Hiç yoktan iyidir
Dilimize pelesenk olmuş bir ifadedir “hiç yoktan iyidir”. Çoğu zaman bizi rahatlatır, çıkmaza düştüğümüz zamanlarda elimizden tutar. Biraz teslimiyeti meşrulaştırır, masumlaştırır, biraz da kanaatkar mertebesine yükseltir söyleyeni. Sığınaktır, bazen de kalkandır. Kısacası çok kullanışlı, çok yararlı bir ifadedir.
Sadece insanların kendi dünyalarında yaşattıkları, kullandıkları bir ifadeden ibaret olsa çok daha masum yaklaşılabilir bu ifadeye. Maalesef yaşama, olaylara ve durumlara bu yaklaşım tarzı bireysel bir yaklaşım olmaktan çıkıp toplumsal bir bakış açısına dönüştüğü zaman masumiyetini yitirip, bir sorun haline de gelebiliyor.
Özellikle toplumsal ihtiyaçlar, toplumsal yapı kısacası yaşam söz konusu olduğunda bir şeyin yokluğuaz, yetersiz, özünden kopmuş varlığından daha kıymetli olabiliyor. İşte böyle durumlarda toplumun geneline “hiç yoktan iyidir” duygusunu, rahatlığını hissettirmek, kötü, yetersiz, işlevsiz de olsa kendini ifade edebildiğini düşündürten alanlar bırakmak daha rahat yönetme noktasında yönetenlere büyük kolaylık sağlar.
Dünya üzerinde artık sayıları çok az da olsa insanların tüm kendini ifade alanlarının yasaklandığı ülkeler de vardır. Az sayıdadır çünkü toplumu tam baskıcı bir sistemle yönetmek çok zordur. Daha fazla kan, daha fazla ve sürekli baskı, dünyadan izole olma gibi bir çok dezavantajları vardır bu tür bir yönetim tarzının.
Demokrasi, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, adalet gibi kavramları öncelemeyen toplumlarışeklen var olan, neredeyse sembolik düzeydeki hak, özgürlük ve kurumlardan oluşan bir iklimde yönetmek çok daha konforludur. Bu sistemde görünürde çağdaş, demokratik bir düzende olması gereken her şey vardır. Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, siyasal ve sosyal haklar, ifade özgürlüğü gibi. Ama bu örgütlerin ve hakların hemen hepsi sadece görüntüdedir.
Siyasi yelpaze içindeki hemen tüm partiler çıkar merkezli düzenin devamı adına rolünü oynayan birer aparat haline gelir. Yine çıkar merkezli olarak ön plana çıkan sendikalar başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları üyelerinin sözde haklarını savunuyor görünür, üyeler ise bilerek veya bilmeyerek bu düzenin devamından memnundur ve bu değirmene kendilerince su taşırlar. Diğer sivil toplum örgütleri için de durum benzer şekilde yürür. Sisteme itiraz eden partilerin ve sivil toplum örgütlerinin sesi ise arada kaynar veya kolayca bastırılır
Sonuç olarak elde kalan suskun, sessiz, söylemekten daha çok söylenen, düzenin çarklarında öğütülüp gidenlerle, bu düzene itiraz edenler arasında yitip giden nesiller.