Hala buradayım

Brezilya’ya ilk Oscar’ını, gerçek bir yaşam öyküsü getiriyor. Esasında, EN İYİ KADIN OYUNCU olarak tıpkı -The Brutalist- Filmindeki performans gibi oyunculuktan çok öte (tiyatro, tv ve sinema oyuncusu) performans ile seyirciyle buluşan, Fernanda Montenegro eli boş dönse de, sinemaseverler için gerçek yerini aldı.
Tüm zamanların en iyi Brezilya’lı aktristi, boşuna değil çünkü ülkesine yine ilk EMMY Ödülünü (2013) getirirken, Hala Buradayım ile Brezilya’nın ilk Oscar kadrosunun içinde yer aldı.
Gözleri ile sanatını icra edebilen, nadir sanatçılardan biri olarak, deniz üstünde tepesinde dönen askeri helikopterlerden bağımsız, Brezilya denince akla ilk gelen meşhur, Rio di Janeiro, sahillerinde, bağımsız bir kadın ile film başlıyor.
Zaten ne yaparsa o güçlü kadınlar yapmıyor mu?
Duruşlu ve omurga sahibi.
Filmin tüm ağını; olaylara karşı sabrı, sıcacık eş, şefkatli anne, sağduyulu bir insan, hümanist ve çalışkan bir mühendis olarak işleyecektir.
İki saat on yedi dakika süre içerisinde, bizim ülkemizde de yaşanan ve Latin lokasyonlu kapsama alanı olarak, 1970’lerin hemen başında cıvıl cıvıl bir aile, muştu yaşamlar, iyi bir aile reisi, mesleği bırakmış eski milletvekilinin, hazin hikâyesini.
Kendi gibi aynı adı taşıyan oğlunun yazdığı yaşam öyküsünden uyarlayan Yönetmen, Walter Salles, Senaryoyu ise : Murilo Hauser, Heitor Lorega,Marcelo Rubens Paiva ile oluşturmuş.
Askeri darbe ile sivil halkın üzerinde kurulan baskı ve normal yaşamlar içerisinde; sona doğru bir insana ait olabilecek en güzel eylemlerden birisi olan –Gülme- eyleminin bile!
İzne tabii olduğu, parasız pulsuz ve dostların bile korkudan destek veremediği yakın tarihimizin gerçeklerini, bu kadar naif dille ve hiçte rahatsız etmeden ekrana yansıtılabilmesi, gerçekten olağan üstü.
Etrafı, dostları ve evin içinde yaşayanlar kadar gerek hizmetkârları (Zeze) ve gerekse, izinsiz evlerine baskın yapanlara bile son derece kibar ve paylaşımcı olan.
Bununla birlikte çocukları, etkilenmesin diye gerçek bir mücadele öyküsünün ilerleyişi, süreç içinde yalnız ve beş çocuğu ile hayatta kalmaya çalışan eş, anne ve kadının, Latin ülkelerinde bile değişmez kaderi, son derece içimize sindirerek sunulması, takdire şayan.
Büyüleyici!
Milletvekili Rubens Paiva, eşi Eunice, bir oğul ve dört kızdan oluşan aileleri. Hiçte sıradan olmayan, mütevazı ve son dere örnek bir aile profili olarak karşımıza çıkar. Babanın evden götürülmeden önce ve sonraki yaşam, filmin özü.
İçlerinde en asi olanın, müzikle ilgilenmesi, Londra’ya, Lenon ve Beatles aşkı ile gidişi, darbe gerçekleştiğinde İngiltere de olması ama olaylar gerçekleştiğinde, istisnasız tüm aile üyelerinin kaderlerinin kaçınılmaz olarak değişeceği seçkideki dağılım bile empati kurmayı çoktan sağlıyor.
Yasaklı dönemleri, bugün kitaplardan yahut ortaya sunulmuş belge / evrak tan çok yaşayan, kişiden tarafsız olarak dinlemenin zenginliği, tam da burada net olarak verilmiş.
Nihayetinde insan aradan geçen onca seneye rağmen ölümünü de, yaşadığını da ispat edemediği eşinin raporunu, dosyaya konan son evrak olarak, kapatılamayacağını.
Kamuoyundan süreç içinde gizlenen ve buna ortak olanların el birliği ile Dünya üzerinde nelerin yaşandığının en güzel temsili.
Yazının ilk başında bahsettiğimiz gibi filmin castı doğru seçim yapılarak, Brezilya’nın sanatsal anlamda Lady’si ile perçinleniyor ve devleşiyor.
Eşini canlandıran ise Brezilya denince muhakkak futbol gelir ama o Fernando Torres, bu Fernando değil!
Oyuncu, Fernando Tores, güzel iş çıkarmış.
Baba-Kız sahnesinde, kendisini almaya gelenleri bekletmemek için zarif bir şekilde giyinen babasının yanına gelmesi, gömleğini, giyebilir miyim demesi ve bilmeden babasını son görüşü olacağından, ilerleyen zamanlarda da yokluğunda koklaması.
İzlerken bana faili meçhul ve tüm bilinmezlikler arasında hala babalarını, eşlerini arayan, bekleyen, artık olmasalar da yıldızlar arasında duaları hep gönderen insanları düşündürdü.
Beni etkileyen büyülü birkaç sahneden birisiydi.
Belki de eşine sonsuz bağlılığı ile harika bir erkek/ eş / baba profili çizerken; dostlarına ve çocuklarına karşı da her zaman eşini yücelten, Eski Milletvekili ve kayıp, Rubens Paiva’nın:
-Benim Karım, Harika! Tam Akdeniz; içinde Türk, Yunan, İtalyan hepsi var derken ve filmde müthiş sahillerde, yine dostlarla kutlama anında çekilen kare beni,
-Sonsuzluk ve Bir gün- Filminin bir sahnesine götürdü.
Bizim elimizde olmadan hayatlarımız, otoriteler tarafından çalınması ama bunu unutmayan, babası ile aynı taşıyan oğlunun kaleminden, adeta bir vefa göstergesi olarak; bu filmi yapmalıydım çünkü çocukluğum onlarla geçti, diye filmin çıkış öyküsünü anlatan yönetmeni, filmin kareleri arasında belki de taşınmak zorunda kaldıkları için, San Paolo, mahallelerinde tanımış olma ihtimalini çiziyor.
Gerçek bir hikâye, bu kadar acıya rağmen hiç seyirciye yükleme yapmadan.
Kayıplar, tutuklanmalar, işkenceler, yokluklar ve doğru mu değil mi bir bilinmezlik içinde filmin başlığını taşıyan ana söz ile.
Hala Bir Yerlerde Olanlara ve de hiç unutulmayanlara ithaf olunmuş tam bir gerçeklik!
Ancak bu kadar yalın ve duru şekilde anlatılabilir.
Kaçırmayın!
EMEL SEÇEN