
Dönüştük ey halkım…

Toplumsal yapılar genelde son derece dinamik bir yapıya sahiptirler ve geçirdikleri gözlemlenebilen değişimi, farklılaşmayı ifade edebilmek için bazı kavramlar kullanılır.
Bu kavramlardan değişim, dönüşüm her ne kadar gerektiğinde bireyler için de kullanılıyor olsa da genelde toplumların farklılaşma süreçlerini ifade etmek için kullanılır.
Öncelikle olumlu bir ifade gibi algılansa da değişim, dönüşüm kavramlarının bazen olumsuz toplumsal süreçleri tanımlamak için de kullanıldığı da olur. Toplumun bir kesimi için olumlu sonuçları olan bir değişimin bir başka kesimi tarafından olumsuz sonuçlar doğurması bir başka bakış açısı veya yorum farkı olarak değerlendirilebilir elbette.
Söz konusu toplumsal değişim olunca bu değişim, dönüşüm sürecinin analizini yapmak ya gerçekleşirken ya da sonra gerçekleştikten sonra genelde toplum bilimcilerin işidir.
Toplumsal dönüşümler genelde uzun süreçler sonunda ve daha sindirilerek gerçekleşir. Değişimler ise uzun süreli ve nispeten yavaş gelişir. Sürecin hızı toplumun değişimi algılama ve sindirme hızı ile doğru orantılıdır doğal olarak. Toplumsal dönüşüm genelde birkaç nesil süren değişimler sonucunda gerçekleşir. Daha kısa sürede ve ani değişimlerse daha çok devrim olarak adlandırılır.
Peki bizim ülkemiz gerek devrim gerek dönüşüm gerekse de değişim olarak neler yaşadı?
Zaferle sonuçlanan bir milli mücadelenin ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun bir tebaası, padişahın kulu, kölesi olan Anadolu ve Trakya’da yaşayan halklar cumhuriyetin ilan ile bir ulus, millet olmuş aynı zamanda insanlar vatandaş birey kimliği kazanmış, hakları anayasa ve yasalarla tanımlanmış ve güvence altına alınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci, hem bir ülkenin milli mücadele sonucunda kurulması hem de o ülkede yaşayanların eşit vatandaşlık haklarına sahip olması ve bu hakların yasalarla güvence altına alınması, günlük yaşamdaki köklü değişimler ile birlikte değerlendirildiğinde tartışmasız olarak bir devrimdi elbette.
Sonrasında 50’lerde başlayıp özellikle 60’lı yıllarda devam eden demokratik hak arama kültürünün oluşma, katılımcı siyasal ve sosyal örgütlenme anlayışının yerleşme süreci ise dönüşüme doğru giden yolda yaşanan birer değişimin aşamalarıydı ama bu dönüşüm sürecinin önü de darbelerle kesildi.
1980’e kadar sürekli kesinti ve engellemelere maruz kalsa da genel olarak olumlu yönde gelişmeler kaydeden, yürüyen demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü ve hak arama kültürünün olgunlaşması yolundaki değişim, dönüşüm süreci 1980’den sonra maalesef tersine bir değişim sürecine girdi.
Toplumsal kaygıların yerine bireysel çıkarların öncelendiği, örgütlenme ve hak arama anlayışının, mücadelesinin kriminalize edildiği, halen de hangi aşamasında olduğumuzu bilmediğimiz bir geri dönüşüm sürecini yaşamaya devam ediyoruz.
Geldiğimiz nokta itibarıyla içinde yaşadığımız toplumsal dönüşümün bizi ne yöne götürdüğünü yine içinde yaşadığımız siyasal, sosyal ve ekonomik gerçeklere bakarak değerlendirmek çokta zor olmasa gerek.