Emel Seçen

Emel Seçen


Yürümek

Yürümek

"Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan geç. Benim takıldığım taşlara takıl yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git benim gittiğim gibi anca o zaman beni yargılayabilirsin."

Atasözleri, yaşanmışlıkların yol göstericisi değil mi? Kızılderili Atasözünün anlamı, adeta bu filmde ortaya saçılmış.

BEKLENMEDİK YÜRÜYÜŞLER

Hangi insan yok ki; derdi olmasın. İçinde yaşanmış, yaşanmamış, tüm ömür kumbarasının doluntuları ile.. Yargılamadan bakabilmeyi öğrenebilirse insan, o zaman gerçekten anlayabilmeyi, dokunabilmeyi, insan olmanın erdemini, yaşamda olmanın, önce kendine ve sonra etrafına katacağı değerin kıymetini bilecek. Ve öylesine bir ömür, sürmeyecek. Netice itibari ile herkes birbiri ile bağlantılı. Görünmez bağların temelini ise sevgi oluşturmakta.

Temelini tam da buradan alan ve Yönetmenliğini, Hettie Macdonald’ın üstlendiği, “Harold Fry’ın Beklenmedik Yolculuğu”, bizler için finale doğru aslında, tüm kainata, her koşulda gereklilik arz eden “Hak, Hukuk, Adalet” kavramını hatırlatsa da; sıradan hayatlar içinde ne büyük dramlar yaşandığının göstergesini özünde sunmakta.

Sakin ve sıradan ileri yaş, emekli İngiliz çiftin, dingin ve bir tek komşuları ile geçişen yaşamları, bir mektuba yazılacak cevabın arayışı ile başlıyor. Yönetmen; filme henüz başlarken aslında birazda teknolojinin katkıları ile hızlandırılmış hayatlarımız adına bir frene bastırarak, filme başlatıyor. Bizler, daha önceleri nasıl insanlardık? Nasıl, iletişim kurardık? Sonra karşındaki kişiye değer verme şekli, biçimi, biçimlenen adeta bir çömlek yapar gibi toprak ve suyun birleşimden yoğurduğumuz malzemenin özü, biz, değil miydik? Ellerimizle olsun, gözlerimizle, ruhumuzla hayat vermedik mi yaşama? Ya neresinden tuttuk, hayatı? Ya da neresinden tutunduk? Film, açıldıkça sıradan bir aşk hikâyesi, mutsuz bir evlilik sarmalında sıkışmış yaşamları sunar gibi gözükeceği detaylarını verirken yönetmen ustaca kamera arkasında, filmin bütününü hazırlıyor. Sona gelindiğinde siz, kime, hangi iyiliği yapabildiniz, sorusunu da sordurmadan, sinema salonundan dışarı çıkarmıyor.

108 dk boyunca, önce bir markette çalışan mavi renk saçlı, kızın ilhamı ile başlayan yolculuk, Harold’a, yaşama tutunması gerektiği için kanser hastası arkadaşı, Queenie’i görmesi ve moral vermesi gerektiği fikrini aşılarken gelişen, sonrasında bu ilham ile yola çıkan ve geride eşini bırakan Harold’ın, bir müddet sonra sanki kendisinin artık ölmüş gerçeğini, eşinin bilmesini ister gibi: “Fazlalıklarımı, yürürken taşımak istemiyorum, diye kendi evine, eşine, kargo ile yollayan, bir erkeğin yolculuğu; “Öl me ye cek sin!” ile başlıyor.

YÜRÜDÜĞÜMÜZ YOL ASLINDA KİMİN YOLU

Kendimiz mi ölümden kaçıyoruz, yoksa kimi kaybettik de ölümden çekip alıp, yeniden hayata o karenin, en müstesna yerine yerleştirmek ve hiç gitmesin hissiyatını yaşıyoruz. En değer verdiklerimiz elimizden istemsiz bir şekilde kayıp giderken içimizde birikenler, yol yürümekle çözülebilir mi? Hangimiz yollar teperek hayatımızı yeniden sıfıra çekiyoruz, yeniden yeniden… Her acıda biraz daha yeniden.

Hangimiz cesuruz? Yarım kalan bir işi tamamlamak cesaret ister ama bunu yaparken beklentisiz ruh halinde olabilmekte, en az cesaretin kadar önemlidir. Yönetmen, iş arkadaşının kanser hastası olarak son günlerini geçirdiği ve zamanında yarı yolda bıraktığı için vefa duygusu ile dönmek ve eksiğini tamamlamak düşüncesi ile Harold ‘i yola çıkarırken; aslında hayatın tam yolunu, seçimlerimizi, yol boyunca karşılacağımız karakterlerin, hayatlarımızda ya dersimiz, ya bizim onlara öğretmenliğimiz, olduğunu gösterirken, finalinde de, yol boyunca yani ömür boyunca, karşılaştıklarımızın içinden en iyi olanların,içinde sevgi emaresi olanların, yüreğinden yanıysan ışıltılarla çoğaltarak, bir kristal küreden adı dünya denilen gezegenden yansıtıyor.

Bir varsın, bir yoksun. Ne kadar yol gittin, ayakkabın delik mi, yok mu, yoksa yalın ayak mıydın?

YÜZLEŞ, PAYLAŞ ve SEV.

İzlerken yer yer gözyaşlarım ile serinleten, sevginin büyüklüğünü, eğer insan denen varlık, yaşamı boyunca sadece sevgiye sarılıp, sevgi ile büyürse, geriye baktığında yaşayamadıklarına duyduğu pişmanlıkların hiç. Yaşamış olduklarının ise kendisini, kendi yapan deneyimlerden ibaret olduğunu anlayacak ve işte o zaman huzuru yakalayacak. Öyle ya insan anlamazsa; madde bağımlısı bir çocuk, Tanrının kendisine, Kumru kuşu ile yansıdığını söyleyecek. Ve devam edecek; “Tanrı aslında hepimiz seviyor.” Ve bir köpek, ihtiyacın olana kadar sana eşlik edecek. Ve gerçek bir eş, sadakatle seni bekleyecek. Seni, düşünecek ve koruyacak. Neyi sevip, sevmediğini bilecek. Hayatın, sana sunduğu en büyük armağan olduğunu bilerek; koruyacak, gözetecek ve sevecek.

İnsan, değerleri ile var ama her ömür; seçimlerimizle kendimizden kendimize giden bir yolculuktur aslında. Durman gereken yerde durur, soluklanır ve devam edersin.

Herkes, aynı adı taşıyan ve çok satan romandan uyarlama olan “ Harold Fry” gibi “Beklenmedik yolculuğu” na, yaşanmışlık, pişmanlık ve deneyimlerince çıkar, çünkü vicdanlı insanlar sürekli muhasebe yapar. Hiç kimse olmasa zaten her yolculuk, aslında bireyin kendi özünden özünedir.

telif

Makale Yorumları

  • Atilla Dorsay 17-07-2023 18:35

    Harika bir eleştiri. Herşeyiyle dört dörtlük. Candan kutlarım.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar