“Yolda bir kuşa rastladım” - Kerim Güç

“Yolda bir kuşa rastladım” - Kerim Güç

Muhalif. Röportaj/ Sara Aydın

Kendisini “ her şeyin ehli, hiçbir şeyin ustası” olarak tanımlıyor. Elektronik mühendisi olan ve aynı zamanda tasavvuf üzerine master ve doktora yapan Kerim Güç ile kitabı, iyilik yayıncılığı ve gündeme dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

S.A : Kitabınız “Yolda Bir Kuşa Rastladım” ın çıkış hikayesini paylaşabilir misiniz?

K.G : Tabii ki… Aslında benim de çıkış noktam başka bir kitap.

Yurtdışında ve özellikle Amerika’da yaşadığım yıllarda, izlediğimiz Hollywood filmlerinde bir şey dikkatimi çekti. Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi ve benzeri filmlerin senaryolarının, bizim kültürümüzde bildiğimiz, dinlediğimiz hikayelere çok benzediğini fark ettim. Araştırıp inceledikçe bizimkilerin daha iyi olduklarını bile düşündüm. Bunlardan bir tanesi de Feridüddin Attar’ın yazmış olduğu Mantıku’t Tayr kitabı da işte bunlardan bir tanesi. Mantuk dil, tayr kelimesi de uçan kuş, uçan şey demek.

S.A :  Nedir bu eserin ve yazarının özelliği?

K.G : Kitap, 1100’lü yıllarda yazılmış. Mevlana’nın babasıyla arkadaş olan Feridüddin Attar, Mevlana’yı bir okyanus olarak nitelendirir ve Esrarname adlı kitabını ona verir. Mevlana’nın da bu kitaptan çok etkilendiği söylenir. Ama tabii bunun bir rivayet olup olmadığını bilmiyoruz. Attar, Mevlana kadar bilinmez, saklı kalmıştır ama Avrupa ve Amerika’da çok karşılık bulmuştur. Büyük Hollywood yapımlarında gördüğümüz senaryolar da bu ve benzeri kadim hikayelerin çağdaşlaştırılmış halidir.

S.A : Mantıku’t Tayr kitabının size ilham vermesi nasıl oldu?

K.G : Kitapta anlatılan, pek çok farklı kuşun, farklı yollardan geçerek en sonunda Simurg’u oluşturması anlatılıyor. Kuşlar, yol boyunca, 7 vadiden geçiyorlar ki bu tasavvufta yedi nefs mertebesidir. Aralarında elenenler oluyor ve nihayet sonunda otuz kuş kalıyor ve Simurg’u oluşturuyor. Bu kitap burada bitiyor.

Bizim Zümrüd-ü Anka olarak bildiğimiz bu kuş, İran’da Simurg, batı medeniyetinde Feniks olarak adlandırılıyor. Farsçada Si, otuz, Murg da kuş demek.

Ben de,  kitabımda bu otuz kuşun her biri için ayrı bir hikaye anlattım. Hepsinin temsil ettiği dünyevi bir özellik var. Dostluk, samimiyet, adalet, kıskançlık gibi. Bu hikayelerin on tanesi daha önceden bilinen, on tanesi tamamen benim kurguladığım, on tanesi de kadim bir hikayenin içine kendi kurgumu kattıklarım… Kendimce bir matematik oluşturdum.

Otuz kuş, kendi temsil ettiği konularda çeşitli yollardan geçerek en sonunda Kaf dağının arkasına ulaşırlar ve Zümrüd – ü Anka ile buluşurlar. Aslında öyle bir kuş yoktur. O aynadan ibarettir ve otuz kuşun hepsi kendilerini bir bütün halinde aynada Zümrüd – ü Anka olarak görürler.

Ben, Anadolu irfanına büyük saygı duyuyorum. Anadolu, Anatolia, Grekçede güneşin doğduğu yer demek. Dünyadaki pek çok medeniyetin çıkış noktası bu topraklar ve burada da pek çok farklı kültür, gelenek, farklı dil ve dinler yaşıyor.

Bence , günümüzün en büyük problemlerinden biri bu farklılıklardan doğan nefret. Kitabımda da, aynı Anadolu topraklarında olduğu gibi Simurg’un bir bütünü oluşturmasını anlattım. Simurg, burada bir sembolizma aslında… Kuşların kendi sultanları olarak tanımladıkları Simurga, yani aslında Allah’a gidiş yolu..

Temel olarak iki prensibim var. Her ne kadar biz Müslümanlık ve tasavvuf üzerinden yetişmiş olsak da, diğer inanç ve medeniyetlere duyduğum saygı ve her medeniyetin arkasında yer alan ilahi bir düşünce sisteminin olması.

Mesela Mevlana vefat ettiğinde, cenazesini hem Hristiyanlar, hem Yahudiler hem de Müslümanlar sahipleniyor. Bana göre, Mevlana’nın en etkileyici özelliği bu; birleştirici olması.

S.A:  Bu durumda her şey aslında aynı kaynaktan mı geliyor?

K.G : Evet.

S.A : Hrıstiyanlıkta geçen, yedi ölümcül günahın, bahsettiğiniz yedi nefs mertebesiyle bir ilişkisi var mı?

K.G: Hristiyan teolojisinde bahsedilen yedi ölümcül günah, bizim teolojimizde yok ama, yedi nefs mertebesiyle birbirine çok benzer.

Bu yedi ölümcül günah, Dante ’nin İlahi Komedyasından çıkar. Dante, bu eserini yazarken İbn-ül Arabi den etkilenmiştir. Hristiyan teolojisinin ana temeli, İlahi Komedya ya dayanır, yedi kat aşağı, sekiz gök, araf gibi. Bu esinlenmeyi, 1900’lü yılların başında Hristiyan bir rahip ortaya çıkarmıştır.

S.A: Günümüzün en büyük problemlerinden birinin, farklılıklardan doğan nefret olduğunu belirttiniz. Biraz açabilir misiniz bu kısmı?

K.G: Bugün bir sürü yanlış anlaşılmalara sebebiyet veren şeyler var, oysaki baktığınız zaman hepsi aynı şeyi söylüyor.

Mesnevide geçen bir hikaye vardır. Arap, Fars, Türk ve Yunan dört çocuk, kendi dillerinde üzüm isterler sadaka olarak. Hepsi farklı dilde ister ama istedikleri şey aynıdır.

Şu anda dünyada da bunun gibi bir durumla karşı karşıyayız, büyük ölçüde insanlar aynı şeyi söylüyorlar aslında. Fakat insanları ayırmak, ayrıştırmak, daha çok para, daha çok menfaat getirir, maddesel olarak daha fazla avantajları vardır.

Şu anda bir kitap yazıyorum ve sembolizmalara, etimolojik kaynaklara çok dikkat ediyorum.

Sembol kelimesine etimolojik olarak baktığımızda “sym”, birlikte demek, “bol” ise atılmak demek. Bir Grek efsanesine göre, iki ilah savaşıyorlar ve sonra barışıyorlar. Kadehlerini vuruşturup atarak kırarlar, parçaları alıp sakladığımız sürece barış içinde olacağız derler. Bu ilk sembol olur.

İkiye ayırma anlamındaki kelime “diya” dır.  Diyabol, tam tersi anlamda ayrılarak atılan demektir. Ve diyabol un Latince deki kelime anlamı şeytandır. Ayırdığımız, ayrılan, ayrıştırılan her şey şeytanla ilgilidir.

İnsanların kuvveti her zaman beraber hareket etmelerinden doğar.

S.A: “Birlikten dirlik doğar” deyimindeki  “dirlik” diri olmak anlamında mı?

K.G: Aynı kelimeden türemeseler bile evet, oradaki dirlik, diri anlamında kullanılmıştır. Türkçede kelime etimolojisi çok geniş ve derinlere indikçe çok güzel şeyler çıkıyor.

Tabii, şunu belirtmek isterim ki kitabımı akademisyen şapkamla yazmadım. Bu bir kurgu, tez değil. Bütün hikayeler birebir doğru olmayabilir kurguladığım için ama önemli olan içindeki hikayeleri doğru okuyabilmek.  Nasıl ki Yunus’ un gerçekte yaşayıp yaşamadığına dair bir kanıt yok, ama biz biliyoruz ki yaşadı, aynı onun gibi bir durum.

S.A: Aynı zamanda kitabınızın da yayınlandığı Nefes Yayınevinin yöneticiliğini yapıyorsunuz. Ve  “İyilik yayıncılığı” adı altında bir hareket başlattınız. Biraz anlatır mısınız?

K.G : Biz bir vakıfız ve temelde eğitim üzerine burslar veriyoruz. Bununla ilgili yardımcı olmak adına, bu bursları yayıncılık üzerinden yapabileceğimizi düşündük. Eğer bir yazarımızın, iyilik yapma düşüncesi varsa ve kendi hakkından feragat edebiliyorsa, aynı ölçüde yayınevimizin de belli oranlarda katkı sağlamasıyla, belirlediğimiz bir iyilik hareketine katılıyoruz. Mesela Darülaceze adına yazılan bir kitabımız var. Bir diğer kitabımızın gelirinin bir kısmı Afrika’da su kuyuları açmak için kullanılıyor. Diğerleri genelde eğitim burslarına aktarılıyor. Temel olarak ana hedefimiz iyilik hareketini artırmak olduğu için, vakfımızın kurucusu annem Cemalnur Sargut un, 48 kitabının gelirinin hepsi vakfa bağışlanmış durumda.

 

S.A : Sizin kitabınızın geliri hangi iyilik hareketinde kullanılıyor?

K.G: Kitabımda yer alan otuz kuşun hikayesini, 30 farklı kişi seslendirdi. Zor bir projeydi, son üç kişi kaldı. Tamamlandığında storytel den dinlenebilecek. Geliri ise Nef Vakfı ve İhtiyaç Haritası ile beraber, Manavgat yangınında yanan evlerin tekrar inşaası için kullanılacak.

 

S.A: Kimler katıldı Storytel projenize, birkaç isim sayabilir misiniz?

K.G: İpek Tuzcuoğlu, Sinan Canan, Simge Fıstıkoğlu, Murat Dalkılıç, Beste Uyanık, Damla Sönmez, Açelya Akkoyun, Ekin Olcayto gibi isimler var.

 

S.A: İyilik yapmaktan bahsetmişken bir şey sormak istiyorum. Her şeyin bir zıddı varsa, her şey bir dengede ise, iyilik yapmanın dengesi nedir? Maddi manevi iyilikler yaparken bu dengeyi bulduğumuzu veya dengede olduğumuzu nasıl anlarız?

K.G: Denge, insanın kendi mizacı ile ilgilidir ve görecelidir. Herkesin denge noktası farklıdır. Herhangi bir iyilik, karşılık beklenmeden yapıldığında gerçek anlamını bulur. Yapılan iyiliklerin, insanı, “ ne kadar da çok iyilik yapıyorum “ gibi bir kibir noktasına da götürmemesi lazım. Burada dengeyi nasıl sağlayacağımızı Mesnevideki meşhur cariye ve padişahın hikayesi ile örnek olarak verebiliriz. Hikayede, rehberlik eden kişi, mürşidinin sürekli nabzını ölçer. Nabzın artmaya başladığı yer, asıl hastalığın başladığı yerdir. Yaptığımız iyiliklerin de nabzımızı artırmadan dengede olması gerekir. Türkçedeki “ nabzını tutmak” deyimi buradan gelir. Dünyada kişisel farkındalık olarak adlandırılan şey de budur.

Başka bir örnek de Amerika’dan verebiliriz. Meşhur Yellowstone tabiat parkında, 1800’ lü yıllarda geyik popülasyonunda bir azalma oluyor. Bunun önüne geçmek için de parktaki kurtları başka yere taşıyorlar. Zamanla parkın ekolojik dengesi bozulmaya başlıyor ve Yellowstone yok olma tehlikesine geliyor. Sonra akıl edip, on dört kurdu tekrar parka getiriyorlar ve 10 yıl gibi bir sürede park kendi doğal dengesine geliyor.

Denge kadimdir, kendi şahsi dengemiz de, ekolojik denge de hepsi birbirine bağlıdır.

 

S.A: Her durumda dengeyi koruyabilmek önemli, içinde yaşadığımız şu günlerde ve ülke gündemimizde bu dengeyi nasıl koruyabiliriz?

K.G : Kendi iç dengemiz her şeyden bağımsızdır. Farklı zamanlarda, farklı durumları kıyaslamak doğru olmaz. Mesela yüzyıllar önce olan bir savaşta ölen insan sayısı ile, ikinci dünya savaşında ölen insan sayısı farklıdır, izafidir. Biz de bu günlerde ekonomik olarak zor günlerden geçiyoruz, şimdilik ekmeğimiz önümüzden alınmadı. Kendi içimizdeki etkenleri dış etkenlerden korumayı başarabilirsek, dengemizi de korumayı başarmış oluruz.

Mutasavvuf kişiler, mümkün olduğu kadar çok şeyden uzaklaşıp, hayatlarındaki her türlü prangadan kurtulmaya çalışırlar. Mesela Stoa sisteminin başı Diyojen, ki kendisi aslen Sinopludur, şöyle der: “ iki malım var, biri içinde yaşadığım fıçı, diğeri de su içtiğim maşrapa.”

Bir gün, bir kızın suyu eliyle içtiğini görür, bunun üzerine maşrapasına da gerek olmadığına karar verir ve eliyle su içmeye başlar.  Dünyanın üçte ikisine sahip olan İskenderle karşılaştığında, onun “ ben kral İskender’ im” demesi üzerine o da “ ben de köpek Diyojen’ im der. Böyle birisine maddi açıdan zenginlik veya fakirlik ne kadar etki edebilir ki ? Denge burada da önemli.

 

S.A : Geçtiğimiz günlerde, çok gündem olan Sezen Aksu’nun cehaletle ilgili şarkı sözleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

K.G: Bu şarkı sözleri ile ilgili yapılan yorumlar isteyerek veya istemeyerek de anlık bir tepki ile söylenmiş olsa bile, insanlarda en azından cehalet kelimesini araştırmaya sevk etti. Dolayısı ile ben bu tür durumları bir fırsat olarak görüyorum. Bir aydınlanma durumu yaratabiliyor. Teorik olarak tasavvufla ilgilenen insanlara göre, söylenen bir  şeyin doğru olup olmaması kadar nasıl söylendiği de önemlidir. Kaba dili sevmezler. Genelde iyilikten, güzellikten bahsedip, başkalarıyla uğraşmak yerine kendilerini eleştirmeye daha çok vakit ayırırlar.

Ayrıca, karşımızdaki insanda eleştirecek bir şey buluyorsak, o özelliği muhtemelen kendimizde de bulduğumuz içindir. Herkes kendinde hangi özellik varsa, karşısındaki insanda da o özelliği görür.

 

S.A : Her yıl, vakıf olarak verdiğiniz Dost Ödülünü, bu yıl mimar Sadettin Ökten e verdiniz. Nasıl karar verildi bahseder misiniz?

K.G : Vakfımızın heyeti, ödülün kime verileceğini bir çalışma sonrası belirliyor. Şehir ve medeniyet konusu, içinde bulunduğumuz dönemde çok önemli. Şehirlerin inşaasından çok, inşaa eden mantalite önemli. Şehirlere verdiğimiz zararlar ortada… Sadettin Hoca, gizli saklı kalmış, çok değerli ve çok ödül almış bir hocadır, çok ünlü mimarlar yetiştirmiştir.

Medeniyet algısını ve şehirleşmenin mantığını anlatır. Bununla ilgili bir kitap hazırlığımız var, üzerinde çalışıyoruz.

S.A : Son olarak, sizin bir 3G kuralınız var. Kısaca bahseder misiniz?

K.G : 3G’den kastım, geçicilik, görecelilik ve gizem. Herhangi bir durumla karşılaştığımızda;

Bu durum geçici mi?  Büyük ihtimalle bir süre sonra geçecek.

Bu durum göreceli mi? Olaya farklı açılardan baktığımızda, zarar veren durumlar kadar fayda sağlayan durumları da oldu.

Bu durumdaki gizem nedir?  Her işte bir hayır vardır, bu durum sonrasında ne getirecek?

İşte herhangi bir duruma bu şekilde baktığımızda işimiz çok kolaylaşıyor.

 

S.A : Sırada 4G var ise o da gönül gözü oluyor sanırım.

K.G: Evet, şu anda üzerinde çalıştığım kitabımda bundan da bahsediyorum.

S.A: Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederiz.

K.G: Ben teşekkür ederim.

 

Editörün notu:

*** Bir konuyu bilmek ve o konuyu güzel ve anlaşılabilir anlatıp öğretebilmek farklıdır. Kerim Güç, mühendis, tasavvuf akademisyeni olmanın yanı sıra aynı zamanda iyi bir öğretmen.

*** Yolda Bir Kuşa Rastladım kitabındaki bütün hikayeler çok güzel ama beni en çok etkileyenlerden biri kartalın hikayesi oldu.

*** Bu keyifli sohbeti ilerleyen dönemde tekrarlamayı ve  yine buradan size aktarmayı diliyorum.

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar