Prof. Dr. Ahmet Özer

Prof. Dr. Ahmet Özer


Yüzleşmek ve adalet

Yüzleşmek ve adalet

Devlet denilen aygıt

Dünyanın  uzayda taht kurmak için mücadele ettiği bir dönemde, gençlerimizi, toplumsal enerjimizi kirli savaşlara feda etmenin üzüntüsünü ve utancını yaşamaya devam mı edeceğiz? Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğindeyiz. Bu yeni dönemde aynı utancı yaşamamak için başta siyasal iktidarın, siyasetçilerin, bütün siyasi partilerin ve güvenlik kurumlarının bugüne kadar sürdürülen savaş ve şiddet politikalarının sonuçlarıyla yüzleşmesi tarihi bir sorumluluk değil mi? Peki, devlet buna cevaz verir mi?

Devlet denilen aygıt, bireylerin kişisel iradeleri sonucu, bir takım hak ve yetkilerini delege ederek, sağlık, güvenlik ve özgürlük içinde yaşamaları için kurdukları bir kurumdur.  Devlet böyle kuruluyor ama bir süre sonra bağlamından kopuyor, kendi başına bir amaç haline geliyor, onu yaratan yurttaş ise araca dönüşüyor. Böyle olunca da işler çığırından çıkıyor, devlet o zaman sadece onu ele geçiren bir grubun ya da sınıfın amaçlarına hizmet eder hale geliyor. Bu durumda acı, kan ve gözyaşı ile bezeli bir tarih oluşuyor.

Acılarla dolu bir tarih

Türkiye’de takvim yapraklarına bakın, her sayfasında bir başka acının izlerini görürüsünüz… Sürgünde ölüme mecbur edilmiş büyük şairlerden, ömrü mahkemelerde geçmiş dev yazarlara, darağacında ideallerini haykırarak son nefesini veren gençlik önderlerinden, sokak ortasında kurşunlanmış, bombalanmış cesur kalemlere ve onların demokratik, özgür toplum düşünü sürdürdüğü, savunduğu için hedef haline getirilmiş gazetecilere, aydınlara, bilim insanlarına uzanan bir süreç var. Bu süreçle yüzleşmeden, bunları yok sayarak, sanki hiç olmamışlar gibi davranarak yeni bir dünya, yeni bir düzen, demokratik bir cumhuriyet yaratılabilir mi?

Hamasetle düzelme olmaz

“Yaşatacağız” manşetleriyle, “unutmayacağız” sloganlarıyla, anmalarla, kabaran dosyalarla, hesap sormalarla dolu, belalı bir tarih… ve zulüm, yasak, sansür, silah, hapsetme, hedef gösterme, katil gizleme, yok etme dışında yol bilmeyen bir sürecin her devirde yeni kostümlerle yeniden ortaya çıkan baskısı, şiddeti…  Bütün bunları değiştirmek sadece lafla, hamasetle olmaz. Özgür birey, sorumlu toplum için demokratik devlet gerekir. Ancak bunun için de yüzleşmek gerek.

Acı da olsa gerçekle yüzleşilmeli

Birkaç örnek bile meseleyi anlamaya yeter. Nazımı yıllarca hapiste tutup hapisten çıktığı gün askere çağıran, dünyanın gözbebeği Yaşar Kemal’i bölücülükten yargılayan, Deniz ve arkadaşlarını acımasızca astıran, Uğur Mumcu’nun, Musa Anter’in, Hrant Dink’in katillerini önce teşvik edip sonra saklayan, aynı devlet değil mi? Birbirini anca mahkeme kapılarında, cezaevlerinde, hastanelerde, mezarlıklarda gören, hep aynı isimler, aynı kesimler değil mi? Şimdi yeni Türkiye deniyor, yeni Türkiye yüzyılı deniyor buna. Sormak ve yüzleşmek gerekmez mi “Yeni” bunun neresinde?"

Ilımlı otokrasi

Uluslararası itibarı düşmüş, ekonomisi çökmüş, siyaseti çürümüş, kurumları zayıflamış, kimlikler üzerinden toplumsal kutuplaşma ve zihinsel bölünme gerçekleşmiş ürkütücü bir tablo ile karşı karşıya değil miyiz?

Geçen yılki “Türkiye Dönüşüm Endeksine göre Demokrasi Statüsü” sıralamasında ülke 10 üzerinden 4,9 puanla 77. sırada yer alıyor. Bu puan ile Türkiye orta kategori olan “ılımlı otokrasiler” grubunda sınıflandırılıyor. Böylece Türkiye ilk kez resmen otokrasi olarak sınıflandırılmış oldu. Buna basın özgürlüğünün kısıtlanması, insan haklarının ihlal edilmesi, hukukun tam işlememesi ve güçler ayrılığı ilkesinin saf dışı bırakılması gerekçe gösterildi.

Sağlık yerine silaha yatırım yapıldı

Son yıllarda sağlık yerine silaha yatırım yapan bir ülke haline geldi ülke. S400’lere- F 35’lre ve daha başka birçok silaha büyük oranda milyar dolarlar yatırıldı. Güvenlikçi politikaların maliyetlinden bahseden yok. Oysa ekonomideki çöküntünün nedenlerinden biri de bu değil mi? Ekonomik kriz bu gidişle bunalıma evrilecek. Üst üste gelen zamlarla bıçak adeta kemiğe dayandı ve geniş halk kesimlerinin mecali kalmadı. İHA ve SİHA’larla övünen iktidarın yönettiği ülkenin yarısı yoksulluk, onun da yarısı açlık sınırında. Silah sektörüne milyar dolarlar yatıran ülke kendi vatandaşına ilaç veremiyor, beyin göçünü durduramıyor, işsizliği önleyemiyor. Bilime ve özellikle sağlık sektörüne yeterli önemi tanımadığımız için hastahaneler dolup taşıyor ve ne yazık ki hastası bol bir topluma dönüştük. Bir yandan bu yoksulluk yaşanırken öte taraftan devletin ve siyasetin olanakları ile haksız biçimde  semiren türedi bir zengin kesim lüks ve safahat içinde yaşıyor. Hak hukuk adalet ise hak getire…

Kendi insanı dururken

Nüfusun yarısı yoksul, onların da yarısı aç. Ekonomi batmak üzere, küçük esnaf kan ağlıyor; işsizlik tarihte görülmemiş oranlarda katlanmış, biz sağa sola TV’ reklamları eşliğinde iha siha gönderiyoruz. Peki, bize kim yardım edecek? Tıpkı yıllarca kendi içindeki çatışmaları çözmeden gidip başka ülkelerde çatışma ve çözüm peşinde koşmak gibi.

Cari iktidar karşı karşıya bulunduğumuz sorunu çözmek yerine çözüyormuş gibi yaparak, sürekli beka söylemini pompalayarak bundan bir başarı hikâyesi üreterek kendi iktidarını daim etmek istiyor. Fakat bu yaklaşım topluma hiçbir şey sunamadığı gibi iktidarı da kurtaramaz.

Çözülemeyen sorunların ülkeye maliyeti gün be gün artıyor

Geleceğe taşınması durumunda ülke açısından büyük yük olacağını düşündüğümüz sorunlarla karşı karşıyayız. Bu sorunların başında Suriyede sürdürdürülen savaş, PKK ile devam etmekte olan sürekli çatışma hali ve bu gerekçe ile ötelenen Kürt Sorunu var. Epey bir zamandır sanki bu sorunlar yokmuş gibi davranılıyor. Oysa, gerçekle yüzleşmek yerine onlara gözümüz kapatırsak dünyayı sadece kendimize gece yaparız.

Bu halin siyasal iktidar için 'iktidarda kalmak' dışında ülkemize ve yarın şekillenecek yeni düzende toplumsal hayatımıza zarardan başka nasıl bir katkısı olabilir?

Her kesimin, bu sorunların ülkeye maliyetini, sebep olduğu toplumsal ayrışmanın, kutuplaşmanın, düşmanlığın, patlamaya hazır öfke ve nefretin algı ile yönetilerek dinsel ve etnik milliyetçiliğe dönüşmesinin yaratacağı muhtemel tahribat ve yıkım ile yüzleşmesi gerekmez mi?

Düşünmek için bu dönem iyi bir fırsat

Sadece bu günle değil, düze çıkmak için, bununla birlikte geçmişle yüzleşmesi gereken bir devlet var. Maraş’a ve Sivas’a; Hrant’ın vurulduğu yerden, Roboski’ye uzanan ve daha nice katliamı içinde barındıran geçmişiyle yüzleşmesi gereken bir Türkiye halkı var.

Türkiye devleti ve halkıyla geçmişiyle yüzleşmediği sürece, bellek ve demokrasi kültürü arasındaki organik bağı reddedip günahlarından arınmadığı sürece yeni bir anayasayla gelecek özgürlüklerin kamusal alanda varlık bulabilmesi güçten de öte zor görünüyor.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar