Özgür Zeybek: Coğrafya kaderdir derler. Bu anlamda siz Ege ile bağınızı nasıl değerlendirirsiniz?
Polat Özlüoğlu: Ege’den hiç ayrılmayan biri olarak çok kuvvetli bir bağ var aramızda. Üniversiteyi bile İzmir’de okuduğum düşünülecek olursa Ege ile ilişkim epey yoğun. Bu toprakların kokusu, havası, suyu, denizi, tuzu çoğumuz gibi içime işlemiş. Başka bir bölgede, şehirde yaşayabileceğimi sanmıyorum.
Özgür Zeybek: Ege’nin kekik kokusu, nahifliği, içtenliği, hoş sohbet oluşu, biraz boş vermişliği sadece Ege insanına değil buraya sonradan yerleşenlere de bir zaman sonra sirayet eder. Böylesi bir yerde yaşamak insana ve sonrasında bir sanatçıya ne katar?
Polat Özlüoğlu: Aslında günümüz koşulları, son yıllarda yaşadığımız şeyler düşünülünce bu saydığın hoşluklar, güzellikler daha az hissedilir oldu Ege’de bile. Ama evet katılıyorum sana, bu topraklarda yaşamak daha telaşsız, daha yoğun, daha içten ve katıksız yapıyor insanları. Boş vermişlik değil ama bir güzellik katıyor insana, bir hafiflik. Şu körfezin tuzunu, yosununu, kokusunu içine çekmek iyi geliyor. Mavinin, yeşilin içinde kaybolmak büyük bir nimet. Keşke koruyabilsek. Sanatla uğraşan birine sonsuz bir ilham kaynağı sağlıyor desem yeridir. Her köşe başında, her sokağında, her kıyısı, her dağında, bahçesinde, taşında hem tarihin izleri hem de doğanın eşsiz güzelliği var. Asırlardır bu topraklardan nice filozoflar, bilim insanları, şairler, sanatçılar, heykeltıraşlar, mimarlar yetişmiş olduğunu göz önüne alırsak elbette hepimize çok güçlü bir tarih bilincini ve estetik hazzı zerk ediyor.
Özgür Zeybek: Ege’nin nahifliği şehirlerinden çok köylerinde kasabalarında yaşanır.
Şehirlerde hayat hızlı akar ve durup dinlenecek birbirini dinleyecek vakti yoktur insanın. Gülten Akın’ın da dediği gibi “ ah kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya”
Fakat köylerinde kasabalarında yemekler pişer, mutfakları otlarla, peynirlerle süslüdür.
Şehirlerinde hoş sohbet insanlarını, biraz boş vermişliği görürsünüz ama o kekik kokusu içtenlik ve nahiflik tam da buralara aittir.
Ege’nin kasabaları her zaman ilgi çekmiştir. Yerleşme orada olma, orada yaşama isteği uyandırmıştır. Siz Ege’nin köylerini kasabalarını gezdiniz mi? Hiç unutamadığınız, “işte burası” dediğiniz dönmek istemediğiniz bir yeri oldu mu?
Polat Özlüoğlu: Ege topraklarında büyümüş biri olarak çocukluğumun yaz tatilleri hep Seferihisar’da geçti. Dedem ve anneannemin evleri, işleri oradaydı. Kayısı, mandalina, portakal, kiraz ağaçlarının, domates, biber, patlıcan tarlalarının, tavukların, hindilerin arasında geçerdi hep yaz tatillerim. İple çekerdim okulların kapanmasını. Üç ay boyunca süren bir macera, eğlence ve keyif haliydi benim için. Bir de çocuksun, kaygın, tasan yok, peşinde koşan yok. Bir tarafın yeşillik, bir tarafın deniz, gez toz, dolaş hava kararana kadar sokaklarda, otların, hayvanların arasındasın, doğayla iç içesin, dalından koparıp yiyorsun meyveleri, eşsiz bir deneyimdi. Orada tattığım domatesin, kayısının tadını bir daha hiçbir yerde alamamışımdır. Tabii her güzel şey gibi bu rüyada yazlardan bir gün nihayete erdi. Dedemi kaybettik bir yaz. Çocukluğumun en hazin yazıydı. İlk defa ölümle tanıştığım yazdı. Bir daha Seferihisar’a gidemedim uzun süre. Ama en çok yaşamak istediğim yerdir oraları.
Özgür Zeybek: Ege'nin bu taşra kasabalarında olmak, taşralı olmak bir sanatçıyı nasıl etkiler.
Ege sizce taşra mıdır? Taşralı olmak nedir bir sanatçı için ya da sanatçının taşrası neresidir?
Polat Özlüoğlu: Ege benim için taşra değildir. Benim doğduğum, büyüdüğüm ve öleceğim topraktır. Her sanatçının taşrası kendi içinde saklıdır. Hiç dönemediği ya da bırakıp gidemediği yerler vardır hepimizin. Biz şanslıyız, içimizdeki uzakları, taşrayı keşfedecek kelimeleri, cümleleri bir araya getirip insanlarla paylaşabiliyoruz.
Lakin Ege özellikle başkaları için, İstanbul için taşradır. Evet bir anlamda sanat ve kültür merkezi olmaktan uzak olduğu için taşradır. Bir anlamda neredeyse yayın dünyasının çoğunluğu orada olduğu için taşradır. Ama bu hep böyle kalacak değil. Ege yeniden sanatın, sanatçının toprakları olacaktır.
Özgür Zeybek: Coğrafyaları denizle birlikte andığımızda akla ilk gelen kanıksanmış ya da bir bütün olmuş anlamlar çağrışır. Örneğin Marmara ve Deniz, izlemektir, keyiftir. Karadeniz hırçındır. Akdeniz tatildir, yüzmek, güneşlenmektir. Oysa Ege açılmaktır denize… Yelkendir, pupadır.
Sizce de böyle mi? Hiç Ege’ den açıldınız mı denize…
Polat Özlüoğlu: İzmir’de her daim denizle kucak kucağa, iç içe yaşıyoruz. Mesel İzmir’de çoğu sokak merdivenler, yokuşlar hep denize dökülür. Ege’nin o yeşil, mavi, lacivert kıyılarında yakamozlar ve beyaz dalgalar arasında uzaklara açılmak hep hayaldir, düştür. Elbet bunu gerçekleştirebildiğimiz zamanlar oldu. Karadan uzaklaştıkça, kalabalıktan, binalardan, gürültüden, keşmekeşten azade mavi bir sessizliğin içinde yol almak insanı bir huzur dalgasının içine çekiyor. Bunu deneyimlemek çok farklı bir duygu. Doğanın bir kapısından geçip başka bir dünyaya, denize adım atmak hem zihni hem bedeni özgür kılıyor.
Özgür Zeybek: Edith Hamilton Mitologya adlı kitabında şöyle der “Aigeus günlerdir geminin yolunu gözetliyordu. Uzakta beliren kara yelkenleri görünce oğlunun öldüğünü sanıp kendini denize attı. O sulara da Aigae (Ege) Denizi adı verildi. Theseus böylece Atina kralı oldu. Akıllı bir insandı; öyle krallıkta falan hevesi yoktu. Halkı toplayarak kendisinin kral olmak istemediğini söyledi. "Ben yalnız Başkomutan olarak kalmak istiyorum." dedi. "Siz kendi kendinizi yönetirsiniz. Kimi başa geçirmek istiyorsanız kendi oylarınızla seçersiniz."
Ege’nin demokrasinin beşiği olduğu söylencesi eskidir. Peki gerçekten öyle midir?
Diğer bölgelerle kıyaslandığında, görece olarak insanların daha rahat nefes alabildiği, farklılıklarını daha rahat yaşayabildikleri, çok renkliliğin ve sesliliğin olduğu bu coğrafyanın öncesini, bugününü ve sonrasını nasıl değerlendirirsiniz?
Polat Özlüoğlu: İzmir özelinde ve Ege genelinde bu topraklar her daim daha serbest, daha rahat, daha huzurlu insanların yaşaya geldiği bir yer olmuştur. Güler yüzlü insanlar her daim daha fazladır Ege’de. Yukarıdaki alıntıdan da fark ettiğimiz üzere. O kadar çok medeniyete beşiklik etmiştir ki her taşı kaldırdığınızda bir tarih, bir kalıntı, bir buluntu karşımıza çıkar. Sanatın, demokrasinin, bilimin en güçlü, en refah ve barışçıl zamanları bu topraklarda yeşerip gelişmiştir.
Özgür Zeybek: “Önü sıra sürüklediği kurşuni bulutlarla ufuktaki dağları silerek Ege Denizi'ne ağlamaklı bir şubat akşamı iniyordu”. diyor Kemal Tahir.
Özdemir İnce ise, “Ege, ey ölümsüz çıplaklığın efsunlu denizi, / kendimi bir ağustos aynasında aradığım deniz! / Ne mutlu seni ölmeden gezen insana !” dizeleri ile anıyor Ege’yi.
Ege biraz hüzündür, biraz mutluluk. Biraz nostaljidir biraz yenilik. Ege biraz şarabidir biraz harabi. Ben her mevsim ayrı anlamlar taşıdığına inananlardanım.
Siz hangi Ege'de yaşayıp üretiyorsunuz?
Güneşi ve ılıman iklimli ile elleri suya değen Ege'de mi; ayazın dondurup ve fırtınanın dağıttığı, dağlarından kekik kokularının yayıldığı alnı yeşile değen Ege'de mi?
Sizin Ege'niz nasıl ve neresi?
Polat Özlüoğlu: Benim Ege’m daha çok mayıs ayının Ege’si. Sıcaklar başlamadan, henüz serinlik terk etmemişken havasını, suyunu, toprağını, çiçekler açmış, tomurcuklar fısırmış, ağaçlar meyveye hazırlanırken yaza merhaba demeden önceki Ege. Akbük, Gökova, Sığacık, Çandarlı, Akyaka, Şirince, Zeytinli benim için yeşille mavinin dans ettiği eşsiz bir doğa güzelliği sunar. İlham ve büyüyü içinde barındıran insana yaşama hevesi, yazma, okuma isteği veren, huzur bahşeden bir Ege’dir bahar zamanları. Gönül ve ilham kapılarını aralar bu zamanlarda Ege. Çok uzaklara gitmeye gerek yoktur. Biraz yürümek yeter ister bir sokak arasından, ister deniz kıyısından, bir yokuşun kucağından ya da eski bir Rum evinin kenarından geçerken mutlu gülen bir yüzle karşılaşırız mutlaka. Bu mevsimin Ege’si bir başkadır.
Özgür Zeybek: Sanat ve estetik bir tanımlamayla sınırlandırılabilecek türden bir etkinlik ya da düşünce biçimi değil, aksine sürekli bir tanıma ve tanımlama arayışıdır. Üstelik her tanımlama öznel bir anlam yüklüdür. Bir yanıyla da tarihsel ve toplumsal koşullarla ilintilidir.
Bu bağlamda siz Ege’yi, özetle, nasıl tanımlarsınız? Ege’yi en iyi ne tanımlar?
Polat Özlüoğlu: Ege’yi en güzel tanımlayan şey benim için tarihidir sanırım. O kadar büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır ki bu topraklar ister istemez sanatın, kültürün, efsanelerin, bilimin, edebiyatın, mimarinin bütün o antik çağların mirasını içinde taşır. Truvalı’lar, İyon’lar, Lidya’lılar, Dor’lar, Pers’ler olmak üzere birçok devlet kurulmuş, hüküm sürmüş ve yıkılmıştır. Aklıma ilk gelen Efes Antik Kenti, Truva Antik Kenti, Kaunos Antik Kenti, Apollon Tapınağı, Krak Mezarları, Afrodisias Tapınağı, Pergamon Antik Kenti benzeri tarihi kalıntılar sadece o dönemlerin havasını, kokusunu, değerlerini, kültürünü, sanatını bize sunmakla kalmaz ayrıca o dönemin toplumsal yaşayışı hakkında da ipuçları, belgeler, bilgiler verir. O Antik Kentlerdeki taşların arasında, yollarında yürümek, onlara dokunmak, o kütüphanelere, hamamlara, çarşılara, sütunlara, mezarlara, tapınaklara bakmak insanın içinde, zihninde cevapsız bir sürü soruya neden oluyor. Hayatın sonsuzca devam etmesi, yinelenmesi, sürekli bir devinim içinde olmak, kalıcılık, değişim üzerine düşünmeye itiyor bu tarih. Ege demek tarih demek belki de.
Polat Özlüoğlu Kimdir? 1974’te İzmir’de doğdu. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü’nde okudu. Çeşitli dergi ve gazetelerde öyküleri yayımlandı. 2015 yılında ilk öykü kitabı Günlerden Kırmızı ve 2017 yılında ikinci kitabı Hevesi Kirpiğinde Notabene Yayınları tarafından yayınlandı. Son kitabı Peri Kızı Af Buyrun ise geçtiğimiz yıl Can Yayınları aracılığı ile okurla buluştu.