AB’yle ilişkiler,Gümrük Birliği konularını çok iyi bilen ABKAD (AB ve Küresel Araştırmalar Derneği) Başkan Yardımcısı. Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND) danışmanı Dr. Can Baydarol’la Ukrayna savaşını konuşuyoruz. Savaşın Türkiye için hem fırsatlar ve hem riskler içerdiğini anlatan Baydarol, dış dünyada, bir kaç ay öncesine kıyasla Ankara’nın diplomatik ve askeri açıdan prestijinin arttığına dikkat çekiyor. Bir dönem “monşerler” olarak aşağılanmaya çalışılan Dışişleri Bakanlığı’nın temel kadrosu ve emekli büyükelçilerin Türkiye’nin uluslararası alandaki imajının değişmesinde önemli çalışmalarının olduğunun altını çiziyor. Ayrıca Ukrayna savaşıyla birlikte ABD’nin hedefinin Rusya’yı dize getirdikten sonra Çin’e esaslı bir ders vermek olduğunu vurguluyor.
-Ukrayna Savaşı NATO’nun pozisyonu ve Rusya’nın tutumunu nasıl etkiler?
CB- Ukrayna Savaşı başladığı sırada en çok ABD’nin sevindiğini gördük. 1989’da Berlin Duvarı yıkıldıktan ve Sovyet sistemi çöktükten sonra NATO’nun varlık gerekçesi tartışılır hale gelmişti. Öte yandan AB, her ne kadar ismi “birlik”se de bugüne kadar asla birlik olamadı. Ama Ukrayna Savaşı başlayınca hem AB hem de NATO’nun konsolide olarak birlikte yola devam edecekleri söylendi. Fakat bu arada da bu savaş neden çıktı, kim çıkardı, sorgulamaları ortada. Buna bakıldığı zaman ABD’nin bir anlamda Putin ve Rusya’ya “Gel gel” yaptığı ve dolayısıyla da Rusya’yı zayıflatmak amacıyla bu savaşta maalesef Ukrayna’yı yem olarak kullandığı anlaşıldı. Savaş ikinci ayını doldurdu. Rusya’ya husumet giderek daha fazla yaygınlaşıyor.
-Özellikle de Putin’e karşı, değil mi?
CB- Özellikle de Putin’e karşı. Yirmi birinci yüzyılda bu insanlık dışı manzaraları, oradaki toplu mezarları, tamamıyla yıkılmış bir Ukrayna’yı görmek şu soruya da yol açtı:
Peki, ABD ne yapmak istiyor?
ABD Çin’e doğru uzanmadan önce Rusya’da Putin’i değiştirip daha Batı yanlısı, Çin’le bu kadar müttefik gözükmeyecek yeni bir rejim getirmek derdinde. Ama tam o sırada Putin nükleer tehdit savurdu. Bununla da kalmadı, Ukrayna’nın en büyük nükleer tesisini bombaladı. Nükleer sızıntı olduğu ortaya çıktı.
ABD için bütün bunlar bir şey ifade etmeyebilir ama savaşın tam Avrupa’nın merkezinde cereyan etmesi Avrupa’nın kendisi için çok büyük bir tehdit. Hatta İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa ilk kez sıcak çatışmayı bu kadar kalbinde hissetmeye başladı.
Fransa’da Macron geçen yıl çok ciddi bir savunma bütçesi açıkladı. Almanya 100 milyar Euro’luk bir savunma yatırımından söz etti: Bunlar olunca insanın aklına, acaba yeni bir Avrupa savunma güvenlik kimliği mi tartışması başladı, sorusu geliyor. Fransız Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Marine LePen, seçilirsem ilk işim NATO’dan çıkmak olacak, diyor. Onun seçilmesine Allah korusun, diyelim. Öte yandan Macron’un da NATO’ya sempatiyle bakmadığını biliyoruz.
Ama görebildiğim kadarıyla şu anda Fransa’nın NATO’ya eli mahkum...
CB- Öyle de, bu, gelecekte yeni bir Avrupa savunma ve güvenlik kimliği oluşmayacak anlamına gelmiyor.
Peki, Almanya NATO’dan çıkıp yeni bir Avrupa savunma ve güvenlik kimliği oluşmasına sıcak bakar mı?
CB- Almanya iki noktada çok sıkışık durumda. Bir kere askeri yok. Parası çok ama NATO’ya çok fazla bağımlı. Üçüncü olarak da Rusya’nın doğal gazına hayati derecede ihtiyacı var. Bu nedenle Almanya çok rahat karar verecek bir pozisyonda değil.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da, savaşa yatırılan para kalkınmaya yatırılırsa refah devletleri oluşur, ruhuyla yola çıkılmıştı. Ama bugün artık Avrupa içinde refah devletinden güvenlik devletine doğru bir gidiş görüyoruz. Çünkü bu kadar çok savunma harcaması yapılınca giderek sosyal devlet olma vasfı yitiriliyor. Bu da konuyu , güvenlik mi yoksa özgürlük mü, meselesine kadar götürüyor.
Burada güvenliğin ön plana çıktığı yeni bir dünya koşuluyla karşı karşıyayız.
Peki Rusya’nın durumu ne olur?
CB- Rusya bu krizden çok zayıf çıkacak. Çünkü savaş bitse bile ki bana göre bitmeyecek, Rusya’nın işi zor. Belli ki Donbas bölgesinde iyice hakim olup, Çarlık Rusya’sından beri sürdürülen siyaseti izleyecek ve sıcak denizlere inecek.
Bu da Türkiye için önemli bir risk oluşturacak. Türkiye’nin, yerini belli etmesi de çok önemli. Malum, bundan önceki dönemde yapılan tartışmalarda Türkiye’nin giderek Batı’dan koptuğu, Rusya-Çin eksenine kaydığı algısı ortaya çıktı. Özellikle Türkiye’deki Avrasyacı ekip bu konuyu çok sahiplendi. Sonunda AKP rejimi de açıkçası bunu hoş görmeye başladı. Ama şu sıralarda bunun pek de hoş görülebilir bir pozisyon olmadığı da ortaya çıkıyor.
Çünkü Türkiye’nin Rusya ve Çin eksenine kayması siyasi olarak intihar etmesi anlamına gelir. Türkiye ne yapıp edip Batı’yla olan ilişkilerini sıcak tutmak ve geliştirmek zorunda.
Özetlersem, bu savaş bitmez; giderek Rusya’nın zayıflamasına yol açacaktır. Çünkü bundan sonra ABD’nin hedefi Çin’dir. Bir de, savaş devam ederken arka planda ciddi bir finans çatışması var. Zaten ABD’yle Çin arasında kur savaşları devam ediyordu. Şimdilerde de rubleyle yuanın dolarının dışında kullanımına doğru giden bir durum var.
Tamam da Avrupa’da da enerji gelsin, rubleyle ödeyelim, eğilimi başlamadı mı?
CB- Evet de rubleyi nereden bulacaklar?
Öte yandan Rusya-Çin aksından söz ederken bunun Putin’in hayali olduğu söyleniyor. Ama öteki taraftan da , acaba Sibirya’yı Çin’e mi kaptıracağız, tartışmaları sürüyor. Yani Baykal Gölü’nün doğusunun adeta bir Çin sömürgezi olmasından Moskova’da kimi çevrelerde ciddi endişeler olduğu haberleri geliyor...
CB- Bu son gelişmelerde daha çok Batılı kaynaklardan haber alma imkanımız var. Rusya kaynaklı pek haber çıkmıyor. Ama şöyle de söylentiler var: Acaba Putin’e karşı bir Kremlin darbesi olabilir mi? Çünkü Rusya’nın kendi dış politikası bağlamında Çin’le bu kadar flört etmek de sıkıntı doğuruyor.
Rusya ve Putin, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da mı olacak, sorunuyla karşı karşıya. Rusya içinde elli tane ırk ve özerklik hayali içinde olan bölgeler var. Rusya’nın zayıflaması bu grupları bir arada tutabilecek mi, sorusunu da akla getiriyor.
ABD’nin amacısavaş bitse bile Rusya’yı ekonomik olarak çökertmek. Savaş bitse de Rusya’ya uygulanan ambargolar yıllarca sürebilir. Bu da bir soru işareti. ABD kendisine yandaş bir Rus lider bulmadığı sürece bu ambargolar kalkmayacak gibi görünüyor.
ABD kendisine yakın Rus lideri bulduğu, bunun savunma bakanı Sergey Şoygun olabileceği Batılı çevrelerde dillendiriliyor. Haberlere göre Şoygun’un Çin’le yakınlaşmaya karşı olduğu ve Rusya’yı kurtaracak tek yolun Batı ve ABD’ye yaklaşmayı savunduğu. Buna ne diyorsunuz?
CB- Bu tam da ABD’nin isteklerine uygun. Hatta ileriki zamanlarda Rusya’nın NATO’ya girmesini bile konuşabiliriz. Bu şimdilik fazla zorlama bir hayal olabilir ama şu anda Çin’e karşı yapılacak bir operasyon öncesi Rusya’nın diz çökertilmesi lazım.
-Ukrayna Savaşı’nın tam merkezinde konumlanan Türkiye’nin üç noktada fırsatlar yakaladığını savunuyorsunuz. Bunları açar mısınız?
CB- Birincisi askeri nokta. Bu bölgede Türkiye’nin önemi giderek arttı. 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi sayesinde Türkiye NATO müttefiki olmasına rağmen nötr ülke gibi pozisyon alabildi. Türkiye iki taraf arasında arabulucu demeyelim de kolaylaştırıcı bir tutum izledi. Bu da Türkiye’nin prestijini arttırdı. Dünya şunu gördü: Türkiye her iki tarafla da konuşuyor, ikisini bir araya getirebiliyor.
-Peki bundan bir sonuç çıkar mı?
CB- Çıkmaz. Ama hiç olmazsa Türkiye, buradayım, diyor. İkincisi, savaşabilecek tek bir ordu var şu anda Batı ittifakında. O da Türkiye’de. NATO’nun ikinci büyük ordusundan söz ediyoruz. Yani bu tür bir savaş döneminde Türkiye’nin askeri önemi fazlasıyla ön plana çıkıyor. Yalnız burada bir de risk de var.
ABD Türkiye’ye, sen de Rusya’ya ambargo uygula, demeye başladı.
Öte yandan göründüğü kadarıyla Rus oligarkların paraları da Türkiye’ye akmaya başladı.
CB- Eh, Türkiye’nin durumu ortada. Hükümetin yaptığı en büyük yanlış hukuki güveni ortadan kaldırmak oldu. Hukuğa güvenin olmadığı hiç bir ülkeye yatırımcı gelmez. Hukuka güveni geri getirme imkanı olmadığına göre, üstelik Merkez Bankası faiz indirimlerini dini vecibelere bağlayınca ekonomiye de güven kalmıyor.
TÜİK’in verdiği hiç bir rakama güven yok. Yani devletin verdiği rakamlara olan güven ortadan kalktı. Türkiye’nin sorunu güven erozyonuna bağlı ekonomik kriz değil, belirsizlik. Bu belirsizlik karşısında hükümetin en büyük güvencesi yaz gelip sebze ve meyvenin ucuzlaması, turist gelmesi ve döviz girdisinin artmasıydı. Şimdi bu savaşla birlikte hangi turist gelecek? Yani turizm gelirlerinde beklenen patlama olmayacak.
O zaman elde iki şık kalıyor. Birincisi, Rusya’dan ayrılan yabancı yatırımcıların Türkiye’ye gelmesi ki biraz önce söz ettiğim faktörler çerçevesinde bu bir soru işareti. Geriye Rus oligarkların parası kalıyor. Bu da fena değil. Şu anda Bodrum-Marmaris sahilleri Rus oligarkların tekneleriyle dolmaya başlamıştır. O zaman da Batı dünyasıyla sorunlar baş gösteriyor.
Batı oligarkların paralarına el koyarken bizim bunlara kucak açmamız pek de hoş karşılanmıyor.
-Bu durumda Türkiye Batı’yla ilişkisini nasıl düzenleyecek sizce?
CB- Bu konu bir risk olarak karşımıza çıkıyor. Bir başka risk daha var. Şu anda Türkiye Rusya’nın tek nefes alma borusu. Bu noktada risk ve avantaj bir arada görünüyor.
Gelelim ikinci ana başlığa. Bunlar doğal gaz rezervleri. Biraz önce Almanya’nın durumundan söz ettik. Unutmayalım ki Almanya’nın eski Başbakanı Schröder uzun yıllar Gazprom’un başındaydı. Bu da bize Almanya’nın Rus doğal gazı olmadan ne üretebileceğini ne de ısınabileceğini gösteriyor. Bir kaç yıl öncesine dönelim. Ahmet Davutoğlu’nun “değerli yalnızlık” doktrini Doğu Akdeniz’de bizi “değerli çatışmalara” görürüyordu. Proje, İsrail gazının çıkarılıp Kıbrıs Rum kesiminin arkasından dolanarak Yunanistan’a bağlanıp oradan Avrupa’ya gitmesiydi.
Fakat ABD şirketi çok pahalı ve zaman alacak bir proje olduğu gerekçesiyle geri çekilince gazı kuzeye yönlendirip TANAP’a bağlanması fikri ortaya çıktı. Derken savaş patladı. Ardından da İsrail Cumhurbaşkanı Herzog 16 yıldan sonra Türkiye’yi ziyaret eden ilk İsrail Cumhurbaşkanı olarak Ankara’ya geldi. Ana konu İsrail doğal gazıydı.
Öte yandan Antalya’da diplomasi forumu devam ederken Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev gelip Erdoğan’la 4.5 saat görüştü. Derken Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan da gelince herkes şaşırdı. Bütün mesele İsrail ve Azerbaycan’dan doğal gazın TANAP’a bağlanması. Ama bu da yetmiyor.
Rus doğal gazının yoğunluğuna ulaşılabilmesi için iki ayak daha lazım. Birisi Irak, diğeri İran. Bunlarda gelişme bekliyorum. Bu sayede İran uluslararası sisteme daha fazla entegre olacaktır. Ancak bu dördünü birleştirerek Rus doğal gazına alternatif bir kaynak yaratılabilir.
-İran’ın devreye girmesine ABD nasıl bakar?
CB- Orada da bir başka sorun var. Çünkü ABD bu doğal gaz projesine çok karşı. Çünkü kendi kaya gazını tankerlerle getirip satmak istiyor. Ama bu da üç misli maliyetli. Bu kadar pahalı enerji kullanmak hiç bir şekilde Avrupa’nın işine gelmiyor.
Bu çatışma devam edecektir. Bu arada Türkiye’nin enerji dağıtımında merkezi bir rol alacağı da kesindir.
Üçüncü önemli nokta da nakliye. Çünkü Avrupa’dan Çin’e giden iki yol var. Kuşak yol, orta yol, İpek Yolu gibi isimler veriliyor. Şu anda Rusya ve Ukrayna topraklarından geçen kuzey hattı kapandı. Herhalde yıllarca da açılamayacak. Bu durumda da bütün yollar Türkiye’den geçiyor. Kara ve demiryolu nakliyatı çok önemli. Böylece de burası bir transit geçiş ve lojistik üssü haline dönüyor.
Burada da iki sorun karşımıza çıkıyor. Türkiye Avrupa arası taşımacılık ve Türkiye’den Asya’ya olan nakliyat. Avrupa’yla olan taşımacılıkta Türk tır’larına kısıtlamalar uygulanıyordu. Sorun Gümrük Birliği çerçevesinde kısmen çözüm yoluna girdi. Şimdi soruyorum. Türkiye Avrupa’dan gelen tır’lara aynı kısıtlamaları uygularsa ne olur?
Dolayısıyla Türkiye’nin bu bağlamda Avrupa’ya karşı müzakere gücü arttı. Doğu’ya gidişte ise en doğru yol Nahçıvan Koridoru. Ermenistan’ın Nahçıvan’ın açılmasına ikna edilmesi lazım. Sanıyorum Paşinyan bu konuyu görüşmek için Antalya’ya gelmişti. Aslında ortak bir sınır kapısı oluşturma gereği var.
Bir de demiryolu var. Orada iki alternatif gözüküyor. Birisi Marmaray. Marmaray aslında Çin’le İngiltere’yi bağlayan ara geçittir ama biz onu metro hattı olarak kullanıyoruz. Oysa gece geç saatlerde o hat üstünde katarların gidip geliyor olması lazım. İkincisi de Üçüncü Boğaz Köprüsü üstündeki ray hattının tesis edilerek yük trenlerinin oradan sevkinin sağlanması.
Yani bütün yollar Türkiye’ye çıkıyor. Yakın bir gelecekte Türkiye tam üye olmasa bile AB’yle çok daha iyileştirilmiş bir ortaklık statüsü elde edebilir.
-Batı kimilerinin iddia ettiği gibi Türkiye’yi kaybetmek ister mi?
CB- Kesinlikle hayır. Ama artık Batı da Türkiye’ye iyi davranmak zorunda. Bu iyi davranışın nasıl müzakere edileceği de bence şu anda bir numaralı öncelikli meselesidir.
-Son aylarda Ankara’nın gösterdiği bu diplomasi becerisinde acaba bir zamanlar monşerler olarak aşığlanmaya çalışılan kariyer diplomatlarının bir payı var mı? Sizce monşerler yeniden devreye mi girdi?
CB- Monşerlerin kesinlikle devreye girdiğini düşünüyorum. Çünkü terör örgütüdür fian ama FETÖ’cüler sonuçta ABD’de eğitim görmüş bir ekipti. Onları gönderdikten sonra geride Nebatiler kaldı.
Bir de Dışişleri Bakanlığı’na biraz dil bilen, okuyan, dünyaya ilgisi olan insanlar alınır. Ne olursa olsun Dışişleri Bakanlığı Erdoğan rejimine rağmen belli bir kaliteyi koruyor. Bunun yanında eski monşerlerin de devreye girdiğini mutlak surette düşünüyorum.