Aklım erdiğinden beri siyaseti bir şekilde takip ederim. Kişisel tarihimin öncesiyle ilgili de epey bir yazılı metin kurcalamışlığım vardır. Ama hiç şöyle bir şeye şahit olmadım.
“Aslında biliyorsunuz bütün yetki de sorumluluk da bende. O bakımdan kabinemdeki arkadaşlar ve beraber çalıştığımız bürokratların bir hatası yoktur. Varsa da o hata neticede benim izlediğim politikaların sonucudur. Bu sebeple bizzat kendimi görevden alıyorum ve ekibinin görevde kalmasını öneriyorum...”
Müthiş olurdu değil mi? Bugün ülkemizde uygulanan Partili Cumhurbaşkanlığı adlı sistemin eleştirilebilecek çok fazla yani olduğu kesin. Ben de bu eleştirilerin büyük çoğunluğuna katılıyorum. Ama bu tek adam rejimi ifadesinin sanki eskiden memlekette çoğulcu demokrasi varmış gibi kullanılması da beni biraz rahatsız ediyor. Yani yukarıda verdiğim örnek bugün için ne kadar uçuk bir fantazi ise 70 yıl öncesi için de 40 yıl öncesi için de o kadar uçuk bir fantaziydi.
Bizde başarısız olunca ekibin başındaki kişinin gittiği tek iş futbol sanırım ama orada da teknik direktörleri gönderen bir başkan oluyor tabii...
Bu konuya girmemin nereden icap ettiğine gelince, üst üste yaşanan At(a)ma hadiselerinden esinlendim diyebilirim.
TRT'deki atamalar biraz bekleyebilir ama şu Boğaziçi hadisesi yukarıdaki konuyla çok alakalı bir hal aldı. Yani büyük gürültüyle Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör yapılan ve günlerce protesto edilen Melih Bulu’nun daha yeni eğitim dönemi başlamadan görevden alınması meselesi. Memleket bu meseleyi günlerce tartıştı. Atamayı yapan irade ve o irade adına konuşanlar Melih Bulu’nun ne bulunmaz bir kişi olduğunu günlerce anlattı ama sayın rektör koridorlarda öğrenci göremeden, göreve geldiği gibi bir gece yarısı gitti.
İşte bu gidişin ardından sosyal medyada ve bir de iktidar yanlısı bir yayın organında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın baskı altında olduğu, ülkeyi yönetmesine izin verilmediği şeklinde yorumlar yapıldı. Hatta bu azil kararnamesini Erdoğan’a kim imzalattıysa o kişilerin hain olduğuna dair ifadeler yer aldı.
Aslında bu ifadeler öncelikle Sayın Cumhurbaşkanına alanen hakarettir. Sayın Erdoğan iradesini kimsenin ipoteğine bırakacak bir lider değildir. Ancak bunları yazan ve söyleyen yandaşlar, yanlış yapıldığını düşündükleri en küçük bir uygulamadan bile kendisini münezzeh tutmak isterlerken, bilerek ya da bilmeyerek Erdoğan’a ‘kullanılıyor' demekte ve büyük bir haksızlık yapmaktadırlar.
Bu arkadaşlar, Erdoğan’ın yanlış yapması da mümkün olan bir kul olma hakkını elinden aldıklarının farkında değiller sanırım.
İste böyle bir zihniyetin bizi yukarıda bahsettiğim noktadan başka bir yere götürmesi de mümkün değil tâbii. Tartışılmaz liderler ve her sallantıda onların hilafına ya da haberi olmadan, gizlice iş çeviren kadroları...
Oysa o kadroların da bütün sorumluluğunun o liderlerde olduğunu, bizimki gibi düzenlerde liderin haberi olmadan kuş uçmayacağını onlar da pekâlâ biliyor. Zaten aksi bir durum varsa da o kişinin liderliğinin tartışmalı hale geleceğini bilmiyor olabilirler ama..
Peki Erdoğan Bulu’yu neden görevden aldı?
Benim bir fikrim var aslında.
Mesela , Diyarbakır’da neden çözüm süreci üzerinden bir konuşma yaptıysa, aynı sebeple, TRT’ye, neden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'yle sorunlu olduğunu her zaman dile getirmiş bir ismi yönetim kurulu üyesi olarak atadıysa, o yüzden..
Yani son birkaç yazımda da yazdığım ve artık televizyonlarda bazı AK Partililer'in de dile getirmeye başladığı gibi, Erdoğan, MHP ittifakının artık kendisine yetmeyeceğini ve hatta yük olduğunu düşünüyor. Eski müttefiklerine farklı da olsa yeni bir pencere açıyor ve bu arada Bulu hamlesiyle şu ana kadar hiçbir partinin tam olarak yakalayamadığı Z kuşağına da bir selam veriyor. Ama bu selamın yetmeyeceğini de elbette biliyor. O bakımdan ben yenilerini de bekliyorum.
Sonuç olarak topyekûn bir kez daha politika değişikliğine doğru gidiyoruz gibi görünüyor. Umarım bu sefer milletin hayrına olur.
Hayırlı olması için, ıktidarda kalma ön plânda olmamalı, Hayırlı düşünüp, Hayırlı yapma gayreti ön plânda olmalıdır.