Önce “Yolsuzluk” kavramına açıklık getirmek istiyorum.
Belli yetkilerle donatılmış bir devlet memuruna ileriye dönük bazı işlerin halledilmesi için önceden para veya benzeri ödüller vererek bazı uygulamaları kendi lehine çevirmesi ve bunun sonucunda da devleti zarara uğratması yolsuzluk olarak kabul edilir. Bazen kamu gücünü elinde bulunduran bir kamu görevlisinin ileriye dönük politik hesapları için siyasi yandaşlarına ihale peşkeş çekmesi de bir yolsuzluktur. Bir yolsuzluğa duyarsız kalmaksa yolsuzluk teşvikinin ta kendisidir.
Bize göre yolsuzluk kavramı özel çıkarların, özel tercihlerin, prestijlerin, ya da belli bir grup veya sınıfın çıkarları doğrultusunda kamu gücünün kullanılması ile istenilmeyen zararlara yol açacak şekilde yüksek ahlaki değerlerden ve yasalardan kaçınmak için başvurulacak bütün yollardır. Ancak, yolsuzluk süreci içinde bu sürece katılanlar hep kazanç elde ederken bu sürecin dışında kalanlar hep kaybetmektedirler. Günümüzde yolsuzluğun da türüne “Merikokrasi” (Başarıya göre terfi sistemi) denilmektedir.
Politik yozlaşma, rant kollama ve yolsuzluk arasında bir illiyet vardır. Bunlar toplumdaki üç önemli hastalıktır.
Politik yozlaşmanın daha çok politik karar alma sürecinin işleyişinde belirgin bir hale geldiği kaçınılmaz bir gerçektir. Bunun en önemli sebebi ise politik süreçte yer alan aktörler (politikacı, bürokrat, baskı grupları, siyasal partiler ve hükümet) arasındaki ilişkilerin çok net olarak görülememesidir.
Ülkemizde politik yozlaşmanın ne kadar yaygın olduğu ve ne denli derinlemesine hayatımıza nüfuz ettiği açıktır. Ülkemizde piyasa süreçleri politik süreçlere göre daha az kullanılmakta, devamlı yanlış anlaşılmış bir demokrasi, sosyal adalet gibi kavramlar ve teoriler adına politik süreçlerin daha da yaygınlaştırılması çağrıları yapılmaktadır. Hatta kimilerini kızdırmayı göze alarak ifade edeceğim, Türkiye aşırı derecede politize edilmiş bir toplumdur. Türkiye'nin acilen depolitizasyon'a ihtiyacı vardır.
Çoğu kimsenin 12 Eylül yönetimi döneminde ve sonrasında bir depolitizasyon olayının yaşandığını ve bunun çeşitli sorunlar doğurduğunu düşündüğü bir ortamda böyle bir görüşü savunmam şaşırtıcı olabilir. Depolitizasyon kavramı ile kastettiğim şey insanların siyasete katılma haklarının kısıtlanması, hukuki engellerle zoraki olarak siyasetten uzaklaştırılması değildir. Siyaseti sıradan insanlar için bir lüks lehine getiren, yine onu belirli azınlıklara mahsus bir imtiyaza dönüştüren böyle bir yaklaşım elbette ki kabul edilemez. Hatta tam tersine paradoksal bir şekilde siyasal süreçlerin azaltılması ve sınırlanması ile siyasal katılım haklarının genişlemesi arasında doğru oranlı bir ilişkiden dahi söz edilebilir.
Depolitizasyon kavramı ile kastettiğim şey siyasete bakışımızın ve onun hayatımızdaki yerinin değişmesidir. Siyaset en ulvi beşerî faaliyet türü olabilir, insanlığa iyi ve güzel şeyler yapmanın en iyi yolu da olabilir. Ancak, son yıllarda dayatılan siyasi anestezi siyasetin ulvi ve beşerî bir faaliyet olmasını tartışılır hale getirmiştir. Politik süreçlerle her sorunu çözmek mümkün olmayabilir. Politik süreçler özellikle iyi tanımlanıp sınırlanmadıkları takdirde problem çözmekten çok problem yaratırlar. Bundan dolayı ülkemizde politikaya bakışımız değişmelidir.
Politik karar alma sürecinde rol alan aktörlerin (seçmenler, politikacılar, bürokratlar, çıkar ve baskı grupları) “özel çıkar” sağlama gayesiyle toplumda mevcut hukuki, dini, ahlaki ve kültürel normları ihlal edici davranış ve eylemlerde bulunmamalarına “politik yozlaşma” adı verilmektedir.
Politik yozlaşma politik süreç içerisinde çok çeşitli şekil ve türlerde ortaya çıkmaktadır. Rüşvet, zimmet, adam kayırmacılık, politik kayırmacılık, hizmet kayırmacılığı, patronaj, rant kollama, kamu sırlarını sızdırma, vurgunculuk, siyasal dalavere gibi davranış ve eylemler politik yozlaşmaya örnek gösterilebilir.
Ülkemiz temsili demokrasi ile temsil edilmekte midir? Hayır. Temsili demokrasi, siyasi güç ve yetkilerin sınırsızca ve sorumsuzca kullanıldığı bir rejim değildir ve kesinlikle olmamalıdır. Vatandaşlar sahip oldukları güç ve yetkilerini oylama mekanizması ile diğer bazı kimselere, yani yöneticilere devredebilirler. Bu ise yöneticilerin güç ve yetkilerinin sınırlarının olmaması anlamına gelmez.
Ülkemiz koşullarında seçim sisteminin ve oylama mekanizmasının varlığını “halkın gerçek idaresi”ne ulaşmak olarak algılamak büyük bir yanılgıdır. Bu tür seçimlerde halkın gerçek idaresine ulaşılmasını engelleyen bazı faktörler bulunmaktadır. Bunlar;
- Bazı seçmenlerin politikaya ilgisizliği,
- Bazı seçmenlerin politika konusunda bilgisizliği veya cehaleti,
- Politikacıların seçmenlerin tercihlerini siyasal manipülasyon yoluyla (yalan propaganda, aşırı bilgi sunma, gizlilik, örtbas, vs.) saptırmaları şeklinde özetlenebilir.
Bu ve buna benzer diğer nedenlerden dolayı seçim sisteminin varlığını gerçek demokrasi olarak ele almak ve “halkın idaresi”ne (gerçekte politikacıların irade ve kararlarına) sınırlar konulmasını savunmak büyük hata ve yanılgıdır.
Sonuç olarak yolsuzluk ve politik yozlaşmanın önlenmesi ve yönetimde şeffaflık sağlanarak yeniden yapılanma sürecini başlatabilmek için;
- Bilgi edinme hakkı anayasal bir hak olmalı, devletçe anayasada güvence altına alınmalıdır.
- Kamu kurum ve kuruluşları en az yılda bir kez faaliyetlerine ilişkin ayrıntılı bir rapor hazırlamalı ve halka sunmalıdır.
- Vatandaşlar kamusal kararların alındığı belediye meclisi toplantılarına katılabilmelidirler.
- Kamu yönetiminde gizlilik ve örtbas şeklindeki yozlaşmaların cezai müeyyidesi yasalarda açık bir şekilde yer almalıdır.
Demokratik bir ülkede kamu yönetiminde gizlilik ve sır olmaz. Gizlilik ve sır varsa, halkla paylaşılmıyorsa o rejimin adı başka bir şeydir.
Keşke okuduğum her yazıdan bu kadar keyif alabilsem, Duran Bey kaleminize sağlık
Çok güzel yazı elinize sağlık.
Bilgilendirici Bir Yazı Olmuş Kaleminize Sağlık Hocam..
Harika ve çok açıklyıcı bir yazı olmuş yüreğinize sağlık Duran hocam!
Hoca o güzel aydınlatıcı birikiminizi bu zor günlerimizde mücadeleci yüreğine ve kalemine saglık