Ekonomist, Gazeteci ve Yazar Atilla Yeşilada, Muhalif’in sorularını yanıtladı. Binlerce dijital paranın birbiriyle rekabet ettiğini, önce bunların elenmesi ve halkın bu alışverişi benimsemesi gerektiğini belirten Yeşilada’ya göre, merkez bankalarının, merkezi otorite tarafından denetlenmemesi nedeniyle bu para biriminden korktuğunu anlattı. Yeşilada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, güçlü parlamenter sistemden başka çaresinin kalmadığını da öne sürdü.
Kanal İstanbul’dan ekonomiye, Merkez Bankası’ndan kripto paralara kadar Muhalif’in soruları ve Yeşilada’nın yanıtları şöyle:
SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞI EKİM SONRASINDA
SORU: Pandemiden sonra başta Türkiye olmak üzere Dünya bu ekonomik krizden çıkabilecek mi?
Atilla YEŞİLADA: Türkiye tabii ki, salgından kurtulacak. Ben sürü bağışıklığına erişmemizi ekim ayından önce öngörmüyorum. O boyutta bir aşılamayı elde edemeyeceğiz. Dünyada çok ciddi aşı savaşları var, biz bu konuda çok geri kaldık. Tek şansımız Sputnik aşısı, çünkü Uygur meselesinden sonra Çinliler bize aşı vermezler ya da geciktirirler.
Sorunuzun ekonomik cevabı da burada. Sağlık Bakanı Sayın Fahrettin Koca, “İnşallah 40 yaş üzeri insanlarımızı haziran ayına kadar aşılayacağız diyor. Ama Türkiye’de ortanca yaş gurubu 30 yaş. Demek ki haziran sonuna kadar Türkiye nüfusunun %50 sini bile aşılamamış olacağız ve demek ki bu böyle gidemeyecek. 28 gün tam kapanmaya razı olacaksınız. Bunun maliyetinde kritik enerji tesislerini de sayarsanız, milli gelirin büyümesini de kaybedersiniz.
Ben olayın, üretim ve para değil, insanlık tarafındayım. Şöyle ki,
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı verilerine göre; 2019-2020 arasında aralıklı veya sürekli maddi yardım alan aile sayısı 3 milyondan 6 milyona çıkmış. Bunun karşılığında Toplam bütçe ise sadece %25 artmış. Ayrıca 1,5 ile 2,5 milyon insanda ek işsizlik ödeneği alıyor. Yine rakamlarla devam edeyim.
Ortalama 2 milyon insan düzenli olarak ek işsizlik ödeneği aldı diyelim. Yani 2 milyon hane. 6 milyon hane de sosyal yardım aldı toplamı 8 milyon hane eder. 8 milyon hane çarpı 3 kişi olsa 24 milyon insan eder. Ve Türkiye’de 20 milyon hane var, yani Türkiye’nin %40’ı eder.
Bir de turizm sezonunu da kaybedersiniz artık üzerine borçlar da ekleniyor. Sorun şirket iflaslarından banka batık kredilerine doğru gidiyor ve bir kısır döngüye dönüyor.
Niye bu hale geldik diye sorarsanız da niye Türkiye’nin düzelemeyeceğinin cevabını bulursunuz. Tüm bunların tek bir nedeni var tek adam yönetimi. Başka hiçi bir nedeni yok. Dünyada bizim gibi iki ülke daha var. Brezilya ve Hindistan. İkisinde de liderler kendi politik çıkarları veya garip ideolojileri yüzünden bu hastalığı inkâr ettiler. İşte Jair Bolsonaro, Brezilya bitmiş durumda, dün 4 bin kişi öldü. İnanmazsınız belki Financal Times çıktı makale Hindistan başbakanı aynen Erdoğan’ın yaptıklarını yapmış. Yazın salgın bitti demiş, şaşalı meşhur Hint düğünleri gerçekleşsin diye ve arkasından eyalet seçimleri olduğu için lebalep kongreler, açık hava mitingleri. Jair Bolsonaro, vatandaşa ne yapalım yani ölürseniz ölürsünüz diyen biri. Ben bunlara hasta üçlü diyorum. İşin garip tarafı Hindistan’da Pharma Stocks dünyanın en önde gelen ilaç firmalarından biri ve para kazanmak için tüm aşılarını ihraç etmiş ülkede aşı bulunmuyor. Bizde de Lütfü Elvan, az gelişmiş ülkelere maddi destek sağlayacağız, dedi. Benzerlikleri anlatmaya çalışıyorum. Türkiye’nin pek çok sorunu olabilir ama tüm bunları kristalize ettiğinizde Erdoğan’ı da söylemiyorum, tek kişilik yönetim. Kolektif aklı inkâr ettiğinizde çözüm bulamazsınız.
KANAL İSTANBUL
SORU: İktidar Kanal İstanbul’un Türkiye ekonomisine çok büyük katkısı olacağı, müthiş bir iş gücü ve istihdamı yaratacağını iddia ediyor. İşin siyasi boyutu bir tarafa koyarsak siz ne düşünüyorsunuz bu konuda.
Atilla YEŞİLADA: Öncelikle işin vicdani boyutu nedeniyle emekli amirallere yapılan muameleyi kınamak zorundayım burada. Çevre boyutunu da bir kenara bırakalım hiçbir şekilde para kazandırmaz.
Basit bir şekilde anlatayım. Bu projenin maliyeti 30 milyar dolar civarında olacak
Panama ve Süveyş kanallarına baktığımızda bir geminin 120 ile 150 bin dolar arası geçiş ücreti ödemesi gerekiyor. Şu anda Montrö’ye göre boğazlardan geçerken sağlık, tetkik ve kılavuzluk hizmetlerini kapsayan 3 bin dolar civarında bir ücret ödeniyor. Niye o zaman Kanal İstanbul’dan geçsinler? Efendim beklemeyecekler deniyor. Bakarsanız boğazda trafik artmıyor aksine azalıyor çünkü gemiler büyüyor.
İkincisi Karadeniz’den bu tarafa akan kargo yük kargosudur yani emtia, hurda, demir çelik katma değeri çok düşük olan ve acelesi olmayan kargo bunlar. İlaç götürmüyorsunuz.
Rahmetli Ecevit de düşünmüştü bunu. Boğazı kurtaralım ben hiç gemi geçmesin isterim. Ama yüz tane kaptandan biri çabuk gideyim İstanbul kanalına, gider geri kalanı Kilyos açıklarında demir atar, balık tutar votka içer, boğazdan geçmeyi bekler. Bir gemi için 100 bin dolar kâr marjıdır. Bunlar büyük para kazanan gemiler değiller. Yasaklarım da diyemezsiniz. Montrö’nün tartışmasının Kanal İstanbul’la bağlantısı da buradan geliyor. Antlaşmadan çıkma niyeti de gemileri Kanal İstanbul’a zorlamak için. Başka türlü Kanal İstanbul’un karlı olmasına imkân yok. Kanal İstanbul’un maliyeti de bu proje ortaya çıktığından beri 75 milyar TL. Hiç dolara göre revize edilmedi. Proje ilk çıktığında dolar 3 TL idi, maliyeti 9,5 milyar dolar, şimdi hesaplayın artık. Tabii bu ham maliyeti, bunun üzerine faiz ve kredi maliyeti de eklenecek ve Türkiye bunu kendi parasıyla yapamayacağı için yap-işlet-devret modeliyle yapacaklar. Sizce herhangi bir şirket buna talip olur mu? O zaman bunu devlet garanti edecek. Geçiş garantisi verecek. Merak etmeyin, yine kimse bunu kabul etmez. Bir köprü yapımını üstlenen şirket beş yıl içinde devletten aldığı paralarla, parasını geri alacak. Ama Kanal İstanbul en iyi şartlarda senede 1 ile 4 milyar dolar gelir irat edecek, şirkete geri ödemesi 15-30 yıl süreceği için o dönemde Erdoğan başta kalmaz o nedenle Kanal İstanbul yapılamaz.
BU BİR ÇUKUR KAZMA PROJESİDİR
SORU: Gelecek nesillere borç kalacak, çocuklarımız ödeyecek yani bunu.
Atilla YEŞİLADA: Yok hayır, ödemezler. Meksika’da hükümet değişti ödemem demiş, el koymuş. Böyle bir şeyin olmasına imkân yok. Hazinenin kasasına baktım 50 milyar var, onların da yapacakları halleri yok.
Bu bir çukur kazma projesidir. Çukur kazılır, hafriyat atılır, Kemerburgaz’ın yollarından geçilmez olur ama ben kimsenin projeye talip olacağını düşünmüyorum. Çinliler talip olacak diyorlar, gülüyorum. Çinliler Uygurlar nedeniyle her an siyasi ve ekonomik ilişkileri kesebileceğimizi biliyorlar o yüzden bu işe talip olmalarını çok zor olarak görüyorum.
Ama yine tek adama geliyoruz. Bütün halkın liderinin inadıma yapacağım demesi kadar mantıksız bir şey, dese ki, hepinizi zengin edecek bir projeye imza attım gelin sizi ikna edeyim desin, canımı vereyim. İkna olurum veya olmam, yapılır ya da yapılmaz. Ama inat ettim yapacağım diyor. Bu bir şirkette, hastanede, bir hayır kurumunda da yapılmayacak bir şey. Bu liderlik değildir. Türkiye’nin sorunları buradan kaynaklanıyor.
Otoriter rejimlerin iyisi var kötüsü var. Putin dünyanın en zeki insanı iyiye kullanmıyor zekasını. Takdir etmiyorum, yanlış anlamayın. Ama çevresindeki bürokratlarına bakarsanız bunlar dünya çapında kariyer sahibi kişiler. Çin bürokrasisi beş bin yıldır dünyanın en kaliteli bürokrasisi. Bu insanlar yüz yıllık düşünüyorlar bazen kendi menfaatlerine zalim kararlarda alıyorlar, hepsinin arkasında bir akıl var. Toplumun geniş bir zümresine yardım etme ve refahını yükseltme aklı oluyor. Bizde öyle bir şey de yok.
Başkanın aldığı kararlar artık AK Parti seçmenine de yardımcı olmuyor. En basit örneğini vereyim size. Ticaret Bakanlığı her ay gururla yayınlıyor; Şu kadar bakkal, market, süpermarket bastık, şu kadar ceza verdik diye. Sizce bu yerlerin sahipleri AK Parti seçmeni midir yoksa örnek vereyim CHP seçmeni midir? Çoğunluğu AK parti seçmenidir. Küçük restoranların sahipleri arasında da TİP veya HDP seçmeni olduğunu zannetmiyorum. Siz kendi seçmeninize ayrıcalık yapabilirsiniz ama kendi seçmen kitlenizi beslemediğiniz anda o iktidar bitmiştir.
FED’İN BASTIĞI PARA MORFİNDİR
SORU: Ulusların, Merkez Bankalarının ne kadar para bastığı bilinebilir bir bilgi midir? Amerika’nın bastığı karşılığı var mıdır?
Atilla YEŞİLADA: Amerika’nın bastığı paranın karşılığı yok. Uçak gemileri ve herkesin merkez bankasına güvenmesi. Yani bir hokus pokus oyunu. Hiçbir paranın karşılığı yok. Nixon sistemi değiştirinceye kadar, 100 dolar alır, Ford Max’a götürür, onun karşılığında size ons altın verirdi. Şimdi Ford Max’a 100 dolar götürdüğünüzde, beş tane 20 dolar veriyorlar. Hiçbir karşılığı yok. Fiyat para dediğimiz sistem. Niye herkes doları kabul ediyor? Birincisi ABD’nin yaptırım gücü var. Ama daha önemlisi şu; Dünyada hükümetini hiç takmayan, enflasyonu düşük, paranın değeri yüksek tutmak için kendisine verilen misyonu uygulayan Amerikan Merkez Bankası var. Dolasıyla insanların Amerika dolarının, Trump gibilerin veya başka bir başkanın vereceği kaprisli kararlarla aniden bir gecede yüzde 10 değer kaybetmeyeceği ya da FED’in bir gecede 128 milyar doları harcamayacağını bilir. O yüzden Amerikan doları değerli, aksi halde hiçbir değeri yoktur. FED in bastığı para dünyayı kurtarır mı? Şöyle söyleyeyim; FED’in bastığı para çok acısı olan bir hasta için morfindir. Sorunları çözmez. FED gelişmekte olan bütün ülkelerde, demokrasi, kalkınma, eğitim yatırım eksikliğini çözmez. Ama ne yapar, onların da faizlerini indirmesini, halkın ucuz kredi bulup bir miktar daha yaşamasına yardımcı olur. Amerika’da faizler düştükçe oradan para çıkar (bize gelmiyor ama teoride gelmesi gerekir) daha yüksek faiz olan ülkelere gelir. Palyatiftir (geçici), tedavi edici değildir, hastalığı çözmez. Türkiye’ye gelince, Amerika parayı hangi şartlarda basar onu ifade edeyim. İki tane çok temel şartı var.
“BENİMLE RUSYA ARASINDA DANS ETMEKTEN VAZGEÇ”
Birincisi; benimle (ABD) Rusya arasında dans etmekten vazgeç. İkimizden biriyle nikah yap. Yalnız bu bir siyasi nikah, ekonomik değil. Basit bir örnekle anlatayım. Galatasaray-Fenerbahçe maçında Galatasaraylı bir oyuncunun Fenerbahçeli oyuncuya gol pası vermesi beklenmez. S-400 satın almak da budur. Fenerbahçeliler açısından budur. Bunu başka türlü görmek imkansızdır. Türkiye’nin söylediği bahaneleri karşı taraf anlamaz. Haklı veya haksız dolasıyla S-400’ler gidecek.
İkincisi; Kuzeydoğu Suriye’de Kürtlerle aramızda bir andante yapılacak. Türkiye ise orada PKK devleti kurulacak diye endişe ediyor. Bu da yanlış. Yanlış olduğunu şu örnekle anlatayım. Amerika Kuzey Irak’a yerleşti, PKK devleti kuracak dediler. Hatta hafızası kısa olanlar için anlatayım. Biz Kerkük’e bayrak çekeriz diyorduk. Barzani de, biz de Diyarbakır’a Kürt bayrağı çekeriz dedi. Sonra Talabani amca oldu. Barzani dayı oldu, birbirimize hindiler gönderdik. Suriye ile de çok rahatlıkla bu ilişki kurulabilir. Zaten Amerika’nın bu konuda direktifi çok açık, siz el sıkışın onların hamisi olun, ben bir daha PKK’yı kaybedeyim, bir daha adı duyulmasın. PKK’ya bir şey mi yapacaklar, tabii ki hayır sadece Öcalan bayrakları inecek, ama şu olacak Türkiye sınırları içinde bir daha PKK’yı duymayacağız. Bu halkın vereceği bir karar. Amerika bize para vermez. Ama Amerika’nın dünya bankaları ve fon yöneticilerine göz kırpması, buraya para yağmasına sebep olur. O da dediğim gibi palyatiftir. Bir ülser sorununuz varsa süt içmek, yoğurt yemek o sorunu çözmez ama acınızı azaltır.
SORU: Rennie almak gibi bir şey. Hafif gazımızı alacaklar.
Atilla YEŞİLADA: Çok güzel ifade ettiniz. Kendi sorunlarınızı ancak kendiniz çözebilirsiniz.
Z KUŞAĞI
SORU: Hangi yatırımlar Türk insanını feraha çıkartabilir? Türkiye ne üretmeli de, biraz olsun belini doğrultabilmeli? 24 milyon insanın sosyal yardım almasını nasıl azaltabiliriz? Sizce ne yapmalıydık/yapmalıyız?
Atilla YEŞİLADA: Çok güzel köprüler yaptınız ama üstünden ilkokul mezunları geçiyor. Böylece geçmişi kapatayım şimdi ileriye bakalım.
Bütün bunları söylemiş olmama rağmen hemen altı aylık gelecekten çok umutluyum. Bence Erdoğan bir ay içinde batıya teslim olacak. Çünkü ekonomi gidiyor elinin altından. Trump’ın bir tweetine teslim olan bir insan belli ki bir pragmatizm ya da ayakta kalma iç güdüsü var. Yok efendim sıkı yönetim ilan edilecekmiş, otoriter veya diktatörlük rejime gidilecekmiş, hadi canım sende. Bunlar beyaz Türklerin korkuları. Ben siyaseti köşe yazarlarından değil, anketlerden takip ediyorum. Y ve Z kuşağının davranış biçimleri hakkında onlarca araştırma var. Birincisi, apolitik değiller. Şu an ki siyasi yelpazeyi temsil etmediklerini düşünüyorlar. Ama şu kesin, kesinlikle AK Parti’ye oy vermeyecekler. Bu hale gelme nedenlerinde AK Parti’nin rolü olduğunu çok iyi biliyorlar. İkincisi çok daha toleranslılar. Sadece siyasi anlamda değil. LGBT, Alevi, Kürt ayrımına kadar. Biz onlar gibi değiliz ama onlarla yaşarız. Bir sorunumuz yok. İslam’ı da çok değişik yaşıyorlar. Aynen batılılar gibi yaşıyorlar. Dinin kendileriyle Tanrı arasında bir mesele olduğunu düşünüyorlar. Üçüncüsü çevreye ve iklim değişikliğine çok daha hassaslar. Ve bu konuda aksiyon alıyorlar.
SORU: Gençlerin işleri çok zor gibi. Yurt dışında ciddi masraflar yapmış kendini yetiştirmek için buraya gelip asgari ücretle mi çalışacağım diyen, kenarda duran hayata bakan insan görüyorum.
Atilla YEŞİLADA: Son derece haklısınız. Yalnız onlar değil. Aselsan bir araştırma yapmış, mühendislerin çoğu Hollanda’ya kaçıyordu. Bu insanlar siyasi havadan bunaldıkları için kaçıyorlar. Temel mesele işsizlik değil, onun da etkisi var elbette ama bunaldı insanlar, nefes alamıyorlar. Şu anda çok ilginç bir sorun yaşıyoruz işsizlik üniversite mezunlarının sorunu olmaya başladı. Türkiye’de üretimin katma değeri gittikçe düşünüyor. Artık sanayinin turizmin, finansın lise mezununa ihtiyacı var. Yerleri silecek, gişede oturacak. Bu yönetim değiştiğinde şu olacak, ülkeye kaliteli sermaye gelecek. Sıcak parayı kastetmiyorum. Örnek veriyorum; Microsoft, Pfizer gelecek. Nasıl mı? Tek bir şey yeterli. Yargı bağımsızlığı. Ne alakası var diyeceksiniz. Adalet sadece Osman Kavala, Selahattin Demirtaş’a lazım değil, adalet ticari ve fikri mülkiyet davalarında lazım. Bu geldiği zaman o gençlerin de hepsi geri dönecek. O şirketlerin çalıştıracak İngilizce, Almanca bilen mühendise ihtiyacı olacak. Türkiye’nin yaraları kolay kapanır demiyorum. Şunu iddia edebilirim; bürokrasi ve devlet kademeleri içinde partizanlığın iki boyutu var. Birincisi hakikaten samimi olarak belirli bir ideolojiye inanlar ve asla değişmeyecek olanlar ikincisi ise, sırf işini elinde tutmak veya işinde yükselmek için o ideolojiye inanıyormuş gibi yapanlar. Hükümet değiştiğinde bu insanların değişeceğini göreceksiniz. Geçmişte de bu hep böyle oldu. Konuştuğumuz anlamda Türkiye’yi zenginleştirmek yani yargı bağımsızlığı, ticari ve finansal davalar olarak algılarsak konunun ideolojik bir boyutu da yok. Burada bir tek saraydan telefon gelmemesi sorunları çözüyor. Karışmayın bitsin sorun.
ÖTEKİ YOLLARIN HEPSİ ÇIKMAZ SOKAK
SORU: Öngörülebilir bir ülke olarak görülmüyoruz, diyorsunuz…
Atilla YEŞİLADA: Zaten öngörülemezliği yaratan kişinin olmadığı bir ortamı kastediyorum. Güçlü parlamenter sistemden başka çaresi kalmadı. Ben son derece rahatım bu konularda. Öteki yolların hepsi çıkmaz sokak ve öteki yolların hepsi Sayın Erdoğan’ın iktidarı kaybetmesinden geçiyor. Bu yola saparsa belki iktidarını paylaşarak bir süre daha koruyabilir. Ötekilerinin hepsinin sonunda seçimle ağır bir yenilgiye uğraması var.
MUHALEFETTE STOCKHOLM SENDROMU VAR
Bir de ben bir şeye çok kızıyorum müsaadenizle onu da söyleyeyim. Türkiye’de muhalefet içinde çok büyük bir Stockholm Sendromu var. Bugün CHP’yi ve diğer muhalefet partilerini içinden oyan AK Partili yazarlar değildir, işte Sözcü gibi şurada burada yazanlardır. Bir okuyorsunuz, AK Parti kaybedeceği seçime girmez. Gözümüzün önünde 2015 ve belediye seçimleri var. İşte Ak Parti, seçimden önce bütün muhalefet liderlerini tevkif edecek. Buyursun hadi etsin. Ekrem İmamoğlu hakkında üç tane dava açıldı hepsi düştü, Ayasofya imamını bile tutamadı yerinde. Efendim işte seçimleri iptal edecek.
Şimdi şunu söylemek istiyorum ve çok açık konuşacağım bu konuda. Eğer bir liderin onaylanma oranı 60-70 ise devlet bütün gücüyle muhalefete karşı o lideri savunur, gerekirse devletin şiddetini de kullanır. Ama o lideri artık kendi partisi bile tutmuyorsa ki, oy oranlarından bunları görüyoruz, o lider çıkın meydanlara insanları durdurun, seçimleri iptal edin dediğinde gülerler adama. Türkiye’nin polisi, askeri, yargıcı salak değil. Onlar halkla olan ilişkilerini, itibarını yitirmiş bir insan veya bir kurum adına feda etmezler. O yüzden hakikaten bazı insanların kendi korkaklıklarını var ya kabuslarını topluma yansıtarak, bizi sindirmeye çalışıyorlar diyorlar ya; işte bu çabanın yarısı da bu kendini muhalif sanan korkaklardan geliyor. İnanın ben onlara daha çok kızıyorum.
KILIÇDAROĞLU VE AKŞENER ÇOK GENÇ BİR KOALİSYON ÖRGÜTLEDİLER
SORU: Sizin böyle bir görüşünüz var mı? Karşısında bir muhalefet varmış gibi duruyor mu?
Atilla YEŞİLADA: En güzeli budur. Muhteşem bir şey yaptılar. Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener çok genç bir koalisyon örgütlediler. Size bir şey soracağım, Ak Parti iktidara geldiğinde bakanlar kurulunu hatırlıyor musunuz? Kaç tane AK Parti milletvekili vardı? Yarı yarıya idi. Geri kalan CHP, ANAP ve DYP idi. Koalisyondu ve iktidara böyle yürüdü, bence çok büyük bir başarı elde ettiler. Ben muhalefetin eksiklerini inkâr etmiyorum. Ama bu tartışılması gereken bir şey değil, AK Parti’nin yaptıklarının karşısında. Ak Parti ile MHP parti değil. Bunlar birer ordu. Eğer bir Genel kongrede 1082 oyun 1081 bir adaya çıkıyorsa biri de iptal ediliyorsa o bir parti değildir. Gerçek partilerde Almanya, Amerika, İngiltere’de sürekli olarak birileri kavga eder ve istifa eder, çünkü parti içi demokrasi yoksa zaten ülkede de olmaz. Diğer bir konu bu, sadece benim araştırmam değil, uluslararası örgütlerin araştırmalarda da var, basında Erdoğan’a verilen zaman 75 dakika örnek veriyorum, Meral Akşener’e sıfır dakika, Demirtaş hapiste. Şimdi bir de sosyal medyayı kontrol altına almaya çalışıyorlar. Çok açık konuşalım. Kim gidip CHP’nin web sitesini takip eder. Ayrıca takip edilecek hali yok yüzde 90 çöküyor :) Ama şimdi Kılıçdaroğlu’nun dün salgın sorunun çözümü için yaptığı açıklamayı (sizi kastetmiyorum) kaç kişi biliyor. Diyor ki; 28 gün kapatın, devlet herkes cebine ailenin kadın reisin cebine 2500 TL koysun, para var hazinede 50 milyar lira var. Muhalefetin yaptıklarını duyurmamak ve muhalefeti hiçbir işe yaramayan iktidarsız insanlar grubu olarak hem batıda hem Türkiye’de göstermek, AK Parti’nin en büyük propaganda başarılarından biridir.
SEÇİMLERİ MUHALEFET KAZANMAYACAK, AK PARTİ KAYBEDECEK
SORU: Muhalefetin de iktidarın değirmenine su taşıdığı eleştirileri var.
Atilla YEŞİLADA: Yok değil inanın bana bu şartlar altında değil. Benden sonra gidin Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı ile bir röportaj yapın. Belediye Başkanın zamanının yüzde 90’ müfettişler ve davalarla uğraşmakla geçiyor. Ekrem İmamoğlu’na yapılanları biliyorsunuz. Karşınızda bir düşman düşünün, bir telefonuyla müteahhitlerden 100 tane otobüs kaldırıyor, 10 milyonluk erzak paketini seçmeninin cebine indiriyor. Bir de açtığı davalarla partinin bütün kaynaklarını tüketiyor. Bu davalarla amacı o. Partinin içinde tek bir fon bırakmamak. Bundan daha iyi mücadele nasıl yapılır, kusura bakmayın ben bilemiyorum. Objektif görüşüm olarak söylüyorum. CHP’nin ekonomik duruşlarının pek çok yanlışını da söylerim. Mesele dünyanın en iyi muhalefet partisi gelse bundan daha iyi sonuç elde edemeyecek. Şartların olgunlaşması gerekiyordu. Ben bunun 20 senedir söylüyorum yazılarımda da var. Seçimleri muhalefet kazanmayacak, AK Parti kaybedecek. O duruma da geldiler, kaybediyorlar. 2018 seçimlerinden beri yüzde 46’lardan yüzde 30’lara indiler.
GELECEK DİJİTAL PARALARA AİT
SORU: Crypto currencies, Bitcoin meselesi tüm bu kripto paralar, doları ezer geçer mi? Dolar diye bir şey kalır mı yakın gelecekte?
Atilla YEŞİLADA: Gelecek dijital paralara ait. Ona hiç şüphe yok. Cepte banknot taşımak veya doların bütünlüğe hâkim olması çok ciddi dezavantajları var. Ekonomik teoriden biliyoruz, tek bir para birimi insanları zenginleştiriyor. Bu yüzden de Avrupa tek bir para birimine geçti. Pek çok para birimi olduğu zaman ticarette bir friksiyon yaratıyor ve friksiyon olduğu zamanda enerji kaybedersiniz. Dolaysıyla bir noktada bir dijital paraya geçeceğiz. Yalnız iki tane sorun var.
Birincisi, şu anda binlerce dijital para, varlık birbiriyle rekabet ediyor. İlk önce bunların elenmesi ve halkın bu alışverişi benimsemesi gerekir. İkincisi merkez bankaları ve dünya çapında benimsenen bir merkezi otorite tarafından denetlenmeyen bir para birimi olamaz. Merkez bankalarının korkuları da bu. Bir şekilde denetlenebilir, şeffaf olmalı. Kripto paralar şu an da yatırım aracı olarak görünüyor. İnsanlar onu alarak fiyatının artmasından zengin olacağını düşünüyor. O yüzden de bir para birimi olamıyor. Bir para biriminin değerinin değişmemesini istersiniz. Şöyle düşünün; bir gün bakkala gidiyorsunuz ekmek 1 TL ertesi gün gidiyorsunuz 25 kuruş, o ne güzel diyorsunuz. Sonra bir daha gidiyorsunuz 5 TL olmuş. Kripto parayla bir şey almaya kalktığınızda durum böyle. O yüzden kripto paranın zamanla tek düze bir değere erişmesi gerekecek. Yatırım alanından çekilip, onun yerine alışverişlerde kredi kartı gibi piyasaya gelip, o amaçla kullanılması lazım ki, dolar veya diğer para birimlerinin ortadan kaybolması gerek. Kastedilen bir de kripto varlıklar var, bunların üzerine menkul kıymet üretebilirsiniz. Onların değeri, artıp çıkabilir ama onlar bambaşka bir şey. Bu durum karıştırılıyor birbirine. Bitcoin, bir kripto paradır. Dolar bir para birimidir. Amerikan tabiriyle; dolar cinsinden ihraç edilmiş bir menkul kıymettir. Aynı fark burada da var. Kripto varlık var bir de kripto paranın kendisi var. Kripto varlıklarda fiyatlar devamlı oynar gider. Amerikan doları da dünyanın her yerinde, bizde de sürekli oynar. Aslında çok güzel söylüyorsunuz. Dolar Türkiye’de yatırım aracı olarak görüldüğü için sürekli değeri oynuyor.