İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4864 %0.01
36,6208 %0.08
3.436.127 %0.177
3.065,65 0,40
Ara
MUHALIF GAZETECILIK GÜNDEM “Türkiye Adalet Akademisi kanun teklifi tamamen geri çekilmelidir” diyen DEM Parti’den ‘Yargıya’ ilişkin çözüm önerileri

“Türkiye Adalet Akademisi kanun teklifi tamamen geri çekilmelidir” diyen DEM Parti’den ‘Yargıya’ ilişkin çözüm önerileri

Adil, bağımsız, tarafsız ve etkin bir yargı sistemi için nitelikli hâkim ve savcıların yetiştirilmesi gerekçeleriyle AKP’nin, 102 milletvekili imzasıyla Meclis’e sunulduktan sonra Adalet Komisyonu’ndan geçen ve yeni haftada Genel Kurul’da görüşülmesi beklenen ‘Türkiye Adalet Akademisi’ Kanun Teklifine, DEM Parti, Anayasa’ya aykırılıktan, ‘Yargıdaki Kadrolaşma ve Çürüme’ ile, ‘Hukukun Kürt halkı ve demokrasi güçlerine karşı saldırı aygıtı olarak kullanılması’ gibi alt başlıklarla ‘‘Yargının Genel Durumu’nu değerlendirdiği konularla 24 sayfadan oluşan muhalefet şerhi düştü. DEM’in, Yargıya ilişkin çözüm önerileri arasında, “Hâkim ve savcı alımlarında liyakat esas alınmalı, mülakat süreçleri şeffaf ve denetlenebilir hale getirilmelidir” yer aldı.

Hülya Özmen – Özel- Ankara

TBMM Genel Kurulu’nda yeni haftaya bırakılan geçiciyle 20 maddeden oluşan ‘Türkiye Adalet Akademisi Hakkında Kanun Teklifine, “tamamen geri çekilmeli” görüşüyle, DEM Parti, 24 sayfalık muhalefet şerhi düştü.  DEM’in, “Başkanlık organını oluşturan her üyenin Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı tarafından atanmış kişiler olması kurumun özerkliğine gölge düşürmektedir” değerlendirmesi ile “Yıllardır devam eden, yargıya yönelik siyasi iktidar ve yürütme erkinin müdahalesi bugün de adı Kanun olan ama özü itibariyle Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin kopyası olan bir formla yeniden hukuk sistemimize sokulmak istenmektedir” vurgusu dikkat çekiyor.

“Hâkim ve Savcı Alımlarında Liyakat Esas Alınmalı, Mülakat Süreçleri Şeffaf Ve Denetlenebilir Hale Getirilmelidir”

‘Yargının Genel Durumu” vurgusuyla açtığı başlıkta konuyu ayrıntılı değerlendiren  DEM’in önerileri de şöyle:

“Hâkim ve savcı alımlarında liyakat esas alınmalı, mülakat süreçleri şeffaf ve denetlenebilir hale getirilmelidir”.

“Adalet Bakanlığı’nın yargı üzerindeki etkisi sınırlandırılmalı, Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısı bağımsızlık ilkesine uygun şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Rüşvet, yolsuzluk ve çeteleşme iddiaları, bağımsız müfettiş heyetleri tarafından incelenmeli ve suça bulaşan yargı mensupları adil bir şekilde yargılanmalıdır.

Geçmişte görev suçu işleyen hâkim ve savcıların baktıkları davalar yeniden değerlendirilmelidir.

Bu süreçte Kürt siyasal hareketine yönelik davalar da dahil olmak üzere tüm hak ihlalleri gözden geçirilmeli, mağduriyetlerin giderilmesi sağlanmalıdır”

DEM Parti Meclis Adalet Komisyonu üyeleri, Dilan Kunt Ayan, Zülküf Uçar, Onur Düşünmez’in imzalarıyla, ‘Türkiye Adalet Akademisi Kanun Teklifi’nin Komisyon Raporuna  düşülen muhalefet şerhten bazı bölümler şöyle:

Türkiye Adalet Akademisi Hakkında Kanun Teklifi Tamamen Geri Çekilmelidir!

Yargının etkin ve bağımsız çalışması için etkili olan hususlardan biri hakim-savcıların eğitimlerinden sorumlu olan Adalet Akademisi’nin kendisinin özerk olup olmadığıdır. Yargı bağımsızlığı sürecinin en son kısmını oluşturan yargı mensupları ile alakadar olan bir kurumun kendi özerkliği bulunmadan yetiştirdiği yargı mensuplarından bağımsız bir yargı beklemek mümkün değildir.

Toplumsal-Siyasal Kültür Değiştirilmeden Yargı Bağımsızlığı Tam Olarak Sağlanamaz

Türkiye'deki yargı alanındaki sorunların kökeni, yalnızca mevzuat eksikliklerine değil, aynı zamanda siyasi sistemin niteliği, işleyişi ve toplumsal-siyasi kültürdeki olumsuz özelliklere dayanmaktadır. Anayasal ve yasal düzenlemeler, siyasi iktidarların yargı üzerinde etkili olmasına imkân tanıyarak yargıya müdahale etme olasılığı sunmaktadır. Yargı reformlarının ve yapılacak Kanunların sadece mevzuatı güçlendirmekle kalmayıp, siyasi kültürü ve toplumsal algıyı dönüştürmeye yönelik olması gerekmektedir. Siyasi atmosferin yumuşatılması, toplumsal barışın ve normalleşmenin sağlanması, kısa vadede atılması gereken ilk adımlardır. Ancak, orta ve uzun vadede hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına dayalı, çoğulcu ve özgürlükçü bir demokratik sistemin oluşturulması gerekmektedir. Keza yerleşik demokrasilerde yargı alanında bu tür güç ve otorite kullanılmamasının nedeni yalnızca mevzuat ve usulü önlemler değil demokrasi kültürünün ve çoğulculuğun bizatihi kendisidir. Aksi halde kısa sürede üst üste yapılan yasal değişiklikler, hukuki karmaşaya, belirsizlik ve istikrarsızlığa yol açmaktan başka bir şeye hizmet etmeyecek, toplumun ve adalet sisteminin ihtiyaçlarına cevap olmayacaktır.

Tüm bu nedenlerle, söz konusu Kanun teklifi geri çekilmeli, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerini esas alan, kapsayıcı, çoğulcu ve yargının bağımsızlığını önceleyen bir Kanun hazırlığı için tüm siyasi partilerin katılımının sağlandığı, sahada çalışma yürüten ve bu konuda akademik çalışmalar yapan kişi ve kurumların sahil edildiği, uluslararası iyi uygulama ve modellerin örnek alınarak hazırlandığı bir kanun için çalışmalar yapılmalıdır.

YARGININ GENEL DURUMU

Yargıdaki Kadrolaşma ve Çürüme

Yargıda çürüme, yargının bağımsız ve tarafsız bir şekilde adalet sağlama işlevinden uzaklaşarak, etik değerlerden, hukukun üstünlüğü ilkesinden ve liyakate dayalı işleyişten sapması anlamına gelir. Bu durum, yargının adalet dağıtma rolünü yerine getirememesine ve toplumun hukuki sisteme olan güveninin ciddi şekilde zedelenmesine yol açar. Çürüme, hukuki süreçlerin siyasallaşması, yolsuzluklar, liyakatsiz atamalar ve keyfi kararlar gibi yapısal bozulmalarla kendini gösterir. Yargının temel işlevi olan adaletin, bireysel ya da kurumsal çıkarlar için araçsallaştırıldığı bir sistemde çürüme kaçınılmaz hale gelir. Kadrolaşma ise, yargı organlarının, siyasi ya da ideolojik bir hedef doğrultusunda belirli kişi veya grupların kontrolüne geçmesi sürecini ifade eder. Bu süreçte liyakat yerine sadakat esas alınır ve yargının üst kademelerinden alt kademelerine kadar atamalar, ideolojik ya da siyasi tercihlere göre şekillenir. Kadrolaşma, yargının bağımsızlık ve tarafsızlık niteliklerini ortadan kaldırarak, belirli bir grubun menfaatlerini savunan bir yapı oluşturur. Bu tür bir yapı, hukukun evrensel değerlerine ters düşer ve toplumdaki adalet anlayışını erozyona uğratır. Yargıda çürüme ve kadrolaşmayı tanımlayan unsurlar arasında, yargı mensuplarının bağımsız karar alma yetilerinin kısıtlanması, siyasi veya ekonomik baskılar altında hareket etmeleri, liyakatsiz kişilerin önemli yargı makamlarına getirilmesi ve yargı kararlarının tarafsızlıktan uzaklaşarak belirli bir ideoloji ya da gücü destekler nitelikte olması yer alır. Bu unsurlar, yargının şeffaflığını ve hesap verebilirliğini yok ederek adaleti araçsallaştırır. Yargı bir denetim ve dengeleme mekanizması olmaktan çıkarak, toplumun temel hak ve özgürlüklerini koruma görevini yitirir ve otoriterleşmeye hizmet eden bir yapıya dönüşür.

Türkiye’de yargının çürümesi, Kürt siyasal hareketi açısından daha da ağır sonuçlar doğurmuştur.

Kürt halkının demokratik hak ve özgürlük talepleri, yargı eliyle bastırılmaya çalışılmıştır. Yargının Kürt siyasal hareketine karşı bir baskı aracı olarak kullanılmasının temelinde, çürümüş bir yapının siyasi talepler doğrultusunda hareket etmesi yatmaktadır. Yargıya atanmış sadık kadrolar, tarafsız ve bağımsız davranmak yerine, siyasi iktidarın yönlendirmesiyle hareket ederek temel hak ve özgürlükleri ihlal eden kararlara imza atmıştır. Kobanê Olayları sonrası başlatılan soruşturmalarda HDP yöneticileri ve milletvekilleri hedef alınmış, dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla birlikte Kürt siyasal hareketine yönelik hukuki saldırılar yoğunlaşmıştır. HDP’nin eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın tutuklanmaları, demokratik siyasete yönelik bir darbe niteliği taşımaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ihlal kararlarına rağmen tutuklulukların devam etmesi, yargının uluslararası hukuku da hiçe sayan bir araç haline geldiğini göstermektedir. Ayrıca Kobanê Davası gibi süreçlerde oluşturulan özel ve sadık mahkeme heyetleri, adalet arayışını daha da imkânsız hale getirmiştir.

“Öncelikle, hâkim ve savcı alımlarında liyakat esas alınmalı”

Yargıdaki çürümeyi ve kadrolaşmayı durdurmak için köklü adımlar atılması gerekmektedir. Öncelikle, hâkim ve savcı alımlarında liyakat esas alınmalı, mülakat süreçleri şeffaf ve denetlenebilir hale getirilmelidir. Adalet Bakanlığı’nın yargı üzerindeki etkisi sınırlandırılmalı, Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısı bağımsızlık ilkesine uygun şekilde yeniden düzenlenmelidir. Rüşvet, yolsuzluk ve çeteleşme iddiaları, bağımsız müfettiş heyetleri tarafından incelenmeli ve suça bulaşan yargı mensupları adil bir şekilde yargılanmalıdır. Geçmişte görev suçu işleyen hâkim ve savcıların baktıkları davalar yeniden değerlendirilmelidir. Bu süreçte Kürt siyasal hareketine yönelik davalar da dahil olmak üzere tüm hak ihlalleri gözden geçirilmeli, mağduriyetlerin giderilmesi sağlanmalıdır.

Hukukun Kürt Halkı Ve Demokrasi Güçlerine Karşı Saldırı Aygıtı Olarak Kullanılması

Devletin Kuruluş Kodları Kürt Halkını Hukuki Korumadan Dışlamaktadır

Cumhuriyet tarihi boyunca yargı bağımsızlığına ve tarafsızlığına doğrudan ve dolaylı müdahaleler gerçekleşmiş; darbeler, DGM’ler, askeri mahkemeler ve siyasallaşmış yargılama pratikleriyle yargının tarafsızlığı sıklıkla sorgulanmıştır. Devletin kurucu ideolojisinin kapsamı dışında kalan gruplar açısından hukuk önünde eşitlik ilkesi ihlal edilmiştir. Bunun somut pratikleri ise Kürt halkına ve muhaliflere dönük siyasi ve hukuki uygulamalarda görülmüştür. Devletin kuruluş felsefesinden temel bularak günümüze kadar gelen Kürt ve muhalif karşıtı siyasi ve hukuki yapılanma kesintisiz bir tarihi akışı ifade etmektedir. Bütün bu süreçlerde Kürt halkı ve muhalifler hukuki güvencenin dışında tutulmuş ve siyasi temsilden dışlanmaya çalışılmıştır. Özünde kuruluş kodu olarak şekillenen bu hakimiyet tarzı son yıllarda yoğunlaşmış ve biçim değiştirerek devam etmiştir. İkili hukuk ve ayrımcı ceza hukuku gibi bağlamlarda ele alınması gereken söz konusu yaklaşım Kürt halkının inkarını esas alan kronik bir çözümsüzlük aklı olarak devam ettirilmektedir.

İnkarcı Çözümsüzlük Aklı Sürdürülmektedir

Bilinmektedir ki, AKP dönemi ikili hukuk pratiği ile önceki dönemlerin mirası sürdürülmektedir. Asırlık inkarcı anlayışın AKP iktidarı döneminde ortaya çıkan görünümleri ise; KCK Yargılamaları, Milletvekili Dokunulmazlıklarının kaldırılması ve tutuklamalar, Kayyım Gaspları, HDP Kapatma Davası ve Kobani Kumpas Davası gibi hukuksuzluklardır. Başta Kürt Halkı olmak üzere demokratik muhalefete uygulanan ikili hukuk, devletin kurucu bir işlevi olsa da bu hukuk tarzı AKP ile birlikte bir üst düzeye taşınmıştır.  Mevcut hukuk, zamanla iktidar bloku tarafından baskı aracı, sömürü düzeninin kılıfı ve sermaye sınıfının tahakküm aygıtı haline getirilmiştir. Öyle ki; Kürt halkı, demokratik muhalefet güçleri ve kadınlara uygulanan ikili hukuk, günlük hayatın bir parçası haline gelmiştir.

ANAYASAYA AYKIRILIK

Madde 3, 5 ila 14 ve 16:

Türkiye Adalet Akademisi’nin kuruluşunu, organlarını ve organizasyon yapısını düzenleyen 2/2793 Esas Sayılı Kanun Teklifi’nin 3. maddesi, akademinin bağımsızlığı açısından ciddi sorunlar barındırmaktadır. Madde, Akademi’nin “kamu tüzel kişiliğini haiz, bilimsel, idari ve mali özerkliğe sahip, özel bütçeli bir kurum” olduğunu belirtse de bu özerklik ve bağımsızlığı sağlayacak herhangi bir mekanizma öngörmemiştir. Özellikle Eğitim Kurulu ve Başkanlık gibi kritik organların yürütme etkisinden bağımsız bir şekilde çalışmasını temin edecek somut düzenlemeler yer almamaktadır. Bu eksiklik, yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkesi bakımından önemli anayasal sorunlar doğurmaktadır.

Madde 15:

Türkiye Adalet Akademisi’nin denetiminin Adalet Bakanlığı’na bağlı adalet müfettişleri tarafından yapılacağını düzenlemektedir. Bu düzenleme, Akademi’nin bağımsız bir eğitim kurumu olması gerektiği ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Adalet Akademisi, hâkim ve savcıların mesleki eğitim süreçlerini yöneten bir kurum olarak, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını doğrudan etkileyen bir yapıya sahiptir. Ancak bu maddeyle, yürütme organı olan Adalet Bakanlığı’nın Akademi üzerindeki etkisi artırılmakta ve bağımsızlık ilkesi ciddi şekilde zedelenmektedir.

Geçici Madde 1:

Adalet Akademisi’nin yeniden yapılandırılması sürecinde mevcut personelin statüsüne, hâkim ve savcı adaylarının eğitim ve sınavlarına, yeni yönetmeliklerin çıkarılmasına ve Eğitim Kurulu üyelerinin görev süresine ilişkin düzenlemeler içermektedir. Bu madde, geçiş sürecinin düzenlenmesini amaçlamakla birlikte, belirli noktalarda Anayasa’ya ve Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcı kararlarına aykırılık teşkil edebilecek unsurlar taşımaktadır.

Maddenin üçüncü fıkrası, yönetmeliklerin yeni düzenlemelere uyarlanması için altı aylık bir süre öngörmektedir. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin 2023/229 sayılı kararında, 34 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin iptalinden sonra yeni düzenlemelerin en fazla bir yıl içinde tamamlanması gerektiği vurgulanmıştır. Teklifte, bu süre sınırı aşılmamış görünse de altı aylık ek süre uygulamada Anayasa Mahkemesi’nin kararının bağlayıcılığını zayıflatabilir. Mahkeme’nin kararındaki temel gerekçe, yürütme etkisinin hızlı bir şekilde sınırlandırılması ve bağımsız bir yapı oluşturulması gerektiğidir. Bu bağlamda, yönetmeliklerin yürürlüğe girişinin gecikmesi, anayasal sorunları çözmek yerine devam ettirebilir.

Geçici Madde 1’de tanımlanan sürelerin, Anayasa Mahkemesi’nin kararında öngörülen sürelerle tamamen uyumlu olduğu söylenemez. Ek sürelerin uygulanması, Mahkeme’nin iptal kararında vurgulanan anayasa aykırılıklarının devam etmesine yol açabilir. Özellikle, yürütme organının etkisinin sınırlandırılması ve bağımsız bir yapının tesis edilmesi yönündeki temel gerekçe, bu sürelerin uzatılmasıyla zayıflatılabilir.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *