Ahmet Önel: Kendi kerpiç duvarlarını aşamayan, kırlangıç kanadına takılıp yine kendini bir yerden bir yere taşıyamayan “tutuk insandan” ne özüne, ne de başkasına bir hayır gelir.
Ege, geldiğiniz anda içinizdeki o köhne taşralı duvarları yıkmakla başlamanızı önerecektir hayata! Bunu beceremeyen zaten yeniktir; güdüktür ve hakikatten mite asla geçiş gerçekleştiremez.
Özgür Zeybek: Coğrafya kaderdir derler. Bu anlamda siz Ege ile bağınızı nasıl değerlendirirsiniz?
Ahmet Önel: Ege ile bağımı kader üzerinden değil, akılcılık üzerinden değerlendirmekten yanayım. Kader değil karar diyelim ya da! Bu konuda yalnız olmadığımın da farkındayım. Hayatı daha anlamlı, üretken ve hazlar üstüne kurmak adına verilmiş yarı radikal bir karardan ibarettir Ege’ye doğru yön çevirmenin özünde yatan gerekçe. Mitolojinin hakikate yandaşlık yaptığı bu coğrafyaya, içinde şiir gezdiren bir insanın kayıtsız kalması olanaksızdır sonuç olarak.
Özgür Zeybek: Ege’nin kekik kokusu, nahifliği, içtenliği, hoş sohbet oluşu, biraz boş vermişliği sadece Ege insanına değil buraya sonradan yerleşenlere de bir zaman sonra sirayet eder. Böylesi bir yerde yaşamak insana ve sonrasında bir sanatçıya ne katar?
Ahmet Önel: Karşılıklı bir alışveriş esastır burada. Ege’ye yerleşen Egeli için değil, Ege’nin denizi toprağı için göç etmiştir bölgeye. Elbette yanı sıra tüm biriktirdikleriyle! Yeşille, doğayla, gökyüzüyle, denizle denge tutturulduktan sonra yöre insanına dönecektir rota. Hayatın aslı insan ilişkilerinde gizlenir çünkü. Sıcak sohbetler, şakacı takılmalar bir yerden sonra yerini kültürel bir alışverişe de bırakır. Dil zenginleşir, imge güçlenir, ifadeler bilenir ve doğurganlık artar. Yöresel bir otun pişim tarifinden tutun da, balığın tüketim örneklemesine değin pek çok haz unsuru, özellikle dışarıdan gelenler için başlı başına bir nimettir! Egeliler de hayatlarındaki bu yeni ortaklarından elbette yararlanacaklardır. Özellikle bu günün ortak insan profilinde kolaylıkla izlenebilirliği olan bir durumdur bu. Yabancı az çok Egeli olmayı bilmiş, ama bunun yanında yöredeki insanı da “dünyalı” kılacak hoş bir alışverişe de vesile olmuştur.
Özgür Zeybek: Ege’nin nahifliği şehirlerinden çok köylerinde kasabalarında yaşanır.
Şehirlerde hayat hızlı akar ve durup dinlenecek birbirini dinleyecek vakti yoktur insanın. Gülten Akın’ın da dediği gibi “ ah kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya”
Fakat köylerinde kasabalarında yemekler pişer, mutfakları otlarla, peynirlerle süslüdür.
Şehirlerinde hoş sohbet insanlarını, biraz boş vermişliği görürsünüz ama o kekik kokusu içtenlik ve nahiflik tam da buralara aittir.
Ege’nin kasabaları her zaman ilgi çekmiştir. Yerleşme orada olma, orada yaşama isteği uyandırmıştır. Siz Ege’nin köylerini kasabalarını gezdiniz mi? Hiç unutamadığınız, “işte burası” dediğiniz dönmek istemediğiniz bir yeri oldu mu?
Ahmet Önel: Biz dışarıdan gelenler için Ege elbette büyük şehir değildir. Kasabalar, o kasabalara yakın köyler; sizin tabirinizle nahif yaşamlar daha bir çekici ve özlenen modellerdir. Ben, kendi adıma, köy tanımında bir “yoksunluk” hissederim! Yani yaşadığım yörede, en azından bir aydın olarak gereksinimlerimi karşılayacak bir altyapının olması zorunluluğu diyelim. Köy, örneğin aylık dergilerin, dahası belki günlük gazetelerin bile kolay ulaşamayacağı yerleşim yerleri olabilir. Günümüzde bu tanım da hızla değişiyor elbette ama bu genelleme zihnimize kazınmış bir kere. Orta büyüklükte bir balıkçı kasabası gazete büfesiyle, sorunsuz net bağlama ayrıcalığıyla, ortak dil geliştirebileceğin benzerlerinle kolay rastlaşabileceğine dair taşıdığı umutla, _hadi buna kurulacak o güzelim ve pervasız içki masalarının özgürlüğünü de katalım_ daha bir tercihe şayan, sanırım. Biraz da rastlantı sonucu gelip yerleştiğimiz Eski Foça, tüm bu arayışlara karşılık gelen bir yöre olduğu için kendimi çok şanslı görüyorum açıkçası. Ömrümün kalan zamanını, Foça dışına çıkmadan, bir başka yeri özlemeden de geçirebilirim bundan böyle; öyle de oluyor zaten. Bulutların, dalga seslerinin, deniz kokusunun ve kırlangıç kanatlarının yol göstericiliğinde yaşadığınız coğrafyayı alabildiğine büyütmeniz sizin imgelem dünyanızın olanakları çerçevesinde koca bir “yeni dünya” sunuyor çünkü.
Özgür Zeybek: Ege'nin bu taşra kasabalarında olmak, taşralı olmak bir sanatçıyı nasıl etkiler. Ege sizce taşra mıdır? Taşralı olmak nedir bir sanatçı için ya da sanatçının taşrası neresidir?
Ahmet Önel: Sıkı bir soru! Uzun bir yanıta gereksinim duyuruyor ama kısa tutacağım. Taşra kasabaları derken, Egenin taşra kasabası kavramını genellemenin dışında tutmakta yarar var. Yukarıda kullandığım bir tanımı yineleyeceğim bu yüzden. Ege’deki herhangi bir yerleşim yeri bile mitlerle hakikati harman eden bir merkez. Taşralı tanımındaki kapalılık, yetersizlik söz konusu değil bu yüzden. Dediğim gibi, bu bölgeyi _yerleştiğiniz bölgeyi_ alabildiğine büyütmek sizle başlayan bir süreç. Kimi zaman daha küçük, daha boyutsuz bir coğrafya tanımınız da olabilir; duygunuzla ilintili bir durumdur ve dükkanınızın! kepenklerini indirip alanınızı küçültebilirsiniz de. Nasıl ki, içinizin içinize sığmadığı zaman dilimlerinde yine şu söz konusu alanı olabildiğince büyütmek isteyebileceğiniz gibi. Ege, sanatçı duyarlılığı taşıyan kişiye böyle bir olanak tanıdığı için “taşralılık” kavramının esamesini bile barındırmıyor bu yüzden. İçimizde taşralılık varsa ve yöreye bu menhus! duygu ile gelmişsek zaten, ne yaparsak yapalım kurtulamayız bu görünmez prangalardan. Sanatçının taşrası da böyle bir şey zaten… Kendi kerpiç duvarlarını aşamayan, kırlangıç kanadına takılıp yine kendini bir yerden bir yere taşıyamayan “tutuk insandan” ne özüne, ne de başkasına bir hayır gelir. Ege taşrası, geldiğiniz anda içinizdeki o köhne taşralı duvarları yıkmakla başlamanızı önerecektir hayata! Bunu beceremeyen zaten yeniktir; güdüktür ve hakikatten mite asla geçiş gerçekleştiremez.
Özgür Zeybek: Coğrafyaları denizle birlikte andığımızda akla ilk gelen kanıksanmış ya da bir bütün olmuş anlamlar çağrışır. Örneğin Marmara ve Deniz, izlemektir, keyiftir. Karadeniz hırçındır. Akdeniz tatildir, yüzmek, güneşlenmektir. Oysa Ege açılmaktır denize… Yelkendir, pupadır. Sizce de böyle mi? Hiç Ege’ den açıldınız mı denize…
Ahmet Önel: Dostlarımla gerçekleştirdiğim şakalı sohbetlerde, deniz kıyısında olmanın bana yeterli geldiğini belirtirim her seferinde. Denize girmekle, yüzmekle, hele hele açılmakla hiç işim olmaz. Denizden müthiş korkarım. Rüyamda açık çeşme görsem bağırarak uyanabilirim yani… Su fobisi gibi bir şey belki de. Ama kıyıda olmak, denizi hemen yanında, dostun, sırdaşın, gönüldaşın, en önemlisi de esin kaynağın olarak duyumsamak büyük ve vazgeçilmez bir lükstür kanımca. Hele o kıyıda yanınızda sevdiğiniz, değer verdiğiniz dostlarınız varsa, elinizin altında örneğin bir Ritsos ya da Kavafis kitapçığı bulunuyorsa _eh, bir kadehçik beyazdan da azade kılacak değilsiniz ya kendinizi_ başka ne isteyebilirsiniz ki! Olgunluk , tüm bu ayrıcalıkların farkındalığı ile açıklanabilir zaten. Güzellikler seçimlerle at başı gider. En hakiki insan ne istediğini bilen insandır ve bu konuda yol almış birine yalnızca saygı duyulmalıdır. Ege’de denizlere açılmadım sonuç olarak, açılmayı da düşünmem! Kavramı yinelemek gibi olacak ama “denizlere açılmış ola düşüncesi” kendi adıma büyük bir serüven ve başlangıç olmuştur her zaman!
Özgür Zeybek: Edith Hamilton Mitologya adlı kitabında şöyle der “Aigeus günlerdir geminin yolunu gözetliyordu. Uzakta beliren kara yelkenleri görünce oğlunun öldüğünü sanıp kendini denize attı. O sulara da Aigae (Ege) Denizi adı verildi. Theseus böylece Atina kralı oldu. Akıllı bir insandı; öyle krallıkta falan hevesi yoktu. Halkı toplayarak kendisinin kral olmak istemediğini söyledi. "Ben yalnız Başkomutan olarak kalmak istiyorum." dedi. "Siz kendi kendinizi yönetirsiniz. Kimi başa geçirmek istiyorsanız kendi oylarınızla seçersiniz."
Ege’nin demokrasinin beşiği olduğu söylencesi eskidir. Peki gerçekten öyle midir?
Diğer bölgelerle kıyaslandığında, görece olarak insanların daha rahat nefes alabildiği, farklılıklarını daha rahat yaşayabildikleri, çok renkliliğin ve sesliliğin olduğu bu coğrafyanın öncesini, bugününü ve sonrasını nasıl değerlendirirsiniz?
Ahmet Önel: Ne istediğini bilen, dahası uygar olma tanımıyla buluşmuş bir insan profilinden söz ediyorum aşağı yukarı. Bu insanın tıpkı doğanın kendi iç dünyasında olduğu gibi, sosyal konumunda da demokrasiye açık bir yan bulundurmaması olanaklı mı sence de? Yasemin kokusu, kırlangıç kanadı, denizin serinliği ve zeytinin acı yeşili çok sesliliğin basit bir tarifidir çünkü. Şiir diyoruz, şarkı diyoruz, aşk ve mey diyoruz; bütün bunların güzel sonuçları fikirde doğurganlık ve bunun türlü adresleriyle sınırlı değil mi? Duygudaki yolculuğun temel yakıtı özgürlüktür; tanımını hafif esintiden alır çünkü. Düşüncenin bu toprakla bir hal hamur olmuşluğu yok mudur? Bütün şu mitolojilerde anlatılanlar iyi kötü yaşanmış halkların hikayeleridir ve bedelleri ölümlerle ödenmiştir. Bu müthiş mirası gönendirecek tek yaklaşım yine özgürlük, yine demokrasi ve verimli yaşama olanak tanıyan kurallar bütünü ile mümkün olabilir. Çok renkliliğin, çok sesliliğin adeta bir bayrağa dönüşüp meltemde salındığı bu topraklar için, öncelikle uzun bir gelecek görmeye çalışıyorum. Daha nice insan kardeşlerimiz akın edecek bu bölgeye; insanca yaşayacaklar; bölgenin kültüründen, öğretisinden ve inceliğinden feyz alacaklar. Şiirler okuyacak, yeni dizeler armağan edecekler insanlık mirasına. Ege, dünyanın en kadim bölgelerinden biri olarak, yine insanlığın en uzun ömürlü coğrafi bölgelerinden biri olacak. Çünkü demokrasi yaşatır; dahası güzel yaşatır!
Özgür Zeybek: “Önü sıra sürüklediği kurşuni bulutlarla ufuktaki dağları silerek Ege Denizi'ne ağlamaklı bir şubat akşamı iniyordu”. Diyor. Kemal Tahir.
Özdemir İnce ise, “Ege, ey ölümsüz çıplaklığın efsunlu denizi, / kendimi bir ağustos aynasında aradığım deniz! / Ne mutlu seni ölmeden gezen insana !” dizeleri ile anıyor Ege’yi.
Ege biraz hüzündür, biraz mutluluk. Biraz nostaljidir, biraz yenilik. Ege biraz şarabidir biraz harabi. Ben her mevsim ayrı anlamlar taşıdığına inananlardanım.
Siz hangi Ege'de yaşayıp üretiyorsunuz?
Güneşi ve ılıman iklimli ile elleri suya değen Ege'de mi; ayazın dondurup ve fırtınanın dağıttığı, dağlarından kekik kokularının yayıldığı alnı yeşile değen Ege'de mi?
Sizin Ege'niz nasıl ve neresi?
Ahmet Önel: Benim Egem, öncelikle içimdeki kimliği, kişiliği ve yaratıcı yanı alabildiğine özgürce ortaya çıkaran bir Ege. Evet suya dokunan elimle, rüzgarını yelkenine dolduran şu ufuktan geçen yelkenliyle, şekilden şekle girip sözcüksüz gökyüzü dizeleri yazan bulutlarıyla, alabildiğine ısıtan güneşi ve koyu mavi deniziyle Ege, bu tanımlar çerçevesinde benim Egemdir! Bakmayın “benim Egem” diye tanımladığıma. Onun tam, yararlı ve üretken bir kimliğe dönüşmesi için başka insanlar, başka gülücükler, çocuklar, aşklar ve kokularla da tamamlanması gerekiyor. Bir şiiri nasıl özetleyemezseniz bu duygulara da gem vurmadan, alabildiğine yaşamayı denemelisiniz. Sonuçları size zenginlik olarak dönecektir! Hani hiçbir cüzdana sığmayacak türden bir zenginlik olarak…
Özgür Zeybek: Sanat ve estetik bir tanımlamayla sınırlandırılabilecek türden bir etkinlik ya da düşünce biçimi değil, aksine sürekli bir tanıma ve tanımlama arayışıdır. Üstelik her tanımlama öznel bir anlam yüklüdür. Bir yanıyla da tarihsel ve toplumsal koşullarla ilintilidir. Bu bağlamda siz Ege’yi, özetle, nasıl tanımlarsınız? Ege’yi en iyi ne tanımlar?
Ahmet Önel: Bu soruyu, yine Ege ile ilgili yazdığım bir şiirimin son iki dizesiyle yanıtlayayım.
“Egemen dil
Ege mendil…”
Egemen dil dediğim, tüm şu anlatmaya çalıştığım, uzlaştığımızı düşündüğüm kadim kültürün bileşkesi sanki. Hani toprak kasede binlerce yıldan sonra kemikleşmiş şarabın tortusu gibi. İçine bir parça su koyup yeniden kıvama getirmeden önce, yani tüm bu işlem sırasında aklınızdan yine o mayinin tarihi ve öyküsü geçecektir mutlaka. Binlerce sayfada belki anlatılacak bir bilgi, kültür ve öyküler bütünüdür bütün bunlar. O an yalnızca duyumsamakla yetinirsiniz! Egemen dil, geçmişten geleceğe, belki de hiçbir sözcüğe gereksinim duymadan, evet duygu frekansında size kendisini anlatmaya devam edecektir. Bu egemen dil, günümüzde ise binlerce nakış barındıran hoş bir mendile dönüşüp yanımız sıra geziniyor sanki. Dağı taşı kaplayan dağ çiçekleriyle, kekik kokusuyla, turkuaz denizle, bulutlarla, kuşlarla dolu bu mendili görmemek için ne olmak gerekiyor sizce de?
Ahmet Önel kimdir?
20 Aralık 1952 günü Görele doğumlu Ahmet Metin Önel, ilk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Ekonomi – Maliye Bölümü’nden 1975 yılında mezun oldu. Aynı yıl kurulan Ankara Çocuk Tiyatrosu’nda kurucu ve sanatçı olarak görev aldı. Daha sonra, 1980-1987 yılları arasında, reklam yazarlığı, radyo televizyon yazarlığı gibi işlerde çalıştı. İlk mizah öyküsü Akbaba dergisinde yayımlandı.
Halen İzmir’in Foça ilçesinde yaşayan yazar, hikaye, roman, şiir, oyun yanı sıra radyo ve televizyon için program metinleri yazmaktadır.
Eserlerinde; kısa öykülerle gündelik sıkıntılara, sıradan yaşamlara ve özellikle kadın-erkek ilişkilerine mercek tutmaktadır. Mizah hikâyelerinde gülerken düşündüren, gerçek hayatta herkesin yaşayabileceği türden konuları işlemektedir.
Eserleri;
Matinede Mükremin Cem / İstanbul1984 Hikâye
Küçük Bir Cinayet Girişimi Cem / İstanbul1987 Hikâye
İkinci Yaşamın Günlüğü Cem / İstanbul1987 Hikâye
Erteleme Kültür Bakanlığı / Ankara1998 Tiyatro
Sürpriz Konuklar Öteki / Ankara1998 Hikâye
Kimse Kimseyi Kesmiyor Gendaş Kültür / İstanbul2000 Hikâye
Alabalık Üçlüsü Gendaş Kültür / İstanbul2001 Hikâye
Sesin Kabuğu Adam / İstanbul2004 Roman
Aynı Düşün İçinde Varlık / İstanbul2004 Hikâye
Kıpırtı Gri / İstanbul2006 Roman
Sabun Adam Şenocak / İzmir2008 Hikâye
Şarkıyla Sallanan Salıncak Say / İstanbul2008 Hikâye
Küskün Koca Ağaç Say / İstanbul2008 Masal
Beneksiz Mantar Say / İstanbul2008 Masal
Dikkat! Maymun Çıkabilir Tudem / Izmır2009 Hikâye
Çipilip ; Üç Şekerli Oyun Tudem / Izmır2009 Tiyatro
Çağrışımlar Kavis Kitap / İstanbul2011 Deneme
Tavşan Adası'nın Sihirbazı Tudem / Izmır2010 Hikâye
Düş Hırsızının Çırağı : Elma / Ankara2012 Roman
Günle Yarışan Yarışçı Elma Çocuk / Ankara2013 Roman
Sevgili Günlük Öykü Anlatıyor Elma / Ankara2014 Hikâye
Çıplak Zebra Elma / Ankara2014 Roman
Hezarfen : Uçmak Özgürlüktür Elma Çocuk / Ankara2015 Hikâye
Ezgimizi Kim Çaldı? Elma Çocuk / Ankara2015 Roman
Sahi mi Susam Elma Çocuk / Ankara2016 Hikâye
Eğik Zaman NotaBena / İstanbul2016 Hikâye
Oto/kopi Ve / İstanbul2016 Roman
Mey ve Meyve Komşu / İstanbul2017 Şiir
Beybabadan Masallar Elma Çocuk / Ankara2017 Roman
Ödülleri
1987 Sabahattin Ali Öykü Ödülü
1988 Salihli Belediyesi Oyun Yazma Yarışması Büyük Ödülü
1988 Milliyet Gazetesi Yazın Ödülü
1989 Nasreddin Hoca Gülmece Öykü Ödülü
1998 Haldun Taner Öykü Yarışması İkincilik Ödülü
2000 Kültür Bakanlığı Oyun Yazma Yarışması Ödülü
2005 Tudem Çocuk Oyunu Yazma Yarışması Büyük Ödülü
2008 Tudem Çocuk Güldürü Öyküleri Yazma Yarışması Büyük Ödülü
2010 Behçet Necatigil Radyo Oyunu Ödülü