katkıda bulunmak, Tarımsal faaliyeti ve tarım alanlarını korumak, Sürdürülebilir tarım ve çevrenin korunmasını sağlamak üzere projeler ve uygulamalar geliştirmek, Tarımsal ve hayvansal üretimi geliştirmek için her türlü girdi desteğinde bulunmak, Tarımda örgütlenmeyi desteklemek, kooperatif ve birliklerin kurulmasını sağlamak ve işletilmelerini desteklemek, ortak projeler yapmak” yer almaktadır. Yani yasal içerik tamamdır. Türkiyenin iyisiyle kötüsüyle önemli bir kooperatifçilik deneyimi de vardır. Bu deneyimlerden hiç kuşkusuz dersler çıkartılmalıdır.
Belediyelerin böyle modellerle tarımda daha etkin olarak yer alması, üretimin artmasını, üretenin para kazanmasını, istihdamın artmasını, kent yoksullarının ucuz gıdaya ulaşmasını sağlayabilecektir.
Artık parça parça başarılı uygulamalardan bütünü görecek, kavrayacak bir anlayışa geçme zamanı gelmiştir.
Yorum Yazın