Muhalif Özel / Oğuz Büber
3 Tespit
Türkiye’nin bugünkü haline ilişkin üç tespit yapılabilir. Sistemin tıkandığını söylüyorum. Siyasetin kirlendiğini görüyorum. İktidarın kaydığını tespit ediyorum. Peki, bunun tekabül ettiği yönetim anlayışını ve ekonomik sıkıntıları hepimiz yaşıyoruz. Haktan, hukuktan, enflasyondan, pahalılıktan vesaire bahsetmeme bile gerek yok; iliklerimize kadar yaşıyoruz.
Önemli olan başka bir nokta var. Mevcut sistem değişirken Erdoğan, “Verin yetkiyi bu kardeşinize, görün ülkeyi nasıl uçuracağım” dedi. Ne oldu? Yetkiyi aldı, bırakın uçmayı, ülke çakıldı.
Türkiye’nin adem-i merkeziyetçi bir şekilde yönetileceğini ileri sürdü. Oysa şimdi hiçbir zaman yaşanmadığı kadarıyla katı, merkeziyetçi ve otokratik bir sistem ortaya çıktı. Bütün sorunlar Ankara’da tespit edilir hale geldi; (ben Ankara dediysem de siz Saray anlayın); Ülke cumhurbaşkanı Erdoğan’ın atadığı memurlar tarafından yönetiliyor, işler onlar tarafından yürütülmeye çalışılıyor. Siyaset tamamen devre dışı kalıyor. Bu yönetim biçimi demokrasiye uygun bir tarz değil. Öte yandan bütün kaynaklar Ankara’da toplanıyor, onların inisiyatifi ile dağıtılıyor.
“Kendi partisinden olmayan yerel yöneticiler ve yerel yönetim hizmetleri engelleniyor”
Ülkeyi yöneten insanlar o ülkenin iyi olmasını isterler, değil mi? Oysa kendi eliyle bir yerdeki çalışmayı engellediği zaman, kendi vatandaşının kötü koşullarda yaşamasını sağlamış oluyor. Demek ki o devlet adamı, siyaset adamı aslında birinci derecede kendi halkını, vatandaşını düşünmüyor. Kendi siyasal ikbalini düşünüyor, kendi siyasal geleceğini düşünüyor. O nedenle de böyle siyasi tasarruflara başvuruyorlar. Hatta daha da ileriye giderek, vatandaşlarını aşağılayacak laflar bile edebiliyorlar. En son AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir vekile rozet takarken çocuk sayısıyla ilgili sarf ettiği incitici ve aşağılayıcı sözler toplumun önemli bir kesimini rencide etti.
Ben cumhurbaşkanı olsam ya da yetkili bir mevkide olsam: “Yurttaşlar arasında ayrılık, gayrılık olmasın, problem çıkmasın; birlik bütünlük olsun” isterim, ona göre davranım; ona göre söz sarf ederim.
Burada yaşanan ise şu; bir kısım vatandaşları sözde vatandaş gibi gösterip terörle damgalayarak teröristlikle izam ediyor. Toplum bundan memnun değil ve o nedenle değişim istiyor. 20 yıldır ilk defa bu kadar ciddi bir değişim isteği var.
Daha önce iyi kötü bir meclis vardı. Kuvvetler ayrılığı ile temsili bir biçimde yönetiliyordu. O da ortadan kaldırıldı. Bugün gelinen noktada; ülkeler bu temsili demokrasinin artık çağdaş olmadığını doğrudan demokrasiye geçilmesini tartışırken, biz temsili demokrasiyi bile doğru dürüst hayata geçiremiyoruz. Bunun sonucunda bütün yetkileri, bütün idareyi bir tek kişinin eline vermiş olduk. Kazananın her şeye sahip olduğu ama kaybeden taraf olan muhalefetin hiçbir şey yapamadığı bir ortam doğdu. Bu tehlikeli bir durumdur ve adaletsizlikleri ortaya çıkarıyor.
“Adaletsizlik her alanda diz boyu”
Bugün toplumda üç tane temel adaletsizlik var:
- Katılım adaleti yok
Temsili demokrasilerde ülkenin %50’si kadın ise, %50 kadının mecliste olması gerekirken bugün böyle bir şey yok. Kadınları örnek olarak söyledim. Aynı şey çiftçiler, işçiler, öğrenciler vb. gruplar için de geçerli.
- Bölüşüm adaleti yok
Türkiye büyüyor, şehirler büyüyor gibi söylemler var. Bazı şehirlerin bazı semtlerinde bir daire 15-20 milyon lira; bazı yerlerde ise özellikle kent varoşlarında insanlar akşam evlerine ekmek götüremiyorlar. O zaman siyaseten ve hamasetle söylenen; yurttaşız, vatandaşız, aileyiz, kardeşiz, eşitiz; bunların hepsi yalan. Türkiye’de en zengin yüzde 1’lik kesimin geliri, neredeyse ülkenin geri kalanının gelirine eşit. AKP 2023’te kişi başına düşen geliri 25 bin dolara çıkaracaklarını söylüyorlardı. Şimdi bunun yarısı bile değil. Söylenen rakamlar da doğru değil. Örneğin: Kişi başına düşen gelir 9 bin dolar gibi söyleniyor. Bu da tamamen bir kandırmaca aslında. Şöyle ki; benimle Vehbi Koç’un oğlunun geliri toplanıp ikiye bölünerek kişi başına düşen gelir bulunuyor. Hâlbuki onun geliri ile benim gelirim kıyas kabul etmez. Hal böyle olunca sanki ülkede yaşayan herkesin geliri 9 bin dolar civarında. Dolayısıyla burada sosyal devlet ortadan kalkmış oluyor. Çünkü yoksullar var, açlar var, perişanlar var, dezavantajlı gruplar var. Onlar yaratılan refahtan pay alamıyorlar. Bölüşüm adaleti yok. Bunlar gündeme getirilmiyor; öte yanda siyaset de zengin olmanın aracı haline geliyor. Vatandaş sadece onlara alkış tutuyor. Bu sözleri kullanıyoruz ama şimdi bir makam sahibi, bir tescilli hırsız gelse onu da kalkıp karşılıyor yerine göre alkışlıyoruz. Hırsız da olsa hırsızı da alkışlıyoruz. Toplum bu yolla kirletildi ve sonuçta çürütüldü adeta. Öyle ki vicdan kanatan büyük yolsuzluklara bile tepki vermiyor ses çıkarmıyor. Üstelik özellikle partizanlık yapanlar benim hırsızım iyi, seninki kötü diye savunmada bulunuyorlar.
- Tanınma adaleti yok
Romanlar bizi tanımıyorsunuz diyor; Aleviler de, Kürtler de. Bir ülkede birlikte olabilirsiniz; ancak herkes birbirini tanımalı, birbirinin hakkını, hukukunu adaletini teslim etmeli.
“Yargı tarafsız ve bağımsız değil”
Yargı adaleti konusunun detayına girdiğimizde; belki cumhuriyet dönemi boyunca hiçbir zaman yargı tam bağımsız olmadı. Ama hiçbir dönem de yargı; bu dönem olduğu kadar bağımlı olmadı. Bırakın gizliden konuşup talimat vermeyi, açıktan talimatlar veriliyor.
Yargı oldukça önemli; peki neden? Niye insanlar bir devlet kuruyor, bir devlet etrafında bir araya geliyor? İnsanlar belirli sınırlar içerisinde bir araya gelerek bir devlet oluşturuyorlar. Devletin vatandaşları olarak ceplerinden vergi ödüyorlar. Bu paralarla tayin edilen memurların maaşları veriliyor. Hatta bizi temsil edenlere ve güvenliğimizi sağlayanların da maaşını biz veriyoruz. Bir problem çıkmasın, düzen olsun diye böyle bir sistem var. Ve bu düzeni sağlayacak da yargıdır. Bir devletin temel çimentosu haktır, hukuktur, adalettir. Yani hukukun üstünlüğüdür. Bunu sağlayacak olan ise tarafsız ve bağımsız yargıdır. Bu gün için böyle bir şeyden söz edilemez. Bunun yerine üstünlerin hukuku var ve durum bu nokrada feci bir hal almış.
Tüm bunlar için çözüm nedir?
Bana göre bunların çözümü siyasettir. Siyasetin de üç işlevi vardır bunu çözmek için;
- Üretimi arttırmak gerekiyor
Pastayı büyütmek olarak da ifade edebiliriz. Pasta büyüse de amiyane tabirle; hep bana hep bana bakış açısından bakarsak bir anlamı yoktur bunun. Çünkü bu durumda gene eşitsizlikler ortaya çıkar. Ama üretimi arttırmadan bölüşüm olmaz. Çünkü yoksulluk paylaşılmaz, ancak zenginlik paylaşılır.
- Bölüşümü adil kılmak gerekiyor
Bu kavramda siyaset ayrışma yaşıyor. Sol, sosyal demokrat, sosyalist, Marksist; her görüşün iddiası bu konuda farklı. Mesela, bir belediye başkanı ben sosyal demokratım diyorsa, dediklerine değil icraatlarına bakmak gerekiyor. Sosyal demokrat önce yoksullara, işi gücü olmayan açlara yardım götürür; o bunu yapıyor mu, yapmıyor mu ona bakmak lazım.
- Toplumsal barışı sağlamak gerekiyor
Diyelim ki üretimi arttırdık, zenginliği sağladık ama her gün kavga gürültü var, her gün cenazeler geliyor. O zaman üretim, ya da bölüşüm bir işe yarar mı? Hayır yaramaz. Yaramaz, çünkü bunun huzur ve güven ortamı içerisinde gerçekleştirmesi gerekir. Bugün Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan şey budur. Ülke yanıyor, birileri yangından mal kaçırıyor. Hatta yangın zamanı daha kolay hırsızlık ve yolsuzluk yapılıyor. Çünkü ev yanarken mobilyaları nasıl kurtarırım derdine düşemezsiniz.
Türkiye şu anda maalesef birçok sorunla karşı karşıya. Birçok sorununun yanında kullanılan zehirli dilden dolayı kutuplaşma var. Hiçbir dönem olmadığı kadar liderler; ya nefret ediliyor ya da ölümüne benimseniyor. Ecevit, Demirel zamanında da kutuplaşma vardı ancak bu belirli ölçülerdeydi. Oysa şimdi toplum oradan bölünmüş durumda. Allah mahfaza bu durum bir kıvılcım alırsa patlamalar çıkabilir ve gelecekte kapanması zor sosyal patlamalara yol açabilir.
Sığınmacılar meselesi
Şimdi bir de sığınmacı, göçmen meselesi de var. Bu da toplumsal dokuyu bir biçimde zorluyor. Bunu kışkırtan insanlar da var. İçişleri Bakanı 4 milyon Suriyeli var diyor fakat gayri resmi rakamlara göre bu sayı 6 milyonu geçiyor. İçişleri Bakanı toplamda 6 milyon göçmen ve sığınmacı olduğunu söylüyor, oysa araştırmacılar bu rakamın 10 milyona dayandığını söylüyor. Rakamlarda bile bir uyuşma yok. İstatistik tekeli devletin elinde devlet de vatandaşına doğru söylemek yerine işine geleni söylüyor.
Hayret verici bir durum. Bunun çözümü de konunun siyasete alet edilmesi değil. Davul zurna ile göndereceğiz lafının altı boştur; zorla göndereceğiz ifadesinin de aynı şekilde realitesi yoktur. Bunlar bitki değil götürüp bir yere dikesin, bunlar insan. Bir kısmı zaten dönmeyecek, dönmek isteyenler de her koşulda dönmez. Dünyadaki örneklerine baktığımızda gelenlerin neredeyse %70’i geri dönmüyor. O zaman yapılması gereken topluma onları entegre etmek; kavga gürültüye yol açmadan, kriminolojiyi yükseltmeden bu duruma çözüm bulmaktır.
Başarı için gerekli olan 3 adım
Bunları başarabilmenin de üç tane adımı vardır.
Modelin başarısı için 1) hedefler net ortaya konulmalıdır. Muğlak söylemlerle, muğlak hedeflerle olmaz. Altılı Masa’nın bu anlamda işi zor. Sebebi de; karşı tarafta artık birbiri ile bütünleşmiş iki tane parti var. Burada birbirine benzemeyen altı parti var. Toplum tek kişinin otokratik yönetiminden kurtulup, altı partinin karmaşasına tutulmamalı. Bu son derece önemli. Dolayısıyla onların üste çıkarak yukarıda siyaset üretmeleri, topluma bu anlamda güven ve umut vermeleri gerekir. Bu da ancak cesur bir liderlikle olur.
Sürecin aşamaları
Birinci hedef olarak parlamenter sisteme geçileceği söyleniyor. İkinci hedef ise; bozulan kuralları, kurumları, kadroları düzelteceğiz deniliyor. Üçüncü hedef; Türkiye’nin birikmiş acil olan sorunlarına bir an önce çözüm getireceği belirtiliyor. En önemli hedef de geçiş sürecinin bir anayasa ile gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Tabi bütün bunların yapılabilmesi de alınacak oya bağlıdır. Çünkü seçim sonuç itibariyle bir matematik işidir. Bu açıdan bakıldığında bu seçim bir fırsat sunduğu gibi bir risk de içeriyor. Diğer bi deyişle muhalefetin önünde bir fırsat olduğu gibi bir risk de olduğunu düşünüyorum.
Fırsat ve risk bir arada
Fırsat şudur: Cumhurbaşkanı Erdoğan kendi doğruları ile iktidara geldi. 20 yıldır yönetiyor. Ama şimdi kendi hatalarından ötürü gidiyor. Bu muhalefetin başarısından dolayı gidiyor anlamına gelmez. Muhalefetin yapacakları asıl bundan sonra önemli. Şu anda iktidarın gideceği yönünde büyük bir beklenti ve bir algı var. Zaman zaman bu psikolojik üstünlük muhalefetin yaptığı yanlışlardan dolayı sekteye uğrasa bile durum böyle.
Risk de şudur: Bu seçim öyle cepte keklik değil. Eğer muhalefet doğru bir planlama yapmazsa, ciddi bir süreç yönetemezse seçim kaybedilebilir. Seçim kaybedildiği taktirde her kesin artık parlamenter sistemi unutması lazım. Öte yandan tek adam seçimi yapacağı her şeyin meşruiyetinin temeli yapacak. Bu da bizi tehlikeli bir yere götürebilir.